Manzara resmi, antik dönemlerden itibaren yer ve duvar resimlerinin betimlemelerinde yer alır. Batı tuval resminde ise dini resimlerin arkasında fon olarak kullanılır; ancak konu olarak bağımsız bir resim formuna dönüşmesi 16. yüzyılda gerçekleşir. İtalyan ve Flaman resminde özgün örnekleri görülmeye başlanan manzara teması, 19. yüzyılın kavram değişimleri içinde yeniden yorumlanarak Romantik akımın içinde şekillenir. Bu tarihten itibaren artık manzara teması, bir çerçeve olmanın ötesinde figür resminin önüne geçecek; daha çok akıl ve duygular üzerinden izleyiciyi kendi ruh durumunu incelemeye ve onun kendi duyguları üzerindeki etkisini çözümlemeye yönelten bir etkiye dönüşecektir.
Bireysellik, gerçeklik ve romantizm arasında Batı resmi, akademinin yanında ve karşısında duran sanatçı gruplarının ortaya çıkardığı yeni bir ortam içinde, geçmişinden getirdiği deneyimler içinde ilerlerken Osmanlı, henüz yeni yol almaya başladığı resim sanatında özellikle asker kökenli ressamların kendi çabaları ile ortaya çıkarmaya çalıştıkları resimlerden ibarettir. Askerî okullarda aldıkları teknik eğitimi geliştiren bu sanatçıların verdiği ilk örnekler de konu olarak manzarayı ele alır. Nitekim Batı resmi için ulaşılan bir sonuç olan manzara teması, Türk resminin başlangıcını oluşturacaktır. Geleneksel minyatür resminden Batı kaynaklı resme geçişte Osmanlı’nın kendi toplumsal dinamiklerinin yanında hiç kuşkusuz Paris’e resim öğrenimi için giden Osman Hamdi, Ahmed Ali (Şeker Ahmed) ve Süleyman Seyyid önemli rol oynayacaklardır.
İlerleyen yıllarda Şeker Ahmed Paşa olarak anılacak olan Ahmed Ali, 1841’de Üsküdar’da doğar. Askerî okullarda aldığı anatomi ve perspektif dersleri onun resim eğitiminin ilk temellerini oluşturur. Yaptığı resimlerin, dönemin Sultanı Abdülaziz tarafından çok beğenilmesi üzerine padişahın emriyle, 1861-1862’de Paris’te başarılı Türk öğrencileri için elçilik bünyesinde kurulan Mekteb-i Osmânî’ye gönderildi. Öğrenim yıllarında hocalarından Gustave Boulanger ve ardından Jean-Léon Gérôme’un atölyesinde çalışarak resim tekniğini geliştirdi. Ayrıca Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimine devam etti. Bu sırada Cézanne, Renoir, Toulouze, Manet, Courbet gibi empresyonist ressamların açtığı yeni ekol en verimli çağını yaşıyordu. Şeker Ahmed bu akım içinde daha çok ressam Courbet’in etkisinde kaldı. Burada klasik-romantik bir eğitim alır. Özellikle resimlerindeki kompozisyon kurgusu disiplinli bir eğitim almış olduğuna işaret eder. Bir yandan akademik eğitim alırken diğer taraftan da akademi dışındaki sanat ortamına da uzak kalmaz. Yetişme tarzı, onu akademiden daha çok doğayı ve doğanın üstünlüğünü resmeden Barbizonlar’a yaklaştıracaktır.
Paris’te kaldığı yıllar içerisinde aldığı eğitim, gezdiği müzeler, gördüğü eserler ve belki de tanıdığı dönemin edebiyatçıları ve müzisyenleri Şeker Ahmed’de kuşkusuz bir bakış açısı oluşturmuş olmalıdır. Nitekim akademi ile birlikte kendisini Barbizonların ortamına dâhil ettirmiş olması da bunun en güzel kanıtı olsa gerektir. Boulanger ve Gérôme atölyesinde eğitim almış olmasına karşın sanat anlayışında oryantalist izler taşımaz. Hatta 1869 ve 1870 yılı Paris Salon sergilerine manzara temalı eserleri ile katılır. Söz konusu sergilerin kataloğunda Boulanger ve Gérôme’un öğrencisi olarak gözükmek ile beraber manzara resimleriyle katılması akademik eğitim ile Barbizonlar arasında aldığı eğitimin birbirini desteklediğine işaret eder.
Manzara ve doğa kavramı arasında daha çok doğa betimlemesi yapan Şeker Ahmed’in resimleri figürlü ve figürsüzler olarak iki grup halinde değerlendirilir. Figürlü olarak çalıştığı doğa resimleri içinde en erken tarihli olanı Kayın Ağaçları isimli eseridir. Sanatçının Fontainebleau ormanlarında yaptığı ve aynı zamanda da 1869 sergisine katıldığı eser olduğu düşünülen bu tuval, bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonundadır. İnce gövdeleriyle sık ağaçlar, dallar arasından gelen ışık huzmeleri, yapraklardaki ışık parıltıları, boya katmanları “…Courbet’nin tekniğinin uygulanmış hali” şeklinde yorumlanır. Daha sonraki yıllara tarihlenen Ceylan (1886-1887), Su Kenarında Karaca (1891), yine aynı grup içerisinde yer alan eserlerdir. Resimler kompozisyon kurguları, ağaçların betimlenmesi, ışığın yansıması ve renk tonlamaları ile açık Barbizon etkisi gösterir. Ancak klasik akademik gelenek, Ceylan tablosunda öne çıkacak ve ayrıntılı betimleme ile kendisini gösterecektir.
Türk resminde manzara ve orman teması erken dönemlerden itibaren var olmasına karşılık betimleme hep soyut şemacılığın sınırları içerisindedir. Özellikle minyatür resmi ve 17. yüzyıldan sonra gelişen duvar resimlerinde işlenen manzara resimleri ve natüralist görünümler belirli bir şemanın tekrarlanmasından ibarettir. 19. yüzyıla gelindiğinde ise doğaya duyulan dolaysız yaklaşımın özlemini yansıtır ve pek çok sanatçı tarafından konu olarak işlenir. Ancak Şeker Ahmed Paşa, doğaya duyduğu özlem ve bunu yansıtma biçimi ile çağdaşlarından ayrılır. Onun resimlerindeki güçlü kompozisyon anlayışı, ışığın ve renk tonlamalarının kullanımı öznel ve özgündür; özellikle tuvalin üçte birlik alanına yayılan kompozisyon şeması ve geri plandan gelerek resmin ortasına yayılan ışıkla aydınlanan manzaraları Şeker Ahmed Paşa’nın özgün üslubunu oluşturur. Batı’dan aldığı güçlü resim eğitimini, geleneksel minyatür sanatındaki kompozisyon şeması içinde uygulayan sanatçı, gördüğünü mü resmeder yoksa hayalini mi bu bilinmez; ancak, ormanın derinliklerinden gelen kuvvetli ışık, resimlerini adeta bir çizgi ile ikiye bölerken arka planda bulunan ağaçların dokusal özelliklerini sararak renkleri birbiri ile eritir.
Şeker Ahmet Paşa, resimlerinde doğa manzaraları, hayvan portreleri gibi konuları işlemiş, insan figürlerinden ise uzakta durmuştur. Asıl ustalığını gerçekleştirdiği alan olarak ise natürmort, yani konusu cansız varlıklardan veya nesnelerden oluşan sanat türü gösterilmektedir. Resimlerinin önemli bir bölümü İstanbul ve Ankara Resim Heykel Müzeleri ile, Sakıp Sabancı Müzesi ve bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
Adem Suvağcı
2 Yorum