Medfun Şiirler 3: Hazine

Tevfik Fikret, bir neslin bilhassa Devlet-i Aliyye’yi yıkan kadroların idolü olmuştur. Kadim medeniyetimize, dinimize ve kitabımıza sövmek onunla birlikte bir moda haline gelmiştir. Şair Allah’a değil tabiata inanmakta; köhne olarak tabir ettiği Doğu yerine aydınlık olarak gördüğü Batı’ya perestiş etmektedir. Bununla birlikte Rübâb-ı Şikeste’sinde Fuzûlî, Nedim ve Nef’î’nin tasvir edilerek övüldüğü bir şiir bulunur. İlk bakışta şairin kendisine tesir eden büyük divan şairlerine vefa gösterdiği zannedilse de hakikat pek öyle değildir. Fikret yalnızca Baudelaire’in bir şiirini Türkçeye adapte etmiştir o kadar. Fransız şairin Batı’yı aydınlattığına inandığı yedi sanatçıyı “fenerler” şiirinde ele almasına mukabil Fikret de yedi şairi konu edinen bir şiir yazmıştır. Bu tesir yalnızca Baudelaire’le de kalmaz üstelik, Rübâb-ı Şikeste bütünüyle Coppée, Lamartine, Musset ve diğer Fransız şairlerinin başarılı bir adaptasyonundan ibarettir denilebilir. Biraz dikkatle araştırılsa Fikret’in dine ve kitaba sövdüğü mısralarının da bir ecnebiden alıntı olduğunun tespit edilmesi de pek muhtemeldir.

Aslında yeni Türk şiiri tıpkı hikaye ve romanında olduğu gibi bir adaptasyon döneminden başka pek fazla bir şey değildir. Bu dönemde büyük şair ve yazar olarak edebiyat tarihimize girmiş olanlar da aslında gayet başarılı birer adaptördür. Batı edebiyatının hassaten Fransız edebiyatının bu tesiri bazen doğrudan adaptasyon, bazen orijinal eserin konusu ve tarzının kopyalanması, bazen de aynı duygunun alınıp başka bir metinde sergilenmesi şeklinde gerçekleşmiştir. 

Bilhassa şiir mevzu bahis olduğunda tercümenin imkânsızlığı erbabının malumudur. (Divan Edebiyatının kiralık katili Aldülbaki Gölpınarlı’nın Fars şiirini iğrenç çevirileriyle ne hale getirdiği ortadadır. Öyle ki bu berbat çevirileri okumak yerine Farsça metni hiçbir şey anlamadan okuyarak dilin nasıl musiki haline geldiğini işitmek pekala daha zevklidir). Anlı şanlı ediplerimizin basit birer hırsız olarak değil de büyük birer şair olarak anılması bundan olsa gerek.

Mevzumuza gelirsek Fikret, nasıl şiirimizi Fransız Edebiyatına adapte ettiyse Ahmet Paşa (1426-1496) da Türk şiirini Fars edebiyatına kâmilen adapte eden isimdir. Paşa’nın başarısı Fars edebiyatındaki ince tasvirleri ve yeni mazmunları dili yormadan ustalıklı bir suhuletle işlemesidir.

Onun motivasyonunu yalnızca Fars Edebiyatına bağlamak elbette yanlış olur. Kendisinden önce yaşamış Ahmedi (1334-1413) gibi şairlerin tesirini de unutmamak gerek. Zira Ahmedî, henüz gerçek mecrasını bulamamış olan bir dille

“Aşkuñ müdâm göñlümü etmiş-durur makâm
 Bu ulu genci (hazineyi) gör ki ne vîrân içindedür”

veya

“Bir nefes vaslun-içun iki cihânı satmışam”

gibi mısraların sahibi olarak küçümsenecek bir şair değildir. Ayrıca Ahmedî’den az evvel Yunus Emre’nin (k.s.) (1240-1320) şiirimizin bugüne kadar aşılamamış zirvesine çıktığını da unutmamak gerekir.

Ahmet Paşa hakkında “Şeyhi’yle Necati Beg arasındaki en büyük şair” hükmü verilse de kanaatimce Paşa bilhassa dili kullanma rahatlığı söz konusu olunca bu iki şairden de daha kabiliyetlidir:

Meh-i burc-ı şeref tutuldu derler
Gül-i bâğ-ı sa’âdet soldu derler

Bahâr-ı hüsn iken bâğ-ı ruhunda
Menekşe bitmeden bozuldu derler

Hazânın işitib ol nev-bahârın
Ciger kanıyla gonca doldu derler

Çeküb çâk etti gamdan cübbesin gül
Benefşe saçlarını yoldu derler

Gerekli genc (hazine) idi ol serv-i sîmîn
Onun’çün toprağa defn oldu derler

Bu şiirinde kabiliyetini açıkça belli eder. Fazlasıyla bilindik olan argümanları yapaylığa düşmeden makta beytine kadar tabir-i caizse akıtmış ve finali gerçekten tatlı bir şekilde yapmıştır. Ölen birisinin, toprağa gerekli olan bir hazine olarak tasvir edilmesi (gerekli genc) hiç de görmezden gelinebilecek bir letafet değildir. Üstelik divan bunu yek-ahenk şekilde yapmıştır ki asıl ustalık da kendini burada belli eder.

Paşa divanı boyunca

“Yılda her gün gül verir bir bostanım var imiş”

gibi, veya

“Sakiya devr ehline sunup visalin camını
Ahmede gelince sagar, niçin ihmal eyledin”

ve

“Bendenem bin can ile ölünce, lakin bir nefes
Bend-i gamdan beni azad eyle kurban olduğum”

gibi birçok beyitte bu ustalığını cömertçe göstermiştir.

Ali Söyler

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir