1. Ahmet Süheyl Ünver, 88 yıllık ömrünün 75 yılını (1898-1986) tıp, sanat, kültür üzerine yoğunlaştırmış hezarfenlerdendir. Okumak, yazmak, araştırmak, ders vermek, hekimlik yapmak, tezhip çalışmak, hat çekip ney üflemek, sohbetler terkip edip arşivlerde saatler geçirmek ve bir arşiv oluşturmak onun uğraş alanlarından bazılarıdır.
2. 17 Şubat 1898’de İstanbul Haseki’de doğdu. Babası Tırnovalı Mustafa Enver Bey, annesi XIX. yüzyılın önemli hattatlarından olan Mehmed Şevki Efendi’nin[1] kızıdır.
3. Kendisi bir ocaktır[2], devraldığı ocaklarda sayısını tam olarak bilemeyeceğiz kişi yetiştirip, yine sayısını bilemeyeceğimiz kişiye ufuk açmış, yol göstermiş, akılda ve ruhta bir uyanışa vesile olmuştur. Ocaktır, çünkü edindiği ilim ve sanat ile insanların ruhlarına dokunmayı bilmiş, kültür ve medeniyetimizdeki nüveleri, unsurları, en küçük partikülden makroya üzerlerine eğilerek nasıl bir kültür ve medeniyete sahip olduğumuzu ortaya koymuştur.
4. Dedesi hattat Mehmed Şevki Efendi’den hat dersleri alır. Yeniköylü Nuri Bey’den tezhip, Necmeddin Okyay’dan ebru, Eniştesi de olan Hattat Hasan Rıza Efendi’den sülüs ve nesih dersleri alır. Ayrıca 1920’de tıbbiyeyi bitirir. Gureba ve Haseki hastanelerinde hekimlik yaptığı dönemde Medreset’ül-Hattâtîn’deki tezhip ve ebru derslerini tamamlayarak icazet alır. Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey[3]’in öğrencisi olur, karakalem ve resim yapmaya başlar. Yaptığı her uğraşıda, edindiği her sanat alanında bir şeyin hep eksik olduğunu hisseder, bunun için de Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun[4]’un sohbetlerine katılır.
5. 1927-1929 yıllarında tıp ihtisasını ilerletmek için Paris’te bulunur. Akabinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde “Tıp Tarihi” derslerini vermeye başlar. Tıp Tarihi ve Deontoloji Enstitüsünü kurar. 1936 yılımda Güzel Sanatlar Akademisi’nde Türk Süsleme Sanatları dersini vermeye başlar. 1973 yılına kadar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde ve Topkapı Sarayı Nakışhanesi’nde bu dersleri devam ettirerek birçok öğrencinin yetişmesini sağlar. Bu dersleri verirken bu alanda önemli bir yere sahip olan Baba Nakkaş, Mehmed Refiî Efendi, Ahmet Karahisarî, Nakşî, Levni gibi isimler ile ilgili de çalışmalar yapıp yazılar yazar.
6. Ünver’in gerek sanat, gerek hayat görüşü akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim üzerinden ilerler. Bunu, şu cümle üzerinden okumak mümkündür: “Bilim her şeyi bilmek değildir, bilim neyi nerede bulacağını bilmektir”. Bu cümle bugünün çokbilmişliğine bir cevap olarak da değerlendirilebilir. Yunusça bir söyleyişin temsili gibidir bu “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır”. Ünver, yaptığı tüm çalışmalarda bir dert üzerinden ilerler. Sahip olduğumuz devasa boyuttaki kültürel unsurun gittikçe silinmesi, unutulması, bizi biz yapan değerlerin görmezden gelinmesi onu derinden üzer. Bu konuda elinden ne geliyorsa yapar. Şehir şehir dolaşır, defterler tutar, defterlerle canlı bir şahit olur. Yaşadığı çağın tüm imkânlarını bunun için kullanır. Gittiği, gördüğü, dikkatini çeken ne varsa işler, çizer, yazar, anlatır.
7. Süheyl Ünver’in defterleri şehir araştırmaları için ve özelde İstanbul araştırmaları için çok büyük bir kaynak teşkil eder. Eser, ayrıntılı ve sürpriz denilecek şekilde içerikler barındırır. Günümüzde Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde adına düzenlenen odada 5 koleksiyonda emanetleri sergilenmektedir. Bunlar, Defter Koleksiyonu, Dosya Koleksiyonu, Şahsi Eşya Koleksiyonu, Tablo ve Levha Koleksiyonu, Ressam Hoca Ali Rıza Koleksiyonu adları altında toplanmışdır.
8. Çalışmaları arasında ve Ünver’in düşünce dünyasında İstanbul’a özel bir önem atfettiği görülür. Bu önem dolayısıyla da İstanbul’a dair tarihi, kültürel, sanatsal ne varsa Ünver’in radarına girer. Dolayısıyla bugün İstanbul üzerine yapılacak bir çalışmada Ünver’e başvurmamak, çalışmanın eksik kalmasına neden olacaktır. Ünver’in sadece kitap ve risalelerden oluşan İstanbul Yazıları, 5 cilt halinde İstanbul Risaleleri[5] adıyla yayınlanmıştır. İstanbul’un önemini Ünver şöyle ifade eder: “İstanbul bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, bir hulâsası ve bir tecellisi olmuştur”
9. Ortaya koyduğu eserlerle başlı başına bir kütüphanedir Süheyl Ünver. Başta tıp alanında olmak üzere sanata, tarihe, şehir kültürü üzerine, kitap, makale, ansiklopedi maddesi, gazete yazısı kaleme almıştır. Hakkında yapılan araştırmalar neticesinde bibliyografyasının 1886 neşir içerdiği yönündedir.
10. Süheyl Ünver bir kültür taşıyıcısıdır. Türk İslam medeniyetinin nüveleri üzerinden bir tür bekçilik yapar. Ortaya konulmuş eserlerin gelecek nesillerce de bilinebilmesi, bu eserlerin sahiplenilmesi, yaygınlaştırılması ve ölmemesi için var gücüyle çalışır. Ortaya koyduğu defterler bu çabanın bir ürünü olarak okunabilir. Gittiği, gördüğü, gezdiği şehirlere dair ayrıntılı veriler ortaya koyar. Gördüğü bir çeşme, bir bina, bir çini parçası, bir obje, bir ağaç onun için herhangi bir unsur değil, bir tarihi, bir ruhu barındırır. Bu nedenden dolayı oturup o unsurları resmedip, üzerinde durur, büyük önem atfeder. Örneğin Kütahya Defterleri[6] eserinde olduğu gibi: Kütahya Defterleri, Ünver’in farklı zamanlarda yapmış olduğu ziyaretlerin bir nevi çetelesi. 1966 yılında Kütahya Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu şehir amblemi yarışmasında jüride olması dolayısıyla Kütahya’ya tekraren gelen Ünver, bu vesile ile tuttuğu notları, çektiği resimleri ve yaptığı çizimleri bir defter haline getirmeye başlamıştır. Daha önce de yaptığı çalışmaları bu deftere ekleyerek bir bütünlük haline getirir. Bu bakımdan defterde ara ara tekrarlar göze çarpmakta, bu tekrarlarla da aslında mukayese yapılmaktadır. Defterler, farklı zamanları bir arada sunması bakımından da büyük önem arz etmektedir. Çünkü Ünver’in farklı zamanlarda yapmış olduğu ziyaretler dolayısıyla gözlemleri, önce ve sonra şeklinde değil de son ziyaretten önceki ziyaretlerine doğru aktarılmaktadır.
11. Cebinden veya çantasından boya takımları, kalem, defter eksik olmaz, her an bir şeye dikkat kesilip, o dikkat kesildiği unsuru kaydetmeye meyillidir. Dönemin fotoğrafçısı gibi, fakat bunu sanat ve estetik açıdan üst seviyeye taşıyacak resimlerle aktarır. Desenler, hatlar, çizgiler, renkler, yazılar, kişiler onun ilgi odağıdır. İlgilendiği alanlarda bir uzman gibi o unsura eğilir ve bir tür aktarıcı olduğunu asla unutmaz.
12. 1956 yılında İstanbul’daki önemli tarihi mekânların, Menderes hükümeti zamanındaki yıkımına şahit olan Ünver, çok üzülür. Ahmet Güner Sayar’ın aktardığına göre bir gün Beyazıt Meydanı’nda üniversiteye girişte Tanpınar’ın “Süheyl, İstanbul sana emanet” diyerek yoluna devam ettiğini aktarır.
13. Süheyl Ünver, kızı Gülbün Mesara’nın; “Babam aslında sanat yapmayı değil, şehirlerin manevi kalkınmalarında birer temel taşı olarak gördüğü tarihî hatıraları gelecek nesillerin istifadesine sunmayı amaçladığını söylerdi” cümlesi, Ünver’in amacını net biçimde özetlemektedir. Amacını gerçekleştirmek için karşısına çıkan tarihi öneme sahip, mescit, tekke, mezar taşı, sokak, ev, hamam, ziyaretgâhların tespiti için var gücüyle çalışmıştır.
14. Ahmet Güner Sayar, vefatının 25. yılına doğru yayımlanan bir dergideki yazdığı makalesinde şunları aktarır: “Süheyl Ünver, yaptığı yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerinde gördüğü yerleri Evliya Çelebi ruhuyla el yapması defterlerine kaydeder, ayrıca Çelebi’de olmayan resim boyutuyla tezyin ederdi. Gittiği yerlerdeki kütüphanelerdeki yazma kitapların künyelerini alır, derkenarları not ederdi. Bu haliyle o, Kâtip Çelebi’yi izlemiştir. Fakat, görünen odur ki Süheyl Ünver, iki Çelebi’yi, Evliya Çelebi ile Katip Çelebi’yi çalışmalarında başarıyla bir etmiş, müstesna bir akl-ı selim sahibi araştırmacıdır”
15. Ünver’in eserleri için bir bibliyografyayı[7] sunmak, başlı başına bir iştir. Bu konuda yapılmış çalışmalar mevcut olmakla birlikte, Ünver’in eserleri üzerine daha fazla çalışması, bıraktığı hazine değerindeki bu mirasın detaylı bir şekilde yorumlanması büyük öneme sahiptir.
Bilal Can
[1] Hat sanatında “Şevki mektebi” ismiyle anılan üslubun sahibidir. Kendisi “yazıyı bana rüya âleminde tâlim ettiler” dediği aktarılır, hocası Hulûsi Efendi’yi kendi usulünü bulduktan sonra bile ziyaret eder, hürmet gösterirdi. Hayatı boyunca 25 mushaf, sayısız cüz ve evrâd, kıta, yazılar, hilyeler ile birlikte Celî sülüsle on kadar levhası olup bunların çoğu müzehhip Hüsnü Efendi tarafından zerendûd usulüyle işlenmiştir. Bazı kabirlerin yazısını ve çeşmelerin kitabelerini de yazmıştır. Konu hakkında A. Süheyl Ünver’in 1953 tarihli bir eseri mevcuttur.
[2] Ocak, çeşitli şekillerde şifa veren ve Anadolu’da bir gelenek halinde devam ettirilen bir usule sahip insanlara faydalı olmaya çalışma, belli hastalıkları giderme gücüne sahip olma durumu.
[3] Sanat âşığı, dervişmeşrep biridir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti başkanlığı yapmıştır. Resim koleksiyonu Ankara Milli Kütüphane’dedir. Bazı çalışma defterlerini Süheyl Ünver’e vermiş, Ünver de bu defterleri Süleymaniye Kütüphanesine bağışlamıştır.
[4] Hakkında ayrıntılı bilgi için Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar’ın Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanmış eserine bakılabilir. Ahmet Güner Sayar, bu eseri hocası Süheyl Ünver’in isteği doğrultusunda hazırlamıştır.
[5] Bugün çoğu eseri gibi bu eserin de baskısı bulanamadığı için sadece kütüphanelerde bulunabilir.
[6] Kubbealtı Neşriyat tarafından yayınlanmıştır.
[7] Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver Bibliyografyası İşaret Yayınları arasından Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar ve Gülbün Mesara tarafından hazırlanmıştır. Daha önceki bir çalışma Osman Ergin Tarafından Tıp Tarihi Enstitüsü tarafından hazırlanmış 1920-1940 arasında yayınlamış olduğu 526 parça hakkında bilgi içeren bir eser olup bu çalışma daha çık tıp tarihi üzerine eğilen çalışmalara odaklanmıştır.