Türk şiiri taklit ve nazire şiiri şeklinde gelişmiştir. Tekke şiiri, divan şiiri, saz şiiri, taklit ve nazirenin ötesinde alıntı ve çalıntı örnekleriyle doludur. Modern Türk şiirinde de bunun örneklerine rastlanır. Fakat zaten taklitten, etkiden ve (ç)alıntıdan uzak bir edebiyatın, şiirin varlığından söz edilebilir mi? Kültür, sanat ve edebiyat faaliyetlerinin olmazsa olmazı etkileşimdir. Büyük olarak kabul ettiğimiz şairlerimizin ciddi bir kısmı, aslında maharetli birer hırsız(!) veya taklitçidir; kuru kuruya bir taklitten bahsetmiyorum, o ayrı. Tamamen özgün bir şair bulmak mümkün değil. Bu imkânsızlık bütün milletlerin şairleri için geçerli. Giraudoux şöyle demiş: “İntihal bütün edebiyatların temelidir. İlki hariç! Ki o da bizce meçhul!” Paul Valery’nin kanaati ise şu: “Başkalarıyla beslenmek, orijinal olmanın da, kendisi olmanın da ta kendisidir. Fakat onları hazmetmek gerekir. Nitekim aslan da hazmedilmiş koyundan meydana gelir.” Şeyh Gâlib, şaheseri olan Hüsn ü Aşk’ı, Mevlana hazretlerinden (ç)aldığını açıkça söyler:
Esrarını Mesnevî’den aldım
Çaldım velî mîri malı çaldım
Demek ki çalmanın niteliği mühim! Çalarken alçalmayacak, çalmamış gibi davranmayacaksın, bu bir. Çaldığını yükseltecek, daha güzel hâle getireceksin, bu da iki. Nitekim T. S. Eliot’a göre (ç)almak büsbütün bir marifettir; çaldığını daha güzel hâle getirmek şartıyla tabiî ki: “Toy şairler taklit eder, usta şairler çalar; kötü şairler aldıklarını bozar, iyi şairlerse güzelleştirir.” Dolayısıyla niteliğini gözetmek şartıyla, taklit, nazire ve (ç)alıntıyı müspet manada kabul edebiliriz.
Hafımızda yer etmiş birçok güzel şiirimiz taklit/nazire mahsulüdür. Hatta bazıları için (ç)alıntı tabirini kullanabiliriz rahatlıkla. Bu şiirler/mısralar asırlar boyunca işlenerek mükemmel bir şekil almış, asıllarını gölgede bırakan bir güzelliğe ulaşmıştır. Bu yazıda ve devamındaki yazılarda taklit/nazire yoluyla meydana getirilmiş şiirleri değerlendireceğim. Yazı uzun olduğundan okuyuculara usanç vermemesi adına üç dört parça hâlinde yayımlanacaktır. Hemen belirteyim ki, niyetim, ele alacağım şiirlerin veya şairlerin itibarını sarsmak değil. Tam aksine ben taklidi bir tür “Kemal Mektebi” olarak görüyorum. Bu yüzden yazıya “Taklitten Tekâmüle” başlığını verdim. Maksadım Türk şiirinde mükemmelin izini sürmek ve mükemmelin evveliyatını gözler önüne sermek. Bu iş benim için, güzelliği meydana getirmenin yollarını ve sırlarını araştırma ameliyesidir. Ayrıca kimisi unutulmuş olan asıl/zemin şiirleri de yeniden hatırla(t)ma vesilesidir.
Yunus’un Niyâzı, Niyâzî’nin Yunus’u
Niyazi-i Mısrî’nin meşhur bir şiiri var, bestelenip ilahi olarak okunduğu için çoğumuzun hafızasındadır: “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” mısraıyla başlayan bu şiir, Yunus Emre’nin bir şiirine naziredir. Önce Yunus’un şiirini okuyalım:
Ben derd ile âh ederdim derdim bana derman imiş
İsteridim hasret ile dost yanımda pinhan imiş
Kanda idim fikr ederdim göğe bakıp şükr ederdim
İsteridim hasret ile dost yanımda pinhan imiş
Sanırdım kendim ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam
Beni bu hayâle salan bu sıfat-ı insan imiş
İnsan sıfatı kendi Hakk insandadır Hakk doğru bak
Bu insanın sıfatına cümle âlem hayran imiş
Her kim ol insanı bile hayvan ise insan ola
Cümle yaradılmış kula insan dolu sultan imiş
Tevhid imiş cümle âlem tevhidi bilendir âdem
Bu tevhidi inkâr eden öz canına düşman imiş
İnsan olan buldu Hakk’ı meclis anın odur saki
Hemân bu bî-çâre Yunus aşk ile âşinâ imiş
Yunus Emre’nin şiirinde yersiz bazı tekrarlar ve kafiyenin aksadığı bir kısım var. Bu belki de bir müstensihin gadri sebebiyledir, bilemeyiz. Yunus Emre şiirlerini Türkçenin iptidai devrinde söylediği ve aradan çokça zaman geçtiği için onun lafızlarında bir takım aksaklıkların olması normaldir. Zaten o lafızcı bir şair değil, mana avcısı bir gavvas olmayı tercih etmiştir.
Niyazi-i Mısrî’nin şiirine geçelim:
Derman arardım derdime derdim bana derman imiş
Burhan sorardım aslıma aslım bana burhan imiş
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyû
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş
Savm u salat u hac ile sanma biter zahid işin
İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfan imiş
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana hakka’l-yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide gönül verme kim yolun sarpa uğratır
Mürşid-i kâmil olanın gayet yolu âsan imiş
Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur
Âlem kamu bir yüz durur gören anı hayran imiş
İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün
Hakk’dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş
Görüldüğü üzere iki metinde anlatılan şey neredeyse aynı. “Derdim bana derman imiş” tabiri doğrudan alınmış. Bazı mısralar ufak dokunuşlarla yeniden düzenlenmiş: Yunus’ta “Sanırdım kendim ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam” olan mısra, Mısrî’de “Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam” şeklinde düzenlenerek, “kendi” kelimesi yerine “öyle” getirilmiş. Nitekim aynı mısrada hem “kendi” hem “ben” kelimelerinin bulunması fuzulidir; ikincisinde bu fazlalık giderilmiştir. Buna benzer birkaç tasarruf daha mevcut, zikretmeye gerek yok, mukayeseli olarak bakıldığında görebilir.
Niyazi Mısrî bir şiirinde, “Niyazi’nin dilinden Yunus durur söyleyen / Herkese çün can gerek Yunus durur can bana” diyerek Yunus Emre’ye olan muhabbetini ayan beyan göstermiş veli bir şairdir. Hâliyle onun selefine karşı bir üstünlük çabası yoktur, aksine, ondan ilham alması, onu hatırlaması ve hatırlatması söz konusudur. İkisi de aynı bağın bülbülüdür. Yunus’un şiirinde aksayan bazı kısımlarNiyazi’nin dilinde kemale kavuşmuştur. Netice itibariyle şiir aslından daha güzel bir hâle getirilmiş, taklit yoluyla tekâmül sağlanarak bu oldukça güzel şiir/ilahi bizlere tevarüs etmiştir.
(Devam edecek…)
Feyyaz Kandemir
2 Yorum