“Nâmım Fuzûlî! Oturduğum yer Kerbela toprağıdır.
Nereye ulaşsa, şiirlerime hürmet gösterilmesi icap eder!
Şiirlerim ne altındır ne gümüş! Ne laldir ne de cevher!
Velâkin topraktır. Toprak, hem de Kerbela toprağı!”
Fuzûlî, Türk şiirinin zirve isimlerinden biri; hem divan hem tekke hem de saz şairleri üzerinde etkili olmayı başarmış yegâne şairimiz. Kendisinden sonra gelen şairlere onun kadar tesir edebilmiş ikinci bir şairden söz edemiyoruz. Birçok şiiri defalarca kez divan, tekke ve saz şairleri tarafından tanzir edilmiştir. Tanzimat ve Cumhuriyet nesli tarafından da takdir ve sitayişle anılan bir şair olmuştur. Bir kısım gazelleri bestelenmiştir. Onun müstesna bir hususiyeti, Azerbaycan lehçesiyle yazmış olmasına rağmen, orayla sınırlı kalmamasıdır. Bu lehçenin ilk büyük şairi olan Seyyid Nesîmî, Anadolu’ya gelerek Şeyhî ile görüşmüş, devrinde ve sonrasında Osmanlı şairleri üzerinde tesirli olmuş bir isimdir. İki lehçenin şairleri arasındaki alışveriş o zamana uzanır. Klasik devirde bu lehçe ile Anadolu sahasında konuşulan Türkçe arasında büyük bir fark yoktu. 19. asra gelinceye dek Anadolu sahasındaki şairler Azerbaycan lehçesinin bazı hususiyetlerini şiirlerine aksettirmişlerdir. Bu hususiyetlere az da olsa Nedim’de, Şeyh Galib’de bile rastlıyoruz. Bunda Nesîmî ile birlikte Anadolu’da çok okunmuş olan Fuzûlî’nin ciddi bir payı olduğu muhakkak. O, Çağatay sahasında da tesirli olmuş bir şairdir; bu anlamda Ali Şir Nevâî’den aldıklarını fazlasıyla iade etmiştir. Hem Azerbaycan hem Anadolu hem de Çağatay sahasına uzanan bu kuşatıcılığı, Fuzûlî’yi müstesna kılmaktadır.
Peki, kendisinden sonrakiler üzerinde bu kadar tesirli olan Fuzûlî hangi Türk şairlerinin tesiri altında kalmıştır? Kimleri okumuş, dâhil olduğu gelenekten neler almış, kendisinden önceki şairlerden ne kadar istifade etmiştir? Yazıda bu soruları cevaplandırmaya çalışacağım.
Fuzûlî’nin gazellerini derleyerek yayımlayan Abdülbaki Gölpınarlı, kitabının başına şair hakkında uzunca bir giriş yazısı ilave etmiş, bu yazıda, Fuzûlî’yi etkileyen Fars ve Türk asıllı şairleri mukayeseli olarak ele almıştır. (Fuzuli Divanı, İnkılap Kitabevi, 2016, İstanbul) Gel gelelim ki o, anakronik yaklaşımı yüzünden klasik şiirimize dair yanlış çıkarımlarda bulunan, hatalı hükümler veren bir araştırmacıdır. Klasik şiiri kötü bir taklitçiliğin numunesi olarak görür. Bu yüzden Fuzûlî’nin taklit ve nazire mahsulü olarak meydana getirdiği şiirleri onu küçültecek şekilde takdim eder.
Mesela giriş yazısında Fuzûlî’nin büyük bir şair olduğunu belirttikten sonra şöyle tuhaf bir yakınmada dahi bulunur: “Fuzûlî’nin Yunus’u okuduğunu, hatta duyduğunu sanmıyorum. Ne olurdu okusaydı, onun yolunu tutsaydı, onun gibi halkın malı olsaydı da dili, bugün küçük bir değişmeyle anlaşılsaydı, birçok duyguları da devrine ve mensup olduğu zümreye münhasır kalmasaydı.” Bu yakınmayı anlamak mümkün değil. Fuzûlî zaten klasik şiirin Necâtî ile birlikte en sade üsluplu şairidir. Onun asırlar geçmesine rağmen kalıcı olmasını ve bugün dahi zevkle okunmasını sağlayan sade ve samimi üslubuna eşlik eden derinliğidir. Her ne ise; görüşlerine katılmasam da hakkını teslim etmem gerekir: Bu yazıda kullandığım malzemenin ciddi bir kısmını Gölpınarlı’nın kitabından aldım.
Fuzûlî, en çok sevilen ve bilinen şiirlerinin büyük kısmı nazirelerden meydana getirmiştir. O, kendisinden önceki şairlere kayıtsız kalmamış, geleneği kendine muhkem bir zemin eyleyerek yükselmeyi başarmış bir şairimizdir. Türk şiirinin en güzel naatlarından biri olan “Su Kasidesi”ni Ali Şir Nevâî’nin su redifli gazelini tanzir ederek yazmıştır:
Saçdı terden gül üze ol serv-i gül-ruhsâr su
Koyma kim def’iga kıldı ot üze izhâr su
Nevâî
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlâre su
Kim bu denlü dutuşan odlâra kılmaz çâre su
Fuzûlî
Nevâî’nin binlerce gazelinden bir gazel olan bu şiiri, eğer Fuzûlî tanzir etmeseydi, bu güzelim naattan mahrum kalacaktık. Fuzûlî’nin“Öyle sermestem ki…” diye başlayan meşhur şiiri de zannederim Ahmedî’nin bir gazeline naziredir:
Ayağı tozına yârun cân gerekdür pîş-keş
Dûn değülsen yâre tuhfe itdüğün dünyâ nedür
Ahmedî
Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Ben kimem sâkî olan kimdür mey u sahbâ nedür
Fuzûlî
Fuzûlî üzerinde tesirli olan bir diğer şair Karamanlı Nizâmî’dir. Fatih zamanında bir aralık gözden düşen Ahmed Paşa’nın yerine padişaha tavsiye edilen bu genç şairin, İstanbul’a gelirken yolculuk esnasında vefat ettiği rivayet edilir. Ayın on dördü gibi 14 yaşındayken vefat ettiği söylenmiş ise de, bu söylentiyi halkın yakıştırması olarak gören Latifî, tezkiresinde“Daha büyük yaşta öldüğü muhakkaktır, bu kadar tahsil o yaşta olmaz” demiştir. Sehi Bey onun şiirlerini “selis ve nefis” olarak niteler. Gazellerine 300 civarında nazire söylenmiştir.
Bu ömrüne doyamadan gencecik yaşında ahirete irtihal eden şair, Fuzûlî’nin en güzel gazellerine, beyitlerine kaynaklık etmiştir:
Ol peri-peyker ki dil zülf-i perişanundadur
Ayet-i hüsn-i letafet ol peri şanındadur
Nizâmî
Âşiyan-ı mürg-i dil zülf-i perişanundadur
Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanundadur
Fuzûlî
Zahmuma kim baksa der ki buna merhem neylesün
Derdimi kim görse eydür kabil-i derman değil
Nizâmî
Aşk derdinin devası kabil-i derman değil
Terk-i can derler bu derdin muteber dermanına
Fuzûlî
Nizâmî’nin şu beyti, Fuzûlî’nin dilinde hem müthiş bir mana zenginliğine hem de samimi bir arz-ı hâle dönüşmüştür:
Bir zerreyim ki cehd ile hurşide yetmişem
Bir katreyim ki sa’y ile ummana ermişem
Nizâmî
Miskin Fuzûlî’yem ki sana tutmuşam yüzüm
Ya bir kemine katre ki ummana yetmişem
Fuzûlî
Nizâmî’nin beytini, “Bir zerreyim ki cehtle güneşe kavuşmuşum, bir su damlasıyım ki gayretle ummana ermişim” şeklinde mealen aktarabilirim fakat Fuzûlî’nin beyti öyle kolay aktarılacak gibi durmuyor. Çoklu okumalara elverişli:
a) Miskin Fuzûlî’yim ki sana tutmuşum yüzüm… Miskin, aciz, değersizim ama yüzümü sana dönerek fazilet kazanmış oluyorum… b) Hem miskin hem fuzuliyim, aciz bir kulum. Şu aciz, değersiz hâlimle yüzümü sana dönmüşüm… İlk mısra her iki manada anlaşılabilir.
İkinci mısra:
a) Küçücük bir su damlası iken umman gibi oldum, değersizken değere kavuştum, parça iken seninle bütünlendim, vahdete erdim… b) Küçücük bir su damlasıyım ama ummana dengim, göründüğümden daha ‘fazlayım’; katre görünümlü bir ummanım… Ummanda çer çöp her şey var, bense tertemiz bir katreyim…
“Fuzuli” kelimesinin hem “fazla, fazıl, faziletli” hem de “gereksiz, fazlalık” gibi anlamları yüklenebiliyor olması, aynı şekilde miskin ve yetmişem kelimelerinin zengin manalar barındırması beyti çoklu okumalara müsait kılmıştır. “Ki” edatının varlığı da cabası. İlk mısraın münacat olduğuna şüphe yok. Gel gelelim Fuzûlî hayatta iken hak ettiği değeri bulamadığından, yeterince himaye edilmediğinden çokça yakınmış bir şairdir. Şah ile Sultan arasında kalmıştır. İhtişamları sebebiyle onları umman, kendisini ise tertemiz bir katre olarak tasavvur etmesi, kıymetini bilmeyenleri yerip kendini dolaylı olarak övmesi ihtimal dâhilindedir. İlk mısrada Hakk’a yüzünü dönen şair, ikinci mısrada bu itimat duygusuyla müdanasız bir tavır takınmış olabilir.
Fuzûlî üzerinde en fazla tesiri olan şair, Ali Şir Nevâî’den sonra Necâtî Bey’dir:
Kısmet almak ister isen derd ü gam can u dile
Ok bıraksın gamzen ey ebrû-kemanım ya nasib
Necâtî
Kaşlarun yayı bir ok lütfeylemiş her âşıka
Ben hem andan eylerem bir ok temenna ya nasib
Fuzûlî
Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölücek
Bir avuç toprağ atar bâd-ı sabadan gayrı
Necâtî
Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne çalar kimse kapum bâd-ı sabadan gayrı
Fuzûlî
Bu son beyit sadece Fuzûlî’nin değil, Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biridir. Necâtî’nin “gayrı” redifli gazeli birçok şair tarafından tanzir edilmiştir; Fuzûlî, bu gazeli o kadar beğenmiştir ki üç ayrı nazire yazmıştır. Birisinin matlaı, Necâtî’nin matlaı ile kelime kadrosu bakımından müşterek olsa da mana bakımından farklıdır:
Deme kim yarda yok cevr ü cefadan gayrı
Ne dilersen bulunur mihr ü vefadan gayrı
Necâtî
(Yarda eziyet ve cefadan gayrı bir şey yok deme; öyle ki onda aşk ve vefadan gayrı ne dilersen bulunur.)
Yâr kılmazsa bana cevr ü cefadan gayrı
Ben ana eylemezem mihr ü vefadan gayrı
Fuzûlî
(Yâr bana eziyet ve cefadan gayrı bir şey vermese de, ben ona aşk ve vefadan gayrısını veremem.)
Bir de menfi bir misal vereyim. Mesela alttaki beyitlerde, Fuzûlî gayet hoş bir nükteye ulaşmakla beraber yapmacığa düşmüş, duyguyu iletmekte Necâtî kadar başarılı olamamıştır:
Hâkîleriz biz özleriz ol serv kâmeti
K’ehl-i kubûr can gibi ister kıyâmeti
Necâtî
(Biz toprak ehliyiz, o servi boylu sevgiliyi elbette özleriz; ölüler nasıl ki hayata kavuşmayı ve kıyametin kopmasını ister, işte öyle.)
Mahşer günü görem dedim ol serv kâmeti
Ger anda hem görünmese gel gör kıyâmeti
Fuzûlî
(O servi boylu sevgiliyi mahşer günü görmek isterim; eğer orada bana görünmezse, sen kopacak kıyameti o zaman gör!)
Fuzûlî kelimelerin tedaisine kapılarak ölüm ötesine dair bir nükte fırlatıvermiş. Kötü mü? Değil. Ancak Necâtî daha samimi ve sahici, yüzü ölüme ve hayata aynı nispette dönük. Ayrıca tenasüb sanatı bakımından daha üstün.
Fuzûlî’nin hemen her biri şah beyit kıvamında olan güzel bir gazeli ise Mesîhî’ye naziredir. Mesîhî’nin ilk beyti ile Fuzûlî’nin ikinci beyti şöyle:
Sûz ile âh edeydim hadden eğer ziyâde
Kuşlar kebap olurdu döne döne havada
Mesîhî
Verseydi âh-ı Mecnûn feryâdımın sadâsın
Kuş mu karar ederdi başındaki yuvada
Fuzûlî
Mesîhî’nin son beyti ile Fuzûlî’nin ilk beyti:
Talim-i aşk edeydim Ferhad’a ger Mesîhî
Komazdı iki taşı dağlarda bir arada
Mesîhî
Olaydı bendeki gam Ferhad-ı müptelâda
Bir âh ile verirdi bin Bi-sütûn’u bâda
Fuzûlî
Yalnızca vezin, kafiye değil, görüldüğü gibi imajlar (âh ile kuş, Ferhat ile dağ) bile tamamen Mesîhî’den alınmıştır. Ancak Fuzûlî aldığına kendi rengini, ahengini vermiş, üslûbunun damgasını vurmuştur. Onun daha pek çok naziresi vardır. Hepsini sayıp dökmek fuzuli bir iş olur. O, sadece kendisinden öncekilere değil, devrindeki şairlere karşı da kayıtsız kalmamıştır. Kanuni’nin Bağdat seferi sırasında Hayâlî Bey ve Taşlıcalı Yahya ile görüşen şair, onların teklifi üzerine edebiyatımızın en güzel mesnevilerinden olan Leyla ve Mecnun’u kaleme almıştır. Bu şairler birbirlerinin şiirlerine nazireler yazmışlar, etkileşimleri Türk şiirinin yararına olmuştur.
Netice itibariyle Fuzûlî, geçmişten tevarüs ettiğinin fazlasını sonrakilere miras bırakmıştır. Çünkü aldıklarını daha güzel hâle getirmeyi başarmıştır. Onu taklit ve tanzir yoluyla tekâmüle ulaşmış bir şair olarak tavsif edebiliriz.
Feyyaz Kandemir
Taklitten Tekâmüle I: Türk Şiirinde Mükemmelin İzini Sürmek
Taklitten Tekâmüle II: Meyveyi Tadarken Tohumu Hatırlamak