Geceydi diye başlayan birçok cümle vardır. Birçok cümle gecenin karanlığını ve kararlılığı hakkında insan üzerinde bıraktığı etkiyi ölçmeye çalışarak noktalar kendini. Yazanlar için gece vazgeçilmez bir andır. O anda yazılanlar biraz hüzün biraz hasret biraz acı ama çokça düşünce ile noktalanır. Bizim de yazımızın ilk kelimesi gece ile başlıyor. Bu gece yolcularından birini anlatmak için üç anahtar kelime seçerek bu yolculardan ‘’titiz derviş’’ diye nitelediğimiz Nuri Pakdil’i anlatmaya çalışacağız.
Kudüs ‘’titiz derviş’’ Pakdil’in bir hecesi bir düşü bir mücadelesinin ismi. İkinci kısımda bu isim üzerine şekillenen ve ekseriyet yazdığı kitaplar üzerine-sınırlı olsa da- bir şeyler söylemeye çalışacağız.
Ve yalnızlık. Yalnızlık insanın mihengi. İnsan kendini yalnızlıkta keşfeder. Yalnızlık her insanın kaçtığı kurtuluşu. Kendisini muhasebe etmek için vazgeçilmez anın ismi. ‘’titiz derviş’’ Pakdil’in de yaşantı şekli. Yalnızlık. Sigara külü kadar yalnızlık. Münzevi bir hayatın ismi.
Gece Kudüs ve Yalnızlık
Nuri Pakdil. Adı edebiyatla birebir eşdeğer tutulan bir adam. Edebiyat ve Nuri Pakdil. İkisi ortak paydada birleşen sonsuz noktalar kümesi. Bir edebiyatçı olarak Nuri Pakdil, Nuri Pakdil olarak edebiyat. Bu bağlamı değerlendirmek için ikisini de iyi bilmek lazım. Biri hâlâ yaşayan bir abide, diğeri ise eline kalem alanın koşturduğu bir alan. Edebiyat serbestçe koşulacak bir alan mıdır? Bu soruya hayatı edebiyat olan birinin vermesi lazımdır ki o da adı pek güncel yerlerde geçmeyen-ki iyi insanların kaderidir bu- Nuri Pakdil’dir. İyi insanlar dedik -onlar beyaz atlara binip gitti- hayır gitmedi demek için bir albenili söz söylemek istedim. Aklıma sadece o meşhur:
”sükût sûretinde çok koyu düşer ses”
geldi. Sükût çığlığın belki de diğer adı olmalıdır. Bu söz büyükçe bir yangın gibi. Nuri Pakdil hayatıyla bir edebiyattır. Aklındaki Kudüs onun bir amacı, bir misyonu, bir düşüdür. Necip Fazıl’ın ”büyük doğusu”, Mehmet Akif’in ”asımın nesli”, Nuri Pakdil’in”Kudüs”ü. Onun tasvirleri hayatın gerçeği değil sadece bu gerçeklik için en gerçek neyse onu söylemeye çabalamaktır. Bu çaba hem bir mücadele hem de bir karşı koyuştur. Bu zımnî bir gerçekliktir.
Sükût Sûretinde beyitler halinde yazılmış şiirlerden oluşmaktadır. İlkin basitçe dizilmiş şiirler olarak gözükebilir yazılanlar. Biz bu ilk bakışa birinci okuma diyoruz. İlk okuma üstünkörü olduğu için şiirlerin anlamı kendini hemen göstermez. Bu kitabı kısa mesafeli bir yolculukta hemen bitirip başınızı kitaptan kaldırdığınızda gökyüzünün başka bir rengi daha olduğunu anlayamamışsanız o zaman kitabı da hakkıyla okuyamamışsınızdır. Bu yüzden ikinci bir okumayı yapmak için yola koyulmak lâzım. İkinci okumada her beyitin en az 7 en çok 200 kere yeniden yazılıp son haline- en azından bizim içi öyle- yazıldığını öğrenmekle başlar. Bu titizlik içinde anlam aramaya koyulan zihin cümle kenarlarına çarpıp durur. Bu ikinci okumada artık zihin belirli şeyleri anlamıştır. Örneğin yalnızlığı, örneğin geceyi, örneğin en çok da Kudüs’ü.
Okumalar devam ettikçe Nuri Pakdil yalnızlığı kaplar. Yalnızlık suskunlukla başlar. Bu kasvetli bir susuştur. O yüzden bunun ismi sükût olmalı. O bu sükût kelimesini dizerken sayfaya daktilonun odada çınlayan sesi belki de edebiyatın ortasına kurduğu bir kuleden yayılacak ışıltıyı saklıyordu.
” kılıcı kuşananı bekleyen attır
cümleler dizildikçe dolan yakıttır”
Edebiyat Kulesinin Titiz Dervişi: Nuri Pakdil
Edebiyat Kulesi Nuri Pakdil’in bir nevi edebiyat günlüğü olarak karşımıza çıkar. Titiz bir edebiyat adamının geçirdiği düşünsel evreleri, zihninin içindeki uğultuları duymak için ”edebiyat kulesi” Cemil Meriç’in ‘’Fildişi Kulesi’’ gibi karşımızda dikilir.
”bir anda: parçalanmış, parçaları da ters yapıştırılmış bir resim sanıyorum toplumu” günlük hayatta neler yaptığını, neler düşündüğünü bir edebiyat kulesi sahibinden izlemek değişik gelebilir insana. Belki uzun uzadıya üzerinde durulması gereken cümlelerin toplamını yazmayacağız. Ama belirgin düşünceler üzerinde anlamını kendimize aldıklarımızı mimleyebiliriz. Anlamını bulduğunuz ve üzerine eğildiğimiz her cümle yılların bir nevi şahidi olarak bizde özel bir yer edinerek bizden olmaya başlayacak.
”Edebiyat kulesi”nde diğer Nuri Pakdil kitaplarının evrelerini de görebilirsiniz. Bu kitap bir nevi yazarın diğer kitaplarına giriş için yazdığı önsözü niteliğinde. Gerçi Pakdil’in eserleri hep birbiriyle bağlantılıdır. Her eser bir diğerinden parçalar sunar. Yazılacak, yazılmış olan diğer kitaplarından duygular ve düşünceler bulunabilir. Bu bir tekrar değil, bilakis bir ön görü, Ön seziştir.
”şu anda bir zeytinle feth; her direniş, direniştir tabii.”
Pakdil’i anlatan üç kelime vardır. Ya da şöyle demek daha anlamlı olur: Nuri Pakdil üç kelimeyle yankılanır: ”gece-kudüs-yalnızlık”Bir yazarın düşleri olmalıdır, geceye yapıştırılmış dünyada, cama yasladığı yanağında duyguları ve düşünceleri ile bir amaç uğruna direniş gösterir. İçindeki yalnızlığı dindirecek bu umududur. Bu direniş umuduyla büyür, gelişir, sevinir, güler, ağlar.
Direniş nedir! Ney için direniş! Direniş haksızlığa, isyan yozlaşmaya, uyuyan kalplere, ağlayan bir çift gözdür bu yüzden Pakdil’in eserleri. Ağlayan ama yenildiği için ağlayan bir adam resmi değildir bu, ağlayan ağladığı, gözyaşı döktüğü şey merhametin yok olduğu ve hakkın hukukun yok olduğu bir dünyada yalnız kaldığı içindir bu savaşta.
Nuri Pakdil bir savaşçıdır. Direnişçidir. Eserlerinin tümünde bu direnişi, bu kavgayı kelimelere çarparak söyler.
” bir yerde, direnti, şu hal. Nefsimizle bir tuhaflaşma da, bazen çok, ama çok dipte bir tortu olur. Dalga az yukarı çıkmaya kalksa, şükür, bastırıyor onu kalbim.
özbenliğimin gücüne güç katarak tırmanmak! ”
Edebiyat Kulesi bir semboldür Pakdil’in eserleri arasında. Cemil Meriç’in fildişi kulesi, Nuri Pakdil’i edebiyat kulesi. ”ama, bir kurşun da iyi atılınca, ulaşır. Ne ki, bu, roket. Durdu sandım ya, havalandı yine. Geleceğin İstanbul’unun serinliği gibi bir serinlikle doldu içerisi. Yeni bir taslak sevincinden.”
Gecenin yakınında yalnız bir düşüncedir Pakdil. ” benim bir de yalnızlığımı çoğaltma hünerim vardır: anlatsam gülmekten katılırsınız, eski kalfalar! ”
kalbimin üstünde bir avuç güneş
Diğer bir kitabı olan “kalbimin üstünde bir avuç güneş” bu kitaplar arasında tür bakımından ayrılan bir kitap. Tiyatro türünden yazılan kitap üç kişi arasında geçen konuşmalardan oluşuyor.
Tiyatro ve hikâyelerinin temeli olan yer, zaman, olay, kişiler bu eserde de dikkatlice işlenmiş.
Zaman: “ay kırıla kırıla incelmiştir: güneşte yorgunluk belirtileri görülmektedir: belki de gizli bir hastalığa yakalanmıştır: rengi biraz atmıştır: balıklar, ikisi arasında sürekli gidip gelmektedirler: sayısız bir yıl: tarihçiler de unutmuşlardır: belki bu yıldır: belki bitmiştir: belki hiç olmamıştır: belki yakınlardadır: çoğunluk, anladığımız kanısında değiliz: büyük, çok büyük bir tutukevi olmasın zaman! : kuşkusuz, büyük bir oyuncudur.”
Zaman olarak herhangi bir zaman şimdi veya daha sonra belki geçmiş bir zamandır. Olanlar her zaman geçerlidir anlamında. Her zaman işlerliği olan bir şeydir bu. Zaman. Zaman her zaman aynıdır. Bütün işlerliğiyle zaman zamanı geçiyor, zaman zamanda kalıyor, zaman zamana çarpıyor. Pakdil’in belirttiği gibi “çok büyük bir tutukevi olmasın zaman!” neden olmasın ki. İçine aldığı bir sürü hayat ve hatıralar ile kendi içinde bir hayattır zaman. Bir tutukevidir.
er: mezbaha
Kişiler üzerine:
Bir bay:
“niçin! : bir soru: hergün akşam olmakat, hergün sabah olmakta: insanlardan bir buket oluşmakta: insanlar işlerine gitmekte, insanlar işlerinden gelmekte: torbalarda, çantalarda, ya da başka bir şeyin içinde evlerine bir şeyler götürmekte…” bay zaman içinde yorucu bir işlerliği olan yalnızlıkla kalbini bu zaman içinde olaylar içinde sürükler. Gözüne değdiği her olay anlamlıdır onun için. Onun için zaman bu olaylar içinde bir işlerlik kazanır. O zamanı gözlemleyebildiği kadar geçirebilir.
Bir bayan:
“hep kahverengidir baktığı yerler: kahverengidir elleri, aktır, gene kahverengidir: bastığı yerlerden çikolata biter: yeryüzünde bir kent hep kelebektir: geceyse, bir de karanlıksa, yürüyorsa durur durmaz kelebekler toplanır…”
Tanık:
“yeryüzünü, biraz da kent olarak algılamaktadır: kent yoksa yeryüzü de yoktur: sürekli duyar: kalp atışları, kentlerin alan saatlerinin vuruşları gibi, biraz seslicedir: öğünür: ataları da, çokluk, aynı görevi yüklenmişlerdir…”
Bay düşünceli bir adamdır. O hayatın gerçekleri üzerinden hareket eder. Onun içi hayatın gerçekleri ile doludur. Bu gerçeklik bir kan lekesinin, mevsimsel kuş göçlerinin, bir tren istasyonundaki bekleyişi kadar gerçektir, sahihtir. Bayanın ise gördüğü kahverengidir. O düşler adar zamanlara. Düşlerle ilerler ve duygusaldır. O her şeyi kendi duygu penceresinde görür. Duygularıyla işler düşüncelerini. Tanık ise zamanın şahididir. O izler her sesi ve görüntüyü. Resimlerin duyurduğu, günlerin geçmişliği, zamanın işlerliği hep onun izlediğidir. O zamandan ve resimden başka kendi kendinin de yankısıdır. Onun için şehir zaten bir zamandır. Her şey bu zaman içine ayarlanmış bir bombadır.
Oyuna giriş niyetinde bir ön oyun vardır bu eserde. Tülbentlerle kaplı. Tül ve bent. Tülün bağlanması. Zamanın iki insan üzerine bent bent serilmiştir. Tül ne kadar çok serilmişse yaş o kadar ilerlemiştir. Bu yüzden bir bayan bir erkek: çok yaşlı bir erkek ve çok yaşlı bir kadın olarak karşımıza çıkar.
Çok yaşlı bir erkek:- dayandım be! Üçüncü yaşayışım bu: gider gelirim gözümü kapayınca: yakın: uzak içine doğru yürüdüm toprağın: kimi karanlık kimi ışıklı mezarların.
Çok yaşlı bir kadın: – parmaklarıma sinmiştir ağıtları: zaten ben gülmeyi hiç bilmedim: hem doğurdum: hem de tanık oldum: ağıtlar birbirine ulana ulana geldim bugüne: dün de duydum: görüyor musun beni!
Ön oyun bir nevi asıl oyunun sonu. Asıl oyunun sonunda başlayan bir sonlanış. Sondan başa doğru giden bir sarmal oyundur bu. Oyunu anlamak için canlandırmak lazımdır.
Oyun 3 perdelik olarak tasarlanmış. Perdeler arası bir şiir sesi ve uğuldayan bir zihin. Ayın parçalanışı ve waterlo. Yağmur yağdı yağacak şiiri gibi.
Son: “tek dokunuşla yıkılır”
Sadakat Risalesi “Bağlanma”
Kitaplar adanabilir bir insana. Kitaplar yazılabilir de. Kitaplar söylenebilir de. Nuri Pakdil’in Bağlanma kitabı da işte bu sözlerin üzerine adanmış bir kitap olarak kendi kitapları arasında yerini ve duruşunu belli eden bir kitap olarak yıllar öncesinde okuyucuya sunulmuş.
“Fethi Gemuhluoğlu’nun büyük anısına bitimsiz saygıyla” başlıyor.
Bağlanma bir dosta dostane cümleler ile ithaf edilmiştir. Pakdil’in kaleminde yer edinmek için gönlünde yer edinmek lazım evvela. Kalemine düşmüşse eğer o zaman bu dostluk sade bir dostluktan ötedir. Arada gönül bağı, fikir alışverişi, muhabbet faslı geniş bir şekilde devam etmiştir.
“Bir bir vurguluyordu: aşılması gereken dönemeçleri: dirençle. Tanrı inancı ile Önder bağlılığından kaynaklanan evrensel ısıydı, dostluk coşkusuydu sunduğu. İnsanın elinden tutuyor, âdeta çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu O”nun yanında…”
Sadakat Risalesi
Fethi Gemuhluoğlu’na yazılan bu kitap Nuri Pakdil’in iç dünyasında onun hakkında düşündüklerini, ondan aldığı sesleri, fikirleri, düşünceleri, hisleri topladığı bir eser. Eserin bir diğer niteliği bu büyük dostluğa sadakat örneği olarak karşımıza çıkar. Gemuhluoğlu’nu daha iyi tanımak ve fikirlerinin, söylediklerinin bir insan üzerinde nasıl etkili olduğunu büyük usta Pakdil üzerinden görmek mümkündür. Kitap bir sadakat risalesi, unutulmayan dostluk adına yazılmış hatıralarla dolu olduğu için bir nevi hatıra kitabı olarak da değerlendirmek mümkün.
Kitap Pakdil’in Gemluoğlu’yla tanışmasıyla bu dostluğun nasıl pekiştiğini, geliştiğini, ondan neler aldığı üzerine parçalar içererek devam ediyor.
“Önder’e bağlanmadan yürünmez” derdi “Aşılmaz hiçbir engel” derdi, “Önder le algılanabilir yeryüzü” derdi.
Arap Saati’ndeki Derviş
” Kara, kara, öylesine siyah düşmüşsün ki haritaya; bilgece koymuşlar adını vaktiyle. Şimdiyse Cehennem yazıyorum. ”
Nuri Pakdil kitapları bir kere okunmakla tükenmeyecek kitaplardandır. Kitaplarındaki mükemmel hüzün, mükemmel karanlık, mükemmel duruş çarpıcı bir şekildedir. Bir kere okumakla bitmeyen kitaplar yazar hep Pakdil. Onun elinde kalem esrarlı mürekkebe dalıp o mürekkepten mükemmel cümleler yakalayıp sayfaya döken bir çengel, bir olta, bir mızrak gibidir. O kelimenin ilk anlamıyla değil, ikinci, üçüncü, dördüncü anlamlarına yönelen bir şair/yazardır. Fizikle pek değil, metafizikle uğraşıp o fizikötesi duruşu sergiler yazdıklarıyla.
Arap saati işte bu bahsini ettiğimiz durumun sivrileşmiş kelimelerle dolu kitabı. Bu kitap tüm Yusufların, tüm Mehmetlerin, tüm Alilerin kitabı. Bu yüzden bu kitaba iyi davranmak lazım. Kelimelerle ve kalple kan kardeş olan yolcuların başucu kitabı.
Pakdil kuşatıcı bir yazardır. Onun ecnebi sırıtışlara karşı duran bir sağanak hali vardır:
” Benimle sizin ve ebedi devirlerce sizinle beraber olan her canlı mahlukun arasında yapmakta olduğum ahdin alâmeti şudur: yayımı buluta koydum ve benimle yerin arasında bir ahid alâmeti olacaktır.” Yazılır Tevrat’ta
Bu gece bulutları aradım.
Gözleri taştan bir mahluk şimdi Türkiye; acıklı ve garip. F.Caddesinde gidip geliyorum; ne bir yıldız düşüyor ellerime, ne de ateşin yalımı yakıyor dudaklarımı…her şey çukurda; bir böceğin büyüye büyüye minibüs oluşu; en üretken şey, sanırım, uğultudur; birazdan azmanlaşarak XX. Yüzyıl olacaktır.
Kimse tedirgin etmek istemiyor sevgili akrabalarını, dostlarını, arkadaşlarını, tanıdıklarını…
Âsi cümleler… daha oknmadan öldürülmelidir; peki, peki, peki; boyun eklemlenme gereksinimi içinde.
…
Ecnebi, ecnebicilik… sümsükçe dilenmeler mi sanıyorsunuz bu suskunluğu! ”
Başka türlü bir suskunluk!
Kudüs’ün geceleyin bir resmini çekseydiler orada bir Pakdil yüreği gözükürdü. O geceye astığı suskunluğunu beyazlar sofrasında alnından ve gözlerinden yıldızlar akıtarak ağrısız olmayacak bir şekilde kendini salar o resme.
Çok sözle az şey anlatılmak istenseydi Pakdil hakkında üç şey denilebilirdi. Üç kelime: Gece, Kudüs ve yalnızlık.
Gece olarak Pakdil; bir gece gibi içinde kendi can sıkıntısını insanlık adına nedenlerle sıralar. Kudüs olarak Pakdil; bir sabahın asi sesinde sivrilmiş sözlerle intifadaya katkıda bulunur. Yalnızlık olarak Pakdil; işte yalnızlık, gece ve Kudüs olan bir adamın en büyük sırdaşıdır.
Arap Saati
Bu kitabı hakkında çok şey denilebilir. Kitap yazarın bir nevi yazarlığının, düşüncelerinin, çığlıklarının bir çetelesi. Yıkanıp askıya asılan ve kuruması için güneşi bekleyecek olan kelimelerle değil yazılanlar güneşin kendisini kurulaması için güneşi kendine çeken bir hal vardır bu yazdıklarında. Çığlık çığlığa söyler söylediğini.
” Ben toprağı çok az gördüm; bir de Kurtalan’da gördüm toprağı: kırılmış kal gibi: bir türlü okşanmayan çocuk. Geceyarısıydı trenden indiğimde; yalnızlığımı, bavulumu, kitap çantamı; yatağımı da; sonra, otobüsümsü şeyde: bir dişiydi, bir erkekti; şimdi düşününce, öyle bir şey gibiydi bir gece. Şakacı kayalar yuvarlanarak yolu kapatıyordu ya, araba durmayagörsün, kaçışıveriyorlardı yokuş yukarı: her şey şeffaf bir parkadı.
Silerek de bazen. ‘gelecek’ okunabilir.
Pişmanlığı kullana kullana birtürlü bitiremiyorum: daima bir bakiyesi var ”
Ahid Kulesi
Kitaplar vardır renktir, kitaplar vardır kokudur, kitaplar vardır sestir, kitaplar vardır karanlıktır, kitaplar vardır ışıktır, gözdür, yoldur, izdir, nişandır, semboldür, rüzgar, hava, bulut, ağaç, ırmak, dağ…
İşte bu vasıflarla nitelendirdiğim kitaplar arasından bir kitap da Nuri Pakdil’in Ahid Kulesi isimli kitabıdır.
Kitaba ismini veren mesel: İbraniler’e hayat veren, Peygamber Musa’ya gökten indirilen Kutsal Ahid Sandığı binlerce yıldan beri aranıyor. Bir muamma mı yoksa bir gerçek mi olduğu bilinmez ama arandığı gerçekliğini belirtmek lazım.
Pakdil de sanki bu sandığın peşine düşmüş ve kelimeler arasında onu bulmuşçasına işlemiş ve sırlı ifadelerle bunu belirtmiştir. Kitabı elinize aldığınız andan itibaren kitabın diğer kitaplardan farklı bir ses verdiğini gözlemleyeceksiniz. Çünkü bu kitabın içindekiler kısmına ”Mağara Sesleri” dediğini göreceksiniz Pakdil’in.
Nuri Pakdil bir anıttır. Edebiyat kulesinin titiz dervişi olarak vasıflandırdığım Pakdil eserlerini oluştururken yıkıp tekrardan kurmaya hatta bunu yüzlerce yapıp yüzlerce kez bozmaktan sıkılmayan, kelimelerin hakkını veren ve bu kelimelere tekrardan yazarak can veren bir ustadır. O eserlerini yazarken inzivaya çekilen bir derviş gibidir. Daktilosunun seslerini çınlattığı duvarlar buna şahittir.
Sessizlik, Kudüs ve yalnızlık. Gecenin karanlıklarını daktilolarıyla aydınlatırken bizlere eşsiz eserler bırakmıştır. Bu eşsiz eserlerden bir tanesi de ”Ahid Kulesi” dir.
Kitap kırklar meclisini aklına koyan bir dervişin not defteri gibidir. Her meclisi bir beyitle anlatmaya çalışan titiz şair bu kısa beyitlere bir hayatı sığdırmaya çalışırcasına işlemiştir. Beyitlere hayat sığdırmaya çalışma girişimi her beyitin altına işlenmiştir. Bakınız: 196. yazılış.
” Ey acılara yarışan Küheylan
Kalemdir eyerinde dimdik duran”
Pakdil’in kelime işleyişi bir nakkaşın gergefe işlediği nakışlar gibi. Nakış nakış işler. Yavaş yavaş. Ama her düğümün, her vuruşun bir anlamı vardır. Yüz doksan altıncı vuruş ”apansız” oluşu bunun büyük bir anlamı taşıdığının göstergesidir:
”Denize sabahın vuruşu gibi
Saçlarından İstanbul’u çözdüm de.”
Ahid kulesi, düşünceye ve sükûta ahdetmişçesine kendini defalarca okutmaya meyleden bir kitap olarak tüm renkleri içinde barındıran bir eser olarak okuyucu karşısında dimdik ve sağlam temellerle durmaktadır.