Bu hafta Kadıköy’de iki milyon kişiyle eylem yaptık!
Duyurduğumuz üzere “Şöhret Afettir!” diye haykırıp “Ünlüler sermayenin uşağıdır!” demek üzere saat tam 17:10’da Kadıköy’deki Beşiktaş iskelesinin yanındaki kafede hâli hazırda iki kişi idik fakat iki milyon kişi gibiydik. Zira ünsüz iki insan, iki milyon ünlüye bedeldi.
Buluşmaya yeni açılan yer altı metrosu ile geldiğimizden mütevellit kendimizi pek modern hissetsek de ünlü-ünsüz çatışmasının modern dünya kurmacalarından biri olduğunu unutmayarak her türlü modern sisteme dişlerimizi gıcırdatmaktan kendimizi alamıyorduk.
Çaylarımız geldiğinde Furuğ Ferruhzad‘tan “Tutsak” şiirini okumaya başlamıştık bile. Evet, biz bu dünyada tutsak olmalıydık. O değil de asıl kafamızı kurcalayan; yerin kırk metre altında nasıl rüzgâr esiyordu?
Furuğ‘dan sonra her zamanki gibi yolumuz İbn-i Arabi‘ye düştü. Yanı başımızdaki masalardan kalkan başlar ve üzerimize düşen tuhaf bakışlar altında İbn-i Arabi‘nin hayatını anlatan arapça kitaptan çeviri yapmaya uğraşırken, “Bugün ekip gelmiyor mu arkadaşlar?” edasıyla irkildik. Bu, çaycı abimizin sesiydi ve belli ki artık Edebifikir‘i tanımıştı. Ne de olsa Edebifikir‘i çaycılar, sahaflar ve cami tuvalet görevlileri çok iyi tanırlardı. Varsın ünlüler bizden uzak olsundu! Bu arada Teoman ne zaman eylemlerimize gelecek?
Çaylarımızı içtikten sonra biz kalkıyorduk, elmalar suda boğuluyordu. Hiç elma suda boğulur muydu? Biz kalkıyorduk, komünistler konser için sahneyi tasarlayarak eyleme hazırlanıyorlardı. Konserli eylem olur muydu? İki kişi konuşarak kalkıyorduk, iki milyon kişi susup oturuyordu. İki milyon kişi aynı anda nasıl susardı? Biz kalkıyorduk, vapur seferleri iptal ediliyordu. Sefer iptal olunca insanlar yüzmeyi unutuyordu. Biz kalkıyorduk, ara sokaklar bizi bekliyordu.
Boş sokaklar her zamanki gibi boştu, bomboş… Bundandı onları sevişimiz. Bir kedi arabanın üzerinde uykuya dalmışken, karanlık bodrum katlarından, ne aradığını bilmeden bir şeyler bulduğunu zanneden insanların şen kahkahaları yükseliyordu. Bu adamlar karanlık köşelerde ne yapıyorlardı? Babil Sahaf‘ta ise yine İsmail Kara vardı. Babil Sahaf‘ta kitaplar yine tozluydu ve yoğun kitap kokulu boğucu havasında huzurun ve huzursuzluğun yüzlerce yıllık şiddetli geçimsizliğini hissetmemek işten değildi. Babil Sahaf, ısrarla Kadıköy‘e insan olmayı anlatıyordu.
Dönüş yolunda Zühtüpaşa Mahallesi Muhtarlığı‘nı görünce, sebepsizce çok sevdik. Belki çok küçük ve ünsüz olduğundandı kim bilir. Ardından Bitkisel Atık Yağ Merkezi‘ni gördük ve onu da sanırım isminden ötürü çok sevdik. Benim hiç atık yağ merkezim olmadı anne! Alt geçitte peşimize takılıp eylemimize iştirak ederek bizi onurlandıran Köpek Coni‘yi daha da çok sevdik. Coni’nin korkunç görünümünün altında yatan uysallığı bizi mest etti. Bu arada köpeklerin gözlerindeki hüzün sizin de dikkatinizi çekiyor mu?
Uzun lafın kısası; son birkaç haftadır iki kişi ile eylem yaptığımızı bilin istedik. Ve kimse gelmese de eylemlerimizin devam edeceğinden emin olun. Ayrıca eylemin, ne ismi olmadığını da siz artık çok iyi biliyorsunuz…
Coni‘yi üzmeyin!
(Fotoğraflar cep telefonu ile çekilmiş olup, cep telefonunun dandik olmasına dikkat edilmiştir.)