
Mihr parmak ile ol mahın cemalin gösterir
Mah-ı nev aynı ile ebrusu hilalin gösterir
Kalbi saf ayineden öğren mülayim olmayı
Kim ki nazır olmak istese cemalin gösterir
Almış yakut-leb ayine hüsnünden misal
Yüzüne her kim nazar kılsa misalin gösterir
Göreyim ayine-i devrin bozulsun sureti
Her zaman bir mahrunun infisalin gösterir
Tab’unun miratına Zâti hazeran aferin
Yok miyan-ı yar vasfında hayalin gösterir
Zâti’nin hakkında anlatılan dedikodular, laf dokundurmalar, meşhur sağırlığı, onu tanıyanların sanki gizli bir zevk alıyormuş gibi kendilerine oldukça çirkin görünen yüzünden bahsetmeden geçmemeleri hayatını okuyanlarda belli belirsiz bir hüzün uyandırır. Hâmilerini kaybetmiş, oldukça ihtiyarlamış, geçinebilmek için remmallik ve üçüncü sınıf memurlara kaside yazacak kadar çaresiz kaldığı son dönemi bilhassa acıklıdır.
Halvetî dergâhından kam almış, pek de mevki hırsı olmayan sağırlığından dolayı ilmiye yolundan gidememiş şair-i maderzadın geçinebilmek için Bayezid Camii karibine kurduğu reml ve vefk kulübesi hiç şüphesiz divan edebiyatının en nev’i şahsına münhasır edebi muhitidir.
İstanbul ve taşrada edebi muhitler kahir ekseriyetle nüfuz sahibi paşaların ve şehzadelerin konaklarında teşekkül ederken; Zâti’nin kulübesi, maşukalarına bir akçeye gazel yazdıranların, reml ve vefk yaptırmak isteyenlerin, ilerde devirlerinin en mümtaz şairleri olacak olan kabiliyetli gençlerin yazdıkları yeni şiirleri sultanu’s şuarâya tasdik ettirdikleri en gözde muhit, bir nevi okuldu.
Döneminin şiir meraklıları için Zâti yolda bulunmuş kıymetli bir cevher gibiydi. Onlar bu imkanı tuhaf bir şekilde şairin bedensel arızalarına borçluydu.
Şairin güler yüzlülüğü, herkese karşı iltifatkâr tavrı bir küçük esnaf çaresizliği mi yoksa şahsiyetinin bir parçası mıdır meçhul. Fakat şiiri kendisine olan rağbeti haklı çıkaracak fazlasıyla parlak hususiyetler, yer yer hayretengiz buluşlar ve deyişler ihtiva eder.
Zâti’nin şiirini övmek divan edebiyatını övmek demektir. Bu edebiyatın bütün hususiyetleri onun şiirinde bittamam kendisini gösterir. Fakat onun şiiri her zaman bir fazlasıdır. İhtişamlı tasvirler şiirinde bilindik imajlarla örülmüş ifadeler okunurken aniden kendini gösterip kaybolan bir şimşek tesiri uyandırır. Bu mana ışımaları hakikati bir an gösterip geldikleri gibi kayboluverirler. Yukarıdaki şiirde buna pek güzel bir misal vardır. Mihr, mah, cemal, hilal, ince bel, yakut leb gibi âşina simgelerle örülü bu küçük gazelde, zevkinin Zâti’nin mensup olduğu Halvetî dergâhından gelmesi pek muhtemel
“Ey yakut dudaklı ayna güzelliğinden bir misal almış (bir kopyanı kendi içine hapsetmiş) her kim baksa ona (bakan yerine) o misali gösterir”
manasına gelen,
“Almış yakut-leb ayine hüsnünden misal
Yüzüne her kim nazar kılsa misalin gösterir”
beyti hiç de yabana atılabilecek bir deyiş değildir. Şairin inşâ ettiği bu küçük “ev” , içine bütün bir tasavvuf evrenini sığdıracak kadar genişlemeye pekâlâ müsaittir.
Şairin tabiatı tasvir ederken yer yer kullandığı,
“Cünbiş-i âhestesinden mürdeler bulur hayat
Yaraşur enfâs-ı İsâ’dan dem vursa ger nesim”
gibi beyitler yalnızca bilinen müktesebatla izah edilemez. Burada Zâti’nin Kur’an-ı Kerim’de öldükten sonra yeniden dirilişe sık sık misal gösterilen bahar tasvirlerini, Hazreti İsa’nın (a.s.) ölüyü diriltme mucizesini ve zahiri manada bir nazirin ilk bakışta fark ettiği doğadaki yeniden doğuş mucizesini “cünbiş-i aheste” terkibinin cazibesinde kolaylıkla toplayabilen mahir istidadı söz konusudur.
Divan edebiyatının Tâvûs b. Keysân’ı (ra) olan Zâti; klasik medeniyetimizden zevk alacak nesiller yetiştirebilseydik bilhassa maişet kaygısı dışında, özündeki sanatla yazdığı şiirleri ile gündelik hayatımızın pek çok anına o anı tasvir eden bir “eviyle” misafir olacaktı.
Ali Söyler