Bugün Gandhi hakkında konuşabilir miyiz? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözü var Gandhi hakkında, “sükût suikastı” diye. Sanıyorum sen de bu görüşe katılıyorsundur?
Olur konuşalım hatta istersen bir başka gün Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da konuşabiliriz. Fakat Tanpınar’ı seviyorsan, seni hayal kırıklığına uğratabilirim, söyleyeyim. Tarih, ideolojilerin ya da peşin hükümlü fikirlerin savaşa giriştikleri bir meydan değildir. Belki hakikate bir adım daha yaklaşmamıza zemin hazırlayacak ilmî alandır. Bu ilmî alan ya da zemin üzerinde dünden bugüne öyle insanlar durmuş ki, zaman içerisinde sahte kahramanlarla gerçek şahsiyetler birbirine karışmış, doğruyu yalandan ayırt etmek mühim bir mesele olmuş. Şimdi sen Tanpınar’dan bir alıntı yapıyorsun ama bizim yakın tarihimizde olduğu gibi görünmeyen, göründüğü gibi olmayan isimlerden birisi de bu kişidir. O nedenle Gandhi hakkındaki yorumu benim için kıymet ifade etmez. Çünkü Gandhi, hem hayatıyla hem de fikirleriyle tenakuzların adamıdır. İngiliz menşeili bir film yapılmıştı Gandhi için. O filmi de izlediysen bilirsin. Orada sana 19. yüzyılın en güzide kahramanlarından bir tanesinin hayatını anlatırlar. Peki, işin aslı öyle mi? Filmde neleri es geçtiler, araştırıp baktın mı hiç? Bakmadın tabiî. Çünkü hazır senaryo ve film var ortada zaten. Bir daha gidip neden araştıracaksın, kendini zahmete sokacaksın ki! İşte bazı ideoloji ve düşüncelerin, tarihte sahte kahraman üretme tekniklerinden birisi de bu tür kurgulardır.
“Bir söyle, bin işit” dedikleri bu olsa gerek. Tanpınar’ı bırakalım şimdilik. Sen bana Gandhi’yi anlat. Neden sana göre bu adam sahte kahraman? Ya da biz onun hakkında neleri yanlış biliyoruz?
Öncelikle senin Gandhi hakkında neler bildiğini öğrenerek başlayalım. Ona göre ben de sana anlatacaklarımın sırasını belirlerim.
Mahatma Gandhi, 2 Ekim 1869’da Porbandar’da doğdu. 1888-91 yılları arasında Londra’da hukuk öğrenimi gördükten sonra iki yıl Bombay ve Rackot kentlerinde avukatlık yaptı. 1893-1914 yılları arasında Güney Afrika’da da avukat olarak çalıştı. Burada ırkçı Apartheid rejiminin ırk ayrımı politikalarına maruz kalan Hintli göçmen işçilerin haklarının savunucusu durumuna yükseldi. İlk olarak Güney Afrika’da Hint topluluğunun vatandaşlık hakları için barışçı bir başkaldırı uyguladı. Afrika’dan Hindistan’a döndükten sonra yoksul çiftçi ve emekçileri baskıcı vergilendirme politikasına ve yaygın ayrımcılığa karşı protesto etmeleri için örgütledi. “Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikadımın da son maddesidir” derdi. İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint millî hareketinin, 1919-1948 yılları arasındaki en önemli lideriydi ve daha buna benzer başka şeyler…
Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık, çilecilik, Asya milliyetçiliği, Hinduizm akımının dinsel mistik öğeleri, dinlere saygı ve teknoloji karşıtlığı oluşturur gibi beylik ifadeler de vardı. Ama sen onları atladın galiba. Ya da Hindistan’da olduğu yıllar boyunca İngiliz emperyalizmine karşı pasif ve uzlaşmacı bir çizgi izlediği, Avrupa ürünlerini boykot, sivil itaatsizlik gibi eylemler gerçekleştirdiği, ayaklanmaya ve ulusal kurtuluş için savaşa karşı olduğu düşüncelerini de atladın.
Bu dediklerini de biliyorum abi ama ben meseleyi kısa geçtim biraz. Yoksa savaş karşıtlığı, pasif direniş onun en çok bilinen özelliği zaten.
İyi, o zaman ilk olarak savaş karşıtlığı yalanından başlayalım. Pasif direnişten yana olan ve savaş karşıtlığı ile tanınan hatta Tanpınar’ın ifadesiyle hareket felsefesini “sükût suikastı” olarak şekillendirdiği söylenen Gandhi, orta yaş döneminde savaş karşıtı olmak bir kenara, savaştan gayet hoşlanan bir adamdı. Gerçi bu gerçek, onun hayatını anlatan filmde de es geçilmiş bir bilgiydi. Ama biz, onun üç imparatorluk savaşında da gönüllü olduğunu biliyoruz.
Bu dediklerin hangi savaşlar abi?
Boer Savaşı, Zulu’lara karşı savaş ve Birinci Dünya Savaşı. Birinci Dünya Savaşı’nda tam savaşa katılacağı sırada hastalanmış ve çarpışma fırsatını elde edememişti. Ama İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı verdiği söylenen Gandhi, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler için asker toplamıştı. Bundan başka, son çare olarak şiddeti her zaman onaylamıştı. Hatta “Hindistan’ın bağımsızlığı için bir milyon kişiyi feda etmekten kaçınmam” sözü de meşhurdur.
Tamam, bu dediklerin onun çok da barış yanlısı olmadığını gösterebilir. Ama neticede her zaman biraz şiddet kullanımı belli bir çözüm için gerekli olamaz mı?
Ben, dürüst olmaktan yanayım. Ortaya koyduğu felsefe tamamen eylemsizlik ve pasif direniş üzerineydi diye anlatılıyordu. Senin gibi mesele üzerinde derin okuma yapmayan insanlar da onu bir melek gibi algılıyorlardı. Ama işin aslı bu değil. 3 imparatorluk savaşını görüp hemen savaşa katılan, gerektiği yerde savaşı destekleyen, milyonları feda edebileceğini söyleyen bir adam nasıl olur da savaş karşıtı bir barış meleği olur? Bundan çok daha azını ben savunsam, onu övüp önümüze kahraman olarak koyanlar, beni Lahey’de yargılarlardı. Benim itiraz ettiğim yer burası işte.
Başka ne tarafı var abi? Sadece bu tavrı nedeniyle adamı gömmüyoruz değil mi?
Konuştuğumuz adam, Hindistan Ulusal Kongresi’nin liderliğini üstlenerek ülke çapında yoksulluğun azaltılması, kadınların serbest hareket etmesi, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik, kast ve dokunulmazlık ayrımcılığına son, ülkenin ekonomik yeterliliğine kavuşması ve en önemlisi olan Swaraj yani Hindistan’ın yabancı hâkimiyetinden kurtulması konularında ülke çapında kampanyalar yürüten birisi. Hindistan’da alınan Britanya tuz vergisine karşı 1930’da yaptığı 400 kilometrelik “Gandi Tuz Yürüyüşü” ile, ülkesinin Britanya’ya karşı başkaldırmasına öncülük etmiş bir adamdan bahsediyoruz. Bu yaptıkları nedeniyle de Hindistan’da resmî olarak “Ulus’un Babası” ilan edilmiş ve doğum günü olan 2 Ekim “Gandhi Jayanti” adıyla ulusal tatil olarak kutlanıyor.
Bir dakika abi, bunları benim söylemem gerekmiyor muydu? Neticede bu sohbette Gandhi tarafında olan benim. Artıları ben, eksileri sen söyleyeceksin, değil mi?
Merak etme, sana iyilik yapmıyorum. Birazdan vereceğim, senin için küçük benim için büyük detayları bina edeceğim zemini kuruyorum. Ülkesi ve halkı için tam bir filozof edasıyla konuşan Gandhi, kendi ailesi söz konusu olduğunda o yüksek ahlâkını göstermekte zorlanıyordu. Mesela karısını güzel bulmayan Gandhi, bu durumu ifade ederken hiç de nezaketli cümleler kullanmıyor “Onun yüzüne bakmaya tahammül edemiyorum. Yüzünde genellikle uysal bir ineğin yüzündeki ifade var” diyordu. Halkın babası olan bir adam, kendi hanesinde bulunan bir insan için böyle mi cümle kurar?
Bu noktada haklısın galiba.
Ben, insanların eksi taraflarını araştıran birisi değilim ama olmadıkları özelliklerle parlatılan sahte kahramanlara da hiç dayanamıyorum. Mesela Gandhi, büyük Hindistan ailesine karşı her zaman baba şefkati göstermiş bir adam diye lanse edilir ama nedense kendi ailesine karşı gayet kötü davranırdı. İşte burada muazzam bir tezat var! Kendi evinde, kendi kanından olan insanları sevmekte zorlanan bir adam, nasıl olur da tüm Hindistan’ı sever! Karısını sevmeyen, yüzündeki ifadeyi uysal ineğe benzeten Gandhi, onu bilerek cahil bırakmıştı. Hadi, karısını zaten sevmiyordu, o yüzden okutmadı, cahil bıraktı diyelim. Ama o, oğullarını da okutmadı. Hatta kendi istediği ve onayladığı bir evlilik yapmadığı için büyük oğlunu evlatlıktan atmıştı.
Bunları hiç bilmiyordum.
Peki, bu adamı parlatan kim? İngilizler! Filmini bile onlar yapmış neticede. Peki, Gandhi hayatı boyunca kimle savaştı? İngilizlerle! Nasıl oluyor da bu İngilizler, bir numaralı düşmanlarını kahraman yapıyorlar? İngilizleri bin yıldır tanırız. Onların fikir namusu, ilim ahlâkı diye bir şeyden nasipsiz olduklarını da gayet iyi biliriz. Her fırsatta Osmanlı’ya, İslâm’a saldıranlar, bizi gericilikle suçlayanlar, modern tıptan nefret eden Gandhi için böyle şeyler düşünürler mi?
Nasıl yani? Gandhi modern tıptan nefret mi ediyordu? O zaman hastalandığında ne yapıyordu, geleneksel yöntemlerle mi tedavi oluyordu?
Gandhi, modern tıptan nefret eden bir adamdı. O kadar nefret ediyordu ki, karısı zatürreden yattığı zaman İngiliz doktorlar, kadına penisilin iğne verilmesi gerektiğini söyleyince buna karşı çıktı ve yasakladı. Kendisi açısından bakarsan ilkeleri ve karısı arasında bir seçim yapmak zorundaydı. Hindistan’ın bağımsızlığı için gerekirse bir milyon kişiyi feda ederim diyerek gerektiğinde katı olabilen Gandhi, burada da aynı katılığı göstermiş ve karısının hayatını kurtaracak penisilin iğnesini yaptırmamıştı. Neticede karısı ölmüş ama onun ahlâkı ya da ilkeleri hayatta kalmıştı.
Yaptığı şey doğru ya da yanlış, bu tartışılır, eleştirilir… Ama kendi dünyasında bir tavrı varsa ve bunu ne pahasına olursa olsun uyguluyorsa, bu durum yine de takdir edilecek bir şey değil mi?
Değil! Anlatayım… Karısı için modern tıbbın imkânlarını reddeden bu adam, karısının ölümünün ardından sıtma nöbetine tutulduğunda doktorlar, kendisine “kinin” vermeleri gerektiğini söyleyince bu teklifi hemen kabul etmişti. Sadece bununla da kalmadı: Bir gün apandisit krizi geçirince doktorlar hemen ameliyat olması gerektiğini söylediler. Peki, Gandhi ne yaptı dersin? Modern tıbbın sunduğu nimetleri elinin tersiyle itip geleneksel metotlarla mı çare aradı derdine? Elbette hayır. Ameliyat olmanız lâzım diyen doktora, daha ne duruyorsun, dedi büyük ihtimalle. Çünkü ameliyat olduğunu biliyoruz.
Şimdi sana hak verdim. İlke, sadece belli bir zümre için olmaz. Bir insan, ilkelerini ilk olarak kendisine uygulamıyorsa benim açımdan o ilkelerin hiçbir geçerliliği yok.
Gandhi’nin barışseverliği de hinlikten kaynaklanan bir şeydi bana göre. Gandhi, Hitler Çekoslovakya’ya girip ülkeyi işgal ettiğinde, Çeklere ülkelerini savunmak için savaşmak yerine toplu halde intihar etmenin daha iyi olduğunu söyledi. Bu mu pasif direniş, bu mu eylemsizlikle eylem yapmak! Gandhi’ye göre Hitler kötü bir insan değildi ve onu dinleyecekti. Hitlerin vicdanına sesleneceğini ve onların da kendisini dinleyeceklerini söylemesi, bence yüz yılın en büyük yalanıydı. Ama Hitler’in dediği gibi “Yalan ne kadar büyük olursa inananı da o kadar çok oluyordu.”
Anladım abi.
Sonuç olarak, Ocak 1948’de, Yeni Delhi’de bulunan Birla Evi bahçesinde gece yürüyüşünü yaparken suikasta uğradı ve vurularak öldürüldü. Bu ölümle birlikte onun bir kahraman olarak dünyaya sunulması süreci de başlamış oldu. Şimdi sen, tüm bu anlattıklarımı tekrar düşünüp kendin karar vereceksin. Neticede Gandhi, belli bir fikrin, düşüncenin mücadelesini vermişti. Bu mücadele içinde de gelgitleri olmuş bir adamdı. Seveni kadar sevmeyeni de vardı. Suikast sonucu öldürülmesi de bunu gösteriyordu. Ama sonuç olarak Gandhi ile ilgili şunu söyleyebiliriz: Tarihin sayfalarına bakanlar, kendi düşüncelerine yakın gelen bir Gandhi portresi bulabilirler.
Davut Bayraklı
1 Yorum