Âşık Paşa’nın Ailesi, Hayatı ve Düşünce Dünyası

Yazarımız Feyyaz Kandemir, “Garibnâme’de Temsilî Anlatım” başlıklı yüksek lisans tezinden hareketle Âşık Paşa’nın ailesi, hayatı ve düşünce dünyası hakkında bilgi veren derli toplu bir yazı hazırladı. Okurlarımızın istifadesine sunuyoruz…

***

Âşık Paşa’nın Ailesi ve Hayatı

Âşık Paşa ve ailesine dair bilgilerin bulunduğu başlıca kaynak Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi tarafından yazılan Menâkıbü’l-kudsiyye fî menâsıbi’l-ünsiyye isimli eserdir. Bu eserde Âşık Paşa’nın ailesi hakkında menakıbî bilgiler yer almaktadır. Âşık Paşa’nın iki yaşında yetim kalmasına rağmen kendini çok iyi yetiştirebilmesi, dedesinden ve babasından tevarüs ettiği manevi miras sayesinde olmuştur. Bu sebeple Âşık Paşa’yı daha iyi tanımak için atalarından kısaca bahsetmek gerekir. Bu yazıda Menâkıbü’l-Kudsiyye doğrultusunda Âşık Paşa’nın dedesi, babası ve kendisi hakkında bilgi vereceğim. Menâkıbü’l-kudsiyye’nin Mertol Tulum (2017) tarafından yayına hazırlanan nüshasını tercih ettim. Yer yer diğer kaynaklara da atıf yaptım; özellikle Âşık Paşa ve Elvan Çelebi’nin hayatı hakkındaki en teferruatlı çalışmaya imza atan Erkoç’un (2005) kitabından istifade ettim.

Baba İlyas

Âşık Paşa’nın dedesi Baba İlyas, aslen Horasanlı olup Vefâî tarikatına mensup bir sûfidir (Kut, 1991; Ocak, 1991). Künyesi “Mevlânâ Sücaaddin Ebülbeka İlyas b. Ali b. Ahmed Horasanî” şeklindedir; dolayısıyla asıl adı Sücaaddin İlyas, babasının adı Ali ve dedesinin adı Ahmed’dir (Erkoç, 2005). Elvan Çelebi’nin Menakıp’ına göre; Baba İlyas’ı irşat vazifesiyle Rum diyarına gönderen şeyhi Dede Garkın’dır. Baba İlyas Anadolu’ya gelip Amasya’nın bugün İlyas Köyü olan Çat Köyü’ne yerleştikten kısa süre sonra kerametleri ve güzel ahlâkı ile irşat halkasını genişletir, şöhreti Sultan Alâeddin Keykubad’a kadar ulaşır, kendisini ziyarete gelen Sultan’ın saygısını ve dostluğunu kazanır (Elvan, 2017: 65-83, 109). Sultan II. Giyaseddin tahta çıktıktan sonra Baba İlyas ile Selçuklu idaresi arasında sorunlar baş gösterir. Menakıp’ta aktarıldığına göre, Sultan’ın Çat’a idareci olarak atadığı Ruzbe, bu şehrin kadısı olan Köre Kadı’nın teşvikiyle Baba İlyas’ın görkemli atı Boz’a talip olur, Baba İlyas atını vermek istese de Boz, Ruzbe’nin adamlarının bir kısmını tekmeleyerek öldürür ve ahırın duvarını yıkarak kaçar. Bunun üzerine Ruzbe ile Köre Kadı düşmanlık hissiyle hareket ederek Baba İlyas’ın kerametlerini sorgulamaya, mürit ve halifelerine zulmetmeye başlar, hatta Oban adlı bir halifesini öldürtür (A.g.e.: 117-134). Köre Kadı’nın Sultan’a mektup yazarak ve Konya’ya bizzat giderek Baba İlyas’ı “Kendisine peygamber diyen, halkı fitneye sevk eden, sultanın tahtına göz diken” bir kişi olarak itham etmesi üzerine Sultan II. Gıyaseddin, dört bin kişilik bir ordu toplayarak Baba İlyas’ın üzerine gönderir. Beraberindeki seksen halifesi ile zaviyesinden ayrılarak Haraşna Kalesi’ne çekilen ve müntesiplerine fitneyi tahrik edecek davranışlardan sakınmalarını salık veren Baba İlyas, kalede kuşatma altında kalır. Ardından Babailer İsyanı olarak bilinen hadiseler yaşanır (A.g.e.: 136-151).

Babailer İsyanı’nı tetikleyenlerden biri de Baba İlyas’ın halifesi Baba İshak’tır. Hatta Elvan Çelebi bu isyanı “Fitne-i İshak” şeklinde tesmiye eder (A.g.e.: 402). İbn Bibi, Osman Turan ve Hüseyin Hüsameddin gibi tarihçiler, İshak’ın yeni bir din ve devlet kurmayı hedefleyen Rum asıllı bir münafık olduğunu söylerler (Erkoç, 2005). Menakıb’a (162-184) göre Baba İshak Adıyaman ve Malatya civarından hareket ederek şeyhini kurtarmak için Haraşna Kalesine kadar gelir, yol boyunca birçok kıyım yapar; şeyhinin, savaşmaması ve geri dönmesi yönündeki telkinlerine aldırış etmeyerek hadiseleri daha da alevlendirir. Baba İlyas, sözünü dinlemeyen halifesine bedduada bulunur ve İshak Haraşna’da bozguna uğrar. Devamında önce Çat’a giderek Ruzbe’yi yener, burada birtakım karışıklıklar çıkarır, sonra Kırşehir yakınlarındaki Malya Ovasına hareket eder. Köre Kadı’nın mektubuyla Konya’ya haber gitmesi üzerine sultanın gönderdiği orduya yenilerek öldürülür. Baba İlyas ise Boz isimli atının gelmesiyle Haraşna Kalesinden kurtulup sırra kadem basar.

Muhlis Paşa

Yine Menakıb’a göre Âşık Paşa’nın babası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın dört oğlundan en küçük olanıdır. Çat Köyü’nde doğar. İsyan sırasında henüz bebektir. Ateşe verilen zaviyede Şerefüddin Hoca adlı biri tarafından bulunarak yedi yıl boyunca gizlice büyütülüp çok iyi yetiştirilir. Yedi yaşında iken Mısır’a götürülür, burada tahsilini sürdürür ve Melik Zahir’in himayesinde yedi yıl kaldıktan sonra on dört yaşında Anadolu’ya dönerek kimliğini aşikâr eder. Babasının halifelerini topladığı ve tahtı ele geçirmeye çalıştığı iddiasıyla Selçuklu idaresi tarafından takibata uğrar, on yedi şehirde zindanlara hapsedilip çıkar, işkencelere maruz kalır ve bu işkenceler sırasında çeşitli kerametler gösterir (210-260). IV. Rükneddin Kılıçarslan, ahalinin teveccühünü kazanan Muhlis Paşa’ya bir teklif sunarak, şeyhlik davasından vazgeçmesi şartıyla bir şehre bey olarak tayin edileceğini söyler. Bu teklifin reddedilmesi üzerine Muhlis Paşa’yı tehdit eden Sultan yedi gün sonra Aksaray yakınlarındaki Sultanhanı’nda öldürülür.

Muhlis Paşa 1266 yılında gerçekleşen bu olaydan sonra, altı ay Sultanhanı’nda kalarak burayı kendine makam edinir. Daha sonra Konya üzerine yürüdüğü, devlete hâkim olduğu, Karamanoğulları ile Selçuklular arasındaki çekişmede Karamanoğulları safında yer aldığı için tahtı onlara terk ettiği söylenir (Erkoç, 2005). Ömrünün son demlerinde babasının dört büyük halifesinden biri olan Şeyh Osman’ın yaşadığı Kırşehir’e gelerek bir müddet burada konaklar. Bu sırada Şeyh Osman’ın bir kızı olur. Muhlis Paşa, Arapkir’de bulunan iki yaşındaki oğlu Ali Paşa’nın on yıl sonra getirtilerek Şeyh Osman’ın kızı ile evlendirilmesini vasiyet eder. Kısa bir süre sonra 672/1274 yılında ölür. Nerede öldüğü ve metfun bulunduğu konusu tartışmalıdır (Elvan 2017: 260- 294; Erkoç, 2005: 46-47).

Âşık Paşa

Âşık Paşa 670/1272 yılında Kırşehir civarındaki Arapkir’de doğar. Asıl adı Ali, mahlası Âşık’tır. Garibnâme’de bu mahlasın Hızır (as) tarafından kendisine verildiğini söyler, bunu Elvan Çelebi Menakıp’ta tekrar eder; “Ol ledün issi Hızr Paygambar / Ana Âşık diyü hıtab eyler” (366). Paşa lakabı ile anılmasının sebebi olarak babasının en büyük oğlu olduğu söylenmekle birlikte Baba İlyas’ın en küçük oğlu Muhlis’in de paşa lakabıyla anılması bu görüşü tartışmalı kılar. Bu lakap muhtemelen ailesi nedeniyle Âşık Paşa’ya gösterilen hürmetin bir ifadesi veyahut onun bir dönem idarecilik yaptığı yönündeki rivayetleri doğrulayıcı bir ünvandır.

Âşık Paşa, sûfi bir aileye mensup olduğundan kendini ilim ve irfan çevrelerinin içinde bulur. Babasının vefatı üzerinden on yıl geçtikten sonra Arapkir’den Kırşehir’e getirtilerek Baba İlyas’ın halifesi Şeyh Osman’ın himayesinde tahsilini sürdürür; babasının vasiyeti doğrultusunda onun kızı ile evlenir (Elvan, 2017: 300-303). Kırşehir’e geldikten sonra müritlerin ısrarıyla babasının şeyhlik makamına genç yaşta oturduğu dikkate alındığında, Arapkir’de bir miktar tahsil ve terbiye gördüğü tahmin edilebilir. Kırşehir bu dönemde Anadolu’nun ilim, irfan ve ticaret merkezlerinden biridir. Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli, Gülşehrî ve Süleyman Türkmanî gibi ilim irfan ehli kişilerin Kırşehir’de yaşadığı düşünülürse özellikle tasavvuf ve ahiliğin burada yaygın ve yerleşmiş olduğu anlaşılır. Bunun yanında 671/1273 yılında Caca Bey oğlu Nureddin Cibril tarafından Kırşehir’e yaptırılan Caca Bey Medresesi din ilimleriyle birlikte heyet (astronomi) gibi ilimlerin öğretildiği, rasathane olarak da kullanılan çok önemli bir medresedir. Doğumundan bir yıl sonra yapılan bu medresenin de Âşık Paşa’nın tahsiline ciddi bir katkı sağladığı söylenebilir. Nitekim Garibnâme’de astronomi, anatomi ve kimya ile ilgili mevcut bilgiler bu tahmini destekler. Kayınpederi Şeyh Osman’dan sonra Âşık Paşa’nın tahsilinde etkili olmuş diğer isim Süleyman Türkmanî’dir (Yavuz, 2017). Aynı zamanda Hızır (as)’dan ledünni ilim öğrendiğini, manevi menzilleri onun kılavuzluğunda tek tek geçtiğini Garibnâme’de ayrıntılı olarak anlatır.

Elvan Çelebi, babasının güzel ve parlak çehreli, uzun boylu, güleç yüzlü, yumuşak huylu, âşık meşrepli, çok akıllı, duası makbul, söz ustası, âlim, sâdık, âdil, hayâlı ve cömert olduğunu kaydeder (Elvan, 2017: 351-378). Bununla birlikte Âşık Paşa’nın hayatını Baba İlyas’ınki kadar hikâye etmez. Somut bilgiler vermek yerine babasının manevî hâllerini, ahali tarafından ona gösterilen teveccühü ve öldükten sonra duyulan büyük üzüntüyü aktarmakla yetinir; ayrıca kitabı Garibnâme’yi tanıtır ve över. Âşık Paşa’nın Kırşehir Beyi olarak vazifelendirildiği, Anadolu Valisi Timurtaş Paşa’nın veziri olduğu, hatta Mısır’a elçi olarak gönderildiği belirtilir; Garibnâme’de Kubbetü’l-Sahra’yı canlı bir üslupla tasvir etmesi Mısır’a giderken Kudüs’e uğradığı ve buraları gerçekten gördüğü şeklinde yorumlanır (Yavuz, 2017: 261). Onun Osman Gazi ile görüştüğü, beyliğini ilanı sırasında yanında bulunduğu şeklinde bir rivayet de vardır. Arapça, Farsça, Ermenice, İbranice dillerini bilir. Bu anlamda Âşık Paşa dedesinin ve babasının mesleğini kendinde cem etmiş sufî, âlim, şair ve idarecilik vasfı bulunan, kendini iyi yetiştirmiş çok yönlü bir şahsiyettir. Bütün bu birikimini sünnî ve tasavvufî bir doğrultuda halkı aydınlatmak için kullanır. Yaşadığı devirde Anadolu Selçukluların çöküşüne bağlı olarak Anadolu’nun sosyal ve siyasî yönden parçalanmış durumuna karşı, tıpkı Mevlana ve Yunus Emre gibi birlik ve dirlik fikrini sade, somut ve ikna edici bir dille gündemde tutar.

Yunus Emre ve Gülşehrî ile birlikte Anadolu sahası Türk edebiyatının temelini atanlardan biri de odur. Başta Süleyman Çelebi olmak üzere kendisinden sonra yaşayan Yazıcızade Mehmed, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rûmî, Bâkî, Şeyh Galib gibi şairlere tesir etmiştir (2000: XXXIV). Baba İlyas ve Mahmud Paşa’nın karizmatik şahsiyetlerine rağmen Âşık Paşa’dan sonra bu aile ona nispetle anılır. Yazarı bilinen ilk Osmanlı tarihini kaleme alan Derviş Ahmed (1393?-1485?), Âşıkî mahlasını kullanır ve Âşıkpaşazade olarak tesmiye edilir. Atalarının Âl-i Osman’ı gördüğünü belirten Ahmed Âşıkî, ecdadına hanedan mensupları tarafından daima hürmet ve ihsanla muamele edildiğini söyler (Âşık Paşazade, 2003: 320). Âşık Paşa 13 Safer 733 / 3 Kasım 1332 tarihinde 63 yaşında vefat eder. Kırşehir’de metfun olup kabri ziyaret yeridir.

Düşünce Dünyasından Kesitler

Âşık Paşa için en önemli kavramlardan biri, belki en önemlisi akıldır. Öyle ki aşk ile aklı bağdaştırır; aşkı aklın canı olarak görür ve aşksız aklın Hakk’a eremeyeceğini söyler:

Pes bu ‘akluñ cânı ‘ışkdur mutlakâ
Görseñe ‘ışksuz ‘akıl irmez hak’a

Mülke hâkim olmanın ancak kendini bilmekle mümkün olacağını söyleyerek cihan hâkimiyetinin formülünü verir, âdeta geniş bir sahada hüküm süren Osmanlıları müjdeler:

Ger gelürseñ sen saña bellü beyân
Açıla senden saña genc-i nihân
Çünkim ol genci bilesin bil ki sen
Hükm-ile küllî dutasın mülki sen
İre şarkdan garba hükmüñ hakk-ıla
Kanda sen olsañ senüñle hak bile

Buna bağlı olarak Âşık Paşa’nın üzerinde durduğu meselelerden biri de gaziliktir. Garibnâme’nin alplarla ilgili bahsinde alp olmanın şartlarını ve faziletlerini anlatan Âşık Paşa, bir başka yerde namaz kılmanın gazilik olduğunu belirtir:

Gâzılardur pes bu mü’minler bilüñ
Gâzılıkdur bu namâz kılmak kıluñ

Gazilik ile İslâm’ın en temel ibadeti olan namazı bağdaştırması, yaşadığı devirde gaziliğin nasıl algılandığını ve bu sıfata sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Yine Âşık Paşa’ya göre asıl fâtih meşayıhtır:

Ger meşayıh olmasa yol kim aça
Hakk kılıcın uruban il kim aça

Buradan hareketle Âşık Paşa’nın, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması hususunda en önemli rolü velilere yüklediği söylenebilir. Bütün bunların yanında Âşık Paşa’nın kendisinden önce yapılan iyi işleri memnuniyetle tevarüs ettiği ve üzerine bir şeyler katarak onları kazanıma dönüştürmek istediği çok açıktır. Bilhassa Yunus Emre tarafından Türkçe olarak ilk kez ifade edilen fikirleri benimsemesi, sistemli olarak geliştirmesi ve şerh ederek anlaşılır kılması bunu gösterir. Türk dilinin hor görüldüğü bir devirde birkaç dil bilmesine rağmen Türkçe yazarak dilimize sahip çıkar. Garibnâme Türkçeden başka dil bilmeyenlerin manadan mahrum kalmaması için kaleme alınmıştır:

Türk diline kimsene bakmaz-ıdı
Türklere hergiz göñül akmaz-ıdı
Türk dahı bilmez-idi ol dilleri
İnce yolı ol ulu menzilleri
Bu Garîb-nâme anın geldi dile
Kim bu dil ehli dahı ma‘nî bile

Elvan Çelebi babasına Hak’dan Türkçe ilhamlar geldiğini belirtir:

Bu acabdan acapgeh ü bî-gâh
Âşikâra inâyat-ı Allah
Türk dilince habar irerdi ana
Şöyle kim işiden kalurdı tana (Elvan, 2017: 338).

Bu söylemle birlikte Âşık Paşa’nın Türkçe hassasiyeti vehbî bir sebebe bağlanmış olur.

Âşık Paşa’ya “Osmanlıların ideoloğu” yakıştırması yapanlar haksız değildir. Alperen kavramını muhtemelen ilk kez kendisi kullanmış, daha önemlisi bu kavramı ideal gazi tipini verecek şekilde formüle etmiştir. Âşık Paşa eserlerinde Anadolu Beyliklerinin inanç ve fikir dünyasının panoramasını sunmakla birlikte Osmanlıların cihan hâkimiyeti idealine nasıl ulaştığına dair ipuçlarını da gözler önüne sermiştir.

Feyyaz Kandemir


 

Kaynakça

Âşık Paşa. (2000). Garib-nâme (4 Cilt). Haz. Kemal Yavuz. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Âşık Paşazade. (2007). Tevârih-i Âli Osman. Haz. Kemal Yavuz ve M. Ali Yekta Saraç. Gökkubbe.
Elvan, Ç. (2017). Menakıpu’l-Kudsiyye. Haz. Mertol Tulum. Çizgi Kitabevi.
Erkoç, E. (2005). Âşık Paşa ve Oğlu Elvan Çelebi. (Şahsi Yayın). Çorum.
Kut, G. (1991). “ÂŞIK PAŞA”, TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/asik-pasa#1
Ocak, A.Y. (1991). “ÂŞIK PAŞA”, TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/asik-pasa#2-tasavvufi-sahsiyeti
Yavuz, K. (2017). Bir Ömrün Yazıları – I, Nizamiye Akademi Yayınları.

 

Âşık Paşa’nın Eserleri: Garibnâme ve Diğerleri – Feyyaz Kandemir

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Nurullah Ataçî , 12/09/2023

    Feyyaz Kandemir adamdır. Fikriyat hayatımızın mihenk taşlarından biridir. Bu fevkalade yazı için kendisine teşekkür ediyor, metinlerini sitede daha çok görmek istediğimizi buradan iletmek istiyorum. Baki selamlar.

  • dizdariyeli zeynel abidin hüdavendigaroğlu , 12/09/2023

    henüz dünkü metnin altına yaptığımız bir yorumda kandemir beyleri andık. bugün bizleri şereflendirdi, müteşekkiriz. nice yazılarına muhtacız. edebiyatımızın gizlerini ayyuka çıkaracak farklı bir bakış açısına sahip olduğu kanaati, yalnız bende değil, tüm okurlarda mevcuttur diyebilirim. bizlere ırak olmasın lütfen. elbette diğer müessirlerin de mecramızı boşlamaması gerekir. hepsine dua ediyoruz, himmet diliyoruz.

    ittihatçı ahmet rıza’ya ve lord acton’a fikirlerinden ötürü saygılarımı; kayıt ofisinden sabbah abi’ye sevgilerimi sunarken; beytocan’a rahmet dileklerimi de buradan iletmiş olayım. ve cevdet karal’a hürmetler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir