“Kibir, En Sevdiğim Günahtır…”

Ümeyye bin Ebi’s-Salt; Arab’ın din ve âhiret şairi.

Medine olma ihtimalini Hazret-i Peygamber’i kanlar içinde bıraktığı gün kaybeden Tâif’te doğdu ve Tâif’te öldü, Sakîf kabilesine mensuptu. Kaynaklar öldüğü yıl olarak 630 ve 632 arasında gider gelir; yani Asr-ı Saadet’i görmüştü.

Ümeyye, Hanîf inancına mensuptu. Musevîlik ve Hıristiyanlığa iltifat etmemiş, fakat putlara da tapmamış, İbrâhimî bir Allah inancıyla tevhîd ehlinden olmuştu. Diğer Hanîfler gibi Tevrat’ı, İncil’i ve başka kadîm eserleri de okumuş, bu dinlerin mensuplarıyla mülakatta bulunmuş; nihayet bu arayışlarının neticesinde Hazret-i İbrâhim’in dininde karar kılmıştı. Zaten Hanîfler bu bakımdan seçkin bir topluluktur. Ümeyye de Arapların dâhilerinden kabul edilirdi.

Ümeyye putperestliği reddetti; nakledildiğine göre Mekke’de ilk defa “Bismike’llâhümme” (Senin isminle Allah’ım) ifadesini kullanan da odur. Oruç tutar, içkiden uzak durur ve zühd ehli ruhbanlar gibi giyinirdi. Bu hasletler, Câhiliye devri hayatı göz önüne getirilirse daha da kıymet kazanır.

Arap şiirinin zirvelerinde gezinen Ümeyye hakkında, kendisinden bir asır sonra yaşamış olan Kumeyt el-Esedî şu cümleyi kurmuştur: “O, bizim gibi söyledi; hâlbuki biz onun gibi söyleyemedik.

Ümeyye’nin şiiri, muhteva bakımından Câhiliye devri eserlerinden ayrılır. Zira Ümeyye’nin şiirlerinde Tevhîd inancı, yaratılış, hesap günü, cennet ve cehennem ile birlikte peygamber kıssaları anlatılmakta; nihayet okuyucusuna nasihatte bulunulmaktadır. Bu şiirlerin kudreti Ümeyye’ye daha pek çok şiirin isnat edilmesine yol açmıştır ki; artık hangi şiir Ümeyye’nin, hangisi ona ait değil anlamak oldukça güçtür. Fakat bu şiirlerin aidiyet meselesini çözmenin zorluğu, bunların aynı zamanda Ümeyye’nin şiirine yakın bir renkte olduğunu da gösterir.

Ümeyye’nin şiirleri İslâm aleyhinde çalışmalar yapan birçok oryantalist için de fırsat olmuştur. Bunlara göre Ümeyye’nin şiirleri Kur’ân’ın temel kaynaklarından biridir. Bu oryantalistler şiirlerle bazı âyetlerin benzerliğini, Hazret-i Peygamber’in Ümeyye’den alıntılar yaptığını iddia ve isnat ederek izah ederler.

Hâlbuki evvela Hazret-i Peygamber ile Ümeyye çağdaştır. Rivayetlere göre Ümeyye Kur’ân’ı ilk okuyanlardan olduğu gibi, Hazret-i Peygamber de Ümeyye’nin şiirlerinden haberdardır ve bu şiirleri takdir de etmiştir. Bu şiirlerle âyetler arasında konu ve ifade bakımından benzerlikler bulunduğu, daha doğrusu bir intihâl durumu ne bunları Hazret-i Peygamber’e okuyan sahabenin ne de böyle bir fırsatı kaçırmayacak olan müşriklerin aklına gelmiştir. Sonra Ümeyye’nin de böyle bir iddiası olmamıştır. Burada Ümeyye’nin Kur’ân âyetlerinden etkilenerek şiirler kaleme alması, daha sonraları yaşayan şairlerin bu minvaldeki şiirlerinin de kendisine atfedilmesi galip olan ihtimaldir. Ki Ümeyye’nin şiirlerine hâkim olan mevzûlar, ilk defa kendisi tarafından dile getirilmiş değildi. Bunlar Câhiliye toplumu tarafından bilinen, semâvî kitaplarda yazılı bulunan fakat hakikati kabul edilmeyen konulardı. Mesela en temel bir konu olan şirk; Allah’ı inkâr değil zâtına ortak(lar) koşmak anlamına gelir, yoksa Araplar ulûhiyetten habersiz değildir.

Hazret-i Peygamber tebliğ vazifesine başladığı zaman, Hanîf inancına mensup olan kimseler bu davete farklı farklı tepkiler verir. Zaten arayış içinde olan bu bir avuç insanın ekserisi İslâm’ın davetini kabul eder ki, bunlardan birisi de Hazret-i Hatice’nin amcasının oğlu olan Varaka bin Nevfel’dir. Hazret-i Peygamber ilk vahiyden sonra hanımının tavsiyesi ve refakatiyle o sırada iyice yaşlanmış olan Varaka’yı ziyaret eder. Tevrat ve İncil’e gayet hâkim olan bilge Varaka, bu kitaplarda müjdelenen “Son Peygamber” olduğunu kendisine haber verdiği gibi, kavminin kendisini reddettiği günlere ulaşırsa Hazret-i Peygamber’e yardım edeceğini vaadinde de bulunur; zira “Senin getirdiğin bu dava ve mesaj ile gelen herkes, her peygamber, düşmanlığa uğramıştır.” Ve fakat Varaka, vahiy ile tebliğ arasındaki kısa dönemde dünyasını değiştirmiştir.

Siyer kaynakları, Hanîf olup da İslâm’ın davetini kabul etmeyen yalnız birkaç isim sayar; ki bunlarda da müşrik ve münafıkların tahrikleri etkili olmuştur. Yalnız Ümeyye’nin gerekçesi bambaşkadır.

Ümeyye Hazret-i Peygamber’e karşı düşmanca bir tavır içerisine girmiş; Bedir Harbi’nde ölen, aralarında akrabalarının da bulunduğu müşrikler için bir mersiye bile kaleme almıştı. Ve hayatı bu itikat üzere nihayet buldu. Fakat bu inadından vazgeçme noktasında gelgitler yaşamış olması da yüksek ihtimaldir.

Bazı tefsir âlimleri A’râf Suresi 175/176. âyetlerinde bahsedilen kişinin Ümeyye olduğunu rivayet eder. Bu konudaki diğer görüş sahipleri ise Ümeyye’nin kaderdaşı Bel’am bin Bâûrâ’yı işaret etmiştir. Hakikatin gün ışığı kadar farkında olan; hatta bir rivayete göre onunla dua edilirse Allah’ın duasına icabet edeceği “ism-i a’zâm” kendisine bildirilmiş olan bu âlim ve âbid zat, Hazret-i Mûsâ’ya beddua ederek aleyhinde hareket etmeye kalkışınca madden ve mânen helâk olmuştur: “Kendisine kanıtlarımızı verdiğimiz, fakat onları bir kenara atan, bu yüzden şeytanın peşine taktığı, nihayet azgınlardan olan kişinin haberini onlara anlat. Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı, hevesinin peşine düştü. İşte böylesinin hâli, kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin haline benzer. Âyetlerimizi yalan sayan topluluğun durumu işte böyledir. Şimdi sen bu kıssayı anlat, umulur ki iyice düşünürler.” (A’râf, 175-176)

Hazret-i Peygamber’in “Şiirleri iman etti ama kalbi inkârdadır.” cümlesiyle bütün hayatını veciz bir biçimde özetlediği Ümeyye’nin, Kelime-i Tevhîd’in ikinci kısmını inkârını kaynaklar bir sebeple açıklar. Buna göre Ümeyye, okuduğu kutsal kitaplarda geleceği haber verilen peygamberin kendisi olacağını ümit ediyordu. Fakat risâlet vazifesinin Hazret-i Peygamber’e verilmiş olduğunu haber alınca bu durumu kabullenip de kibrini bastıramadı. Öyle ki, itikatlarına zerre itibar etmediği müşriklerle birlik olup kendisiyle çelişti, inandığı Tevhîd akîdesinin düşmanlarını dost edinecek kadar savruldu.

Fakat şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki; Ümeyye düşmanının gerçekten bir peygamber olduğunun farkındadır, bu da durumunu daha da ilginç kılıyor. Hâlbuki Müseylime gibi peygamberlik ilanına da kalkışabilirdi. Herhalde onun şiirleri, Müseylime’nin uydurduğu “Fil nedir? Filin ne olduğunu sana ne bildirdi? Onun hurma lifinden ip gibi kuyruğu ve uzun hortumu vardır. Bu Rabbimizin yarattıklarından azıcığıdır!” ve “Ey kurbağa kızı kurbağa! Ne diye ‘vak vak, vak vak’ edip duruyorsun? Üstün suda, altın balçıkta! Sen ne suyu bulandırabilirsin ne de içene engel olabilirsin!” tarzı yâvelerden daha tesirli olurdu.

Ümeyye’nin şu mısralarını okuyup onun âkıbeti nâmına üzülmemek elde değildir:

Şahitlik ederim hiçbir şeyin Allah’tan daha üstün olmadığına ve şânının yüce olduğuna.
Sakın ha! Allah’a başkasını ortak kılma, zira doğru yol artık apaçıktır ortada.
Rabbim! Rab olarak râzı oldum sana, senden başka ikinci bir ilâha ibâdet etmeyi düşünmem asla.

Ümeyye bir şiirinde ise İblîs’i şöyle yermişti:

Ve hepsi O’nun izniyle Âdem’e secde etti.
Sadece lanetlenmiş, günahkâr ve kovulmuş olan bunu reddetti.

Hem Ümeyye’nin hem de düşmanı olduğu Hazret-i Peygamber’in düşmanı İblîs’in mâhiyeti yani cin, melek veya başka bir tür varlık oluşu tartışmalı bir mevzûdur. Dikkate değer bir görüşe göre, Nûh Peygamber’in durumuna benzer şekilde; cin tâifesi tümüyle helâk edilirken, itaati sayesinde kurtulan tek varlık İblîs olmuştur. Tefsir âlimi Kurtubî, “denildiğine göre” kaydıyla İblîs’in 80 bin sene ibâdet ve kullukta bulunduğunu; neticesinde kendisine bir kısım meleklerin reisliği ile Cennet’in bekçiliği vazifesinin verildiğini nakleder. Akıl ve bilgi bakımından da üstün bir varlık olduğu anlaşılıyor.

İblîs’in kibir sahibi bir varlık olduğunu Bakara Sûresi 34. âyetinden anlıyoruz: “Meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” İblîs için bu sürecin nereden başladığını ise aynı sûrenin 30. âyetinden çıkarıyoruz: “Hani rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’ demişti.

Anlaşılıyor ki İblîs için mesele, kendisi dururken başka bir varlığın tercih edilmiş olmasıdır. Kibri ve düşmanlığı, inanıyor olduğu Allah’a karşı değil; kendine rakip kıldığı Âdem’e ve neslinedir. Ve bu kibri nedeniyle en erken kaybeden de kendisi olmuştur. Tıpkı kendisini zemmeden Ümeyye bin Ebi’s-Salt gibi.

Beşerin tarihinde yaradılıştan bugüne kadar uzanan ince, garip ve bir o kadar da âşinâsı olduğumuz çizgi…[1]

Halil Karataş

 


[1] Genel Kaynakça: Heyet (Hayreddin Karaman-Mustafa Çağrıcı-İbrahim Kâfi Dönmez-Sadrettin Gümüş), Kur’an Yolu – Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2020, c. I, s. 99-100; Toshihiko İzutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1975, s. 106-111; Yakup Göçemen, “Hanîf Şair Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın Şiirlerinde Başlıca Dinî Anlamlar”, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, c. 8, sayı 1 (Bahar 2022), s. 297-324; Mücahit Yüksel, “Ümeyye b. Ebü’s-Salt’ın Hayatı ve Tarih Konulu Bazı Şiirleri Üzerine Bir İnceleme”, Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, c. XXVI, sayı 2 (Aralık 2022), s. 539-559; Mehmet Demir, “Kurtubî’nin el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân Adlı Tefsiri Çerçevesinde Cinler Meselesi”, Sırat (GİBTÜ İslami İlimler Fakültesi Dergisi), c. 2, sayı 2 (Kasım 2021), s. 10-48; Ümmühan Arı, “Hz. Peygamber Dönemi ve Ridde Hâdiselerinde Benî Hanîfe ve Müseylime”, Akademik Siyer Dergisi, yıl 4, sayı 8 (Haziran 2023), s. 96; Zülfikar Tüccar, “Ümeyye b. Ebü’s-Salt”, DİA, İstanbul 2012, c. 42, s. 303-305; Şaban Kuzgun, “Hanîf”, DİA, İstanbul 1997, c. 16, s. 33-39; Ömer Faruk Harman, “Bel’am b. Bâûrâ”, DİA, İstanbul 1992, c. 5, s. 389-390; Nihad M. Çetin, “Ümeyye”, İA, İstanbul 1986, c. XII, s. 100-102.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir