Sezai Karakoç’un Poetikası – 2

İkinci Yeni şairlerinde pek sık rastlamadığımız metafizik açılımlar, Karakoç şiirinin en belirgin özelliklerindendir. Şiirde anlamı önemseyen Karakoç, okurun anlayamayacağı şiir yazmayı savunmaz. Onun için şiirde anlam gizlenebilir, ancak tamamen anlamsız da yazılmamalıdır. Çünkü şair anlaşılmak için yazar ve yine ona göre, şair misyonu olan bir adamdır. Toplum önderi, topluma yol gösteren bir kurtarıcıdır. Anlamsız şiirlerle ve anlamsız metinlerle şairin bu görevini yerine getiremeyeceğini bilen Karakoç, basit şiir yazma zafiyetine düşmeden, zaman zaman da anlamın gizlendiği, kendini kolayca ele vermeyen şiirler yazar. Yine bu şiirlerdeki anlam kapalılığı İlhan Berk, Ece Ayhan ve Edip Cansever’deki kadar değildir. Bir kapalılıktan söz etsek de, bu okuyucuyu tamamen şiirin dışına iten, anlamı şiirden koparan bir yapıda değildir.

Alışılmamış bağdaştırmaları şiirini zenginleştirmek için kullanan şair, bu noktada da diğer hareket şairleri gibi aşırıya kaçmaz; şiirin mantığını kurarken alışılmamış bağdaştırmaların üzerine bir şiir inşâ etmez. Karakoç şiirinde bunlar genellikle şiirin içine yedirilerek, sindirilerek yapılır. O yüzden okuyucu bu şiiri okuduğunda, diğer şairlerin şiirlerinde olduğu gibi sarsılmaz. Karakoç bunu, okuyucuyu uyanık tutmak, onun zihnini bir anlık da olsa sarsmak için bir araç olarak kullanır. Zira alışılmamış bağdaştırmalar ve sözdizimi sapmaları, okuyucudaki alışılmış zihin yapısını yıkmaya yöneliktir. Bunu en çok kullanan İkinci Yeni şairi Ece Ayhan, bu tarzıyla okuyucuyu sarsarak şaşırtmaya çalışır. Ancak şiirindeki anlam kapalılığı, ses sapmaların çokluğu, okunan şiirin anlaşılmasını güçleştirir. Neticede de şiiri okuyan okuyucu geride sadece bir şiirsel sarsıntıyla kalır.

Yine Karakoç şiirinde, İlhan Berk, Ece Ayhan ve Edip Cansever’deki kapalılığı bulamayız. Özellikle de İlhan Berk’in şiirindeki kapalılık, hatta anlamsızlık Karakoç’ta görünmez. Bu açıdan “İkinci Yeni içinde en anlaşılır olan şair” odur dersek yanılmış olmayız. İkinci Yeni şiirini anlam açısından en aşırı ucunu İlhan Berk’e götürürsek, en anlaşılır olan diğer ucunu da Sezai Karakoç’a götürmemiz gerekecektir. Yine Karakoç ile Berk arasında bir sıralama yaparsak; Karakoç’a daha yakın çizgide Cemal Süreya’yı görürüz, onun ardından ise Turgut Uyar gelir. İlhan Berk çizgisinde ise, ona en yakın duran şair, kendini otorite karşısında ve alışılmış, yerleşmiş algıları yıkmada bir anarşist olarak gören Ece Ayhan yer alır. Bu halkada Ayhan’a en yakın isim Edip Cansever’dir.

Sonuç olarak; İkinci Yeni şairlerinden önemli farklarla ayrılan Sezai Karakoç’un, düşünce yapısındaki farklılıklar poetik anlayışına da yansımıştır. Yukarıda da izah ettiğimiz şair ve şiir anlayışı doğrultusunda temel aldığı kaynaklar ve poetikasını üzerine inşa ettiği İslam fikri onu, çağdaşı olduğu ve aynı şiir hareketi içerisinde yer aldığı diğer şair arkadaşlarından ayırır. Karakoç, şiirinde ve şair düşüncesinde İslam ve İslam tasavvufunu değer yargısı yaparken, İkinci Yeni şairlerinde böyle bir durum ve böyle bir kaygı görülmemektedir. Bunun da ötesinde onlar, Marksist ve Sosyalist bir dünya düşüncesinden yola çıkarlar. Maddeye bakışları ve maddeyi yorumlayışları da, ruh profilinde değil, materyalist düşünce çerçevesindedir.

İşte, şiire ve şairliğe birlikte başladığı arkadaşları ile dünya görüşü olarak ayrılan Karakoç, doğal olarak kendi şiir poetikasını ve sanatını kurma yoluna yönelir. Bu noktada da, “nasıl bir şiir?” ve “nasıl bir şair” sorusunun cevaplarını arar. Uzun uzun düşüncelerin sonucunda, sanatında ve poetikasında bir çözüme varan Karakoç, şiir ve şair düşüncesini, İslam ve İlahi Kitap ile sınırlar. Onun açısından bu iki hakikat, sanatına ve şiirine istikamet ve sınır vermektedir. Bu açıdan şiiri değerlendirirken naa’t noktasında durur ve özel değerlendirmeler yapar. Naa’t konusunda yeni açılımlar yapan Karakoç, şiirle naat’ın konumunu belirledikten sonra, şiirle vahyin yerini de netleştirir. Poetikasındaki kavramlar açısından da meseleyi ele alan şair, şiiri kaleme alan şairin ve şiirin ilahlaşmasına, ya da tanrılığa soyunmasına sert bir şekilde karşı çıkar. Bu açıdan bakıldığında İkinci Yeni şairlerinin yapmaya çalıştığı şey, yeni bir şiir dili kurmak ve eskiye ait olan her şeyi yıkmaktır. Onlar Dadaist bir mantıkla hareket ederek, geleneksel olanı düşman kabul ederler ve şiirlerinde gelenekten faydalanmazlar. Yazdıkları şiir dilinin yeni oluşunun okuyucuya verdiği sıkıntıyı da önemsemezler. Zira bu şiirde önemsenen okuyucu değil, şiir sanatıdır. Garip şiirinin dildeki sadeliğine de bu yüzden karşı çıkan İkinci Yeni şairleri, şiirin bir sanat olduğu gerçeğinden hareket ederler.

Toplumda var olan şiir ve sanat algısının çok düşük olduğunu düşünen Ece Ayhan gibi şairler, yukarıda saydığımız sapmalarla ve farklı bağdaştırmalarla okuyucuyu sarsınca, toplumda var olan algı ortalamasının değişeceğine ve yükseleceğine inanırlar. Özellikle Ece Ayhan, okuyucuyu bir “akbabaya” benzeterek önemsemez. Edip Cansever’de, bu açıdan Ayhan’a yakın duran bir diğer isimdir. O da, bu yeni şiir hareketinde okuyucunun önemli olmadığını, yazılan şiirleri anlayamayacaklarını, ancak gelecekte algı ortalaması yükselince kendi şiirlerinin anlaşılacağını düşünür. Şiirde anlamsızlığın ve anlamsız şiirin kuramcısı olmayı düşünerek şiir yazan İlhan Berk, Avrupa’da var olan “otomot” yazı tarzını dener. Berk, İkinci Yeni hareketi içinde bu teknikle şiir yazan bir şairdir. Bunun dışında Karakoç’ta gördüğümüz, şiirini ve poetikasını zamanla ve yavaş yavaş kurma eğilimi Berk’te yoktur. Berk, İkinci Yeni şairleri arasında en çok tarz değiştiren şair olarak göze çarpar. Uzun yıllar şiir yazan Berk, devamlı yeni denemeler yapmış, Türk şiirinde hiç denenmeyenleri denemiş bir şairdir. Bu tarz zaman zaman şiirinde düşme yaşanmasına neden olmuş, ancak şiirinin tıkanma yaşadığı dönemlerde de, tıkanan şiirin önünü açan bir yöntem olmuştur. Ayrıca İlhan Berk, İkinci Yeni şairleri içinde bilinçli olarak poetika yazan, poetik bir şiir kurmaya çalışan bir şairdir. Değişik zamanlarda yazdığı yazı ve makalelerde, neden şiir yazdığı, arzuladığı şiir ve şiir dili hakkında açıklamalarda bulunan Berk; şair ve şiir düşüncesini net bir temelde veremez. Bunun nedeni de kanaatimizce, Karakoç’ta gördüğümüz sistemli ve düzenli bir şiir ve şairsel gelişmenin onda bulunmayışıdır. Kendi eserlerinden yola çıkarak şiir ve şair anlayışı üzerinde çözümlemeler yapmaya çalıştığımız Sezai Karakoç’un, şiir ve şair anlayışını irdelerken de belirttiğimiz gibi, Karakoç’un şiir ve düşünce yazılarında anlaşılır olmak ve anlaşılmak kaygısı taşıdığını tekrar etmekte fayda görmekteyiz. Zira Karakoç şiirinin en önemli yanı, anlaşılır olması ve anlaşılır olandan yana tavır almasıdır. Tabiî Karakoç bunu, şiirle ve şairlikle topluma, halka bir mesaj vermek için seçer. Ancak, buradan hareketle onun tüm şiirlerinin anlaşılır olduğu veya net bir ifadeyle yazdığı sonucuna ulaşamayız.

Sezai Karakoç şiirleri incelendiğinde, anlam olarak kapalı olan, kendini ilk okuyuşta ele vermeyen, anlamın gizlendiği, ilk okuyuşta okuyucunun zorlandığı şiirler de görülecektir. İkinci Yeni şiiri içinde değerlendirebileceğimiz bu şiirlerin dışında, büyük bir çoğunluğu anlama sırtını dönmeyen şiirlerdir. Gerçi Sezai Karakoç, şiirde anlamı ne kadar gizlese de, poetik planda şiir ve anlamdan yana tavır aldığı için, şiirlerinin bir ucu daima açık/anlaşılır kalmakta ve bu poetik duruş da anlamı kolay kılmaktadır. Şiiri yazan şair üzerinde de ciddiyetle duran Karakoç, kendi şiir dünyasında şaire önemli görevler verir. Karakoç’a göre şair, toplum sözcüsüdür ve en kötü anlarda toplumunun önüne çıkarak, ona yol gösterir ve rehberlik yapar. Bu açıdan Karakoç düşüncesinde şair, misyonu ve davası olan bir mücadele adamıdır. Şaire ve topluma karşılıklı olarak sorumluluklar yükleyerek, şairin toplum sözcüsü olmasını ister ve toplumun da şairin dile getirdiği gerçeklere kulak vermesini ancak bunu şartsız yapmamasını, şairin tüm samimiyetine rağmen istemeden de olsa toplumu yanlış yönlendirebileceğini ifade eder.

Karakoç, şiir ve şair anlayışıyla bilinçli, şuurlu, toplumsal sorunları göz ardı etmeyen, devamlı toplumun önünde olan, ona yol gösteren, yön ve istikamet belirleyen, belli bir ahlak anlayışı ve ilkesi olan, şiiri ve şairliği üzerinde, kısacası sanatının tümü üzerinde düşünen bir şairdir. Şiir ve şair anlayışındaki temel aldığı fikirler, beslendiği kaynaklar yine Karakoç’un, dini ve tasavvufi hassasiyetlerini ortaya koyuyor. Toplumdan ve içinde yetiştiği halktan kopuk olan şiiri ve şairi beğenmeyen, duyarsız olan, şiirini anlamsızlık üzerine kuran kitlelerden ayrılan şair; kendi düşüncelerini, kendi şiir ve şair anlayışını ortaya koyarken, şairin sorumluluk yönünü göz ardı etmez.

Şiirinde ve kullandığı şiir dilinde tamamen anlamsızlıktan yana olmadığını, İkinci Yeni hareketi içinde anlamı en çok önemseyen şair olduğunu söylediğimiz Karakoç kanaatimizce; idealindeki şairin toplum sözcüsü olması ve bu sözcünün de önüne çıktığı toplum tarafından anlaşılması kaygısıyla, anlaşılan şiir ve şiir dilinden yana tavır alır. Bu noktada da, şairin anlaşılma sorununu irdeleyen Karakoç, anlamdan yana tavır takınarak şairin, bu güçlüğü aşmasını ister. Şiiri, yücelikte arayan şair, bu şiiri bulacak şairin de yüce bir ahlaka sahip olmasını ister ve şair-ahlak konusunda telkinlerde bulunur. Ahlaklı bir tavra sahip şairin mücadele ve misyonunu savunması açısından bir sorunu kalmayacağına inanan Karakoç, şiir ve şair düşüncesini böylece iç içe geçirerek bütünleştirir.

Kendisinden önceki Garip şiir akımını beğenmeyen Karakoç, Hisar şairlerine ve bu harekete yakın durmaz. Çizgi olarak Necip Fazıl-Büyük Doğu çizgisindedir; ancak bu, şiirden ziyade onun düşünce yönüdür. Gelenekle olan bağı onu Yahya Kemal, Mehmet Akif ve daha geride de Yunus Emre ve Mevlana’ya götürür. Aslında bilinçli ve ortak yapılmış bir hareket olarak doğmayan İkinci Yeni şiir hareketi, biçim ve içerik olarak şiirleri örtüşen genç şairlerin şiirlerinin yani metinlerin aynı zaman diliminde yayınlanmasıyla doğmuştu. Daha sonraki süreçte de Sezai Karakoç, Edip Cansever ve sonradan da İlhan Berk’in, farklı zamanlarda kaleme aldıkları yazılarla, biçim ve içerik olarak tıkanan Türk şiirine, yeni bir ses ve yeni bir renk getirmeye çalışan bu şiir hareketinin müdafaası yapılmaya başlanır. Çünkü bu hareket, başta Atilla İlhan, Asım Bezirci, Mehmet H. Doğan, Memet Fuad ve Ahmet Oktay gibi şair ve eleştirmenlerin hışmına uğramıştı. Bu müdafaa yazılarına Karakoç’ta katılmış, yeni şiiri, “Yeni Gerçekçi Şiir/Neo-realist Şiir” olarak adlandırmış ve bazı özelliklerini ortaya koyarak savunmasını yapmıştır. Hatta poetik planda, bu konudaki en sağlam yazıların bazıları ona aittir dersek abartmış olmayız. Şiir felsefesi ve beslendiği kaynak olarak yavaş yavaş dönem arkadaşlarından koparak ayrılan Karakoç, şiirlerinde kullandığı imaj, üslup ve içerik olarak da onlardan uzak düşmeye başlar. Özellikle 1960’lı yılların sonuna doğru yazdığı şiirlerde tamamen farklı bir çizgiye kayan Karakoç; bireysel, anlamsız ya da anlam kapalılığı, söz dizimsel sapmaların hâkim olduğu, aklın ve anlamın kovulduğu şiirler yazmaz ve bu tarz şiirler yazan şairler arasında da görünmez. Sezai Karakoç, “Hızır’la Kırk Saat” (1967), “Taha’nın Kitabı” (1967-1968) ve “Gül Muştusu” (1969-1970) gibi şiirlerle, şiirindeki içerik, imaj ve biçim değişikliğini gözler önüne serer. Şair, İkinci Yeni şiir hareketindeki diğer şairler gibi, fazla bir şey anlatmayan, anlattığı şeyi de satır aralarına ya da cümle içine gizleyen şiir tarzını bu yıllarda bırakır; toplumsal sorunları işleyen, topluma yön ve vizyon vermeyi dert edinen bir şiir anlayışı geliştirir. Oysa “Körfez”, “Sesler” ve “Şiirler VII” gibi ilk basılan şiirleri anlam kapalılığı, farklı biçim ve imajlarla kurulmuş şiirlerdir. Bu kitaplara bakıldığında, İkinci Yeni şiirinin öncüsü olan bir Sezai Karakoç görülecektir. Bu açıdan bir sonuç cümlesi yazacak olursak; Sezai Karakoç, kendisinin yok sayılmasına rağmen, kendi dışındaki edebi eleştiri çevrelerine aldırış etmeden, çağın güncel meseleleriyle ilgilenerek; Batı ve Arap şiirini inceleyerek; kendisinden önceki şairler gibi ne tamamen geleneğe yaslanarak, ne de tamamen geleneği reddederek; geleneksel imge ve motifleri, modern şiir anlayışı içinde eritmek suretiyle modern şiirin gereklerini göz ardı etmeden, bugün için bir şairi, şair yapan en önemli olgu olan “özgünlük ve kendindenlik” ile Türk şiirindeki yerini almayı bilmiştir. Şiire başladığı yıllarda İnönü döneminin baskıcı ortamından yeni çıkan, ancak Menderes döneminin baskıcı ortamını gören; 1960 yılındaki darbeye şahit olan; 1970 yılındaki muhtırayı ve 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaşayan Sezai Karakoç; bu karışık dönemler içinde şiir ve şair üzerine düşünmüş; kendisiyle aynı acıları yaşamış olan topluma, içinde bulunduğu sıkıntılardan çıkış yolunu göstermeyi bir şair olarak görev bilmiştir. İkinci Yeni şiirindeki sosyal sıkıntılardan, toplumsal sorunlardan kaçma eğilimine hiç girmemiş olan şair, düşünce eserleriyle ve Diriliş Partisi ile de meydanlara inmekten çekinmemiştir.

Hayatının altmış yılını yazarak ve düşünerek geçiren Sezai Karakoç, bugün için şiirden ziyade siyasal çalışmaları ve düşünce eserleriyle, üzerine düştüğüne inandığı görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır. Karakoç’un şair anlayışı içerisinde yer alan, görev ve misyon adamı kimliği, onun siyasete ve ülke meselelerine karşı bîgâne kalmasına mani olmuştur. Ancak Türkiye’de bazı kesimler Karakoç’un siyaset yapmasını, parti kurup, bu partinin genel başkanlığını yürütmesini yadırgarken, bazı kesimler de onun sadece Türkiye’de daha rahat konuşma adına böyle bir işe giriştiğini düşünmektedirler. Bizim bakış açımıza göre ise Sezai Karakoç, eserlerinde gördüğümüz şair ve aydın/münevver duruşunun bir gereği olarak siyasete girmiştir. Özellikle siyaset, politika, politikacı ve demokrasi üzerine yaptığı açıklamalar ve söylemler incelendiğinde haklı olduğumuz görülecektir. Bu düşünce Karakoç’un, şaire her şeyden çok önem veren, onu toplum öncüsü ve sözcüsü olarak gören/algılayan, her türlü felakette içinde yaşadığı toplumu kurtarmakla görevli saydığı, durma ya da gerileme durumlarında kendi insanını uyarma, ikaz etme ile yükümlü olan şair düşüncesinin bir gereğidir. İşte tüm bu noktalardan bakıldığında Sezai Karakoç, modern Türk şiirinde poetik duruşuyla, yani şiiri ve şairliğiyle ayrı bir konumda incelenmesi gereken bir şairdir.

Davut Bayraklı

Sezai Karakoç’un Poetikası – 1

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • HASAN EJDERHA , 23/11/2017

    Nefis bir Sezai KARAKOÇ yazısı okuduk.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir