100 Temel Eserin Son Sayfasını Sahaflarda Okuma Nümayişi – İzlenimler

Fotoğraflar bazen yanıltıcıdır. Bu Cumartesi yaptığımız ‘‘100 temel eserin son sayfasını sahaflarda okuma’’ eylemimizde, fotoğraflarda gördüğünüz 100 temel eserin son sayfaları değil, beğendiğimiz bazı eserlerin son sayfalarıdır.  (Yeri gelmişken söyleyelim: Edebifikir, 101 temel eserini ilerleyen günlerde açıklayacaktır.)

Bir sahafta aradığın kitabı bulmak(hele büyük bir sahafsa) insanın en az on beş dakikasını alır. Yedi kişinin yüzer kitap bulması ve son sayfasını okuması için kaç saate ihtiyacı var, siz biliyor musunuz? Katılımcı sayısı az olduğu için bu yükü kaldıramadık. Bizim için önemsiz olan bu 100 temel eser meselesini bir kenara bırakarak,  o gün olanlardan bahsedelim:

Buluşmadan önce Kadıköy‘de Ajdar‘ı gören Mustafa Ç, bu heyecanla bir an ne yapacağını şaşırarak telefona sarıldı ve Aydoğan K‘yı aradı. Aydoğan KMustafa Ç‘ye hemen Ajdar‘dan kendisi için imzalı fotoğraf istemesini salık verdi. Ajdar ise yanında fotoğraf taşımadığını ancak Aydoğan K‘yı çok sevdiğini ve yazılarını Edebifikir‘de takip ettiğini söyledikten sonra Mustafa Ç‘den Aydoğan K‘nın telefon numarasını istedi. Ajdar‘dan kendini zor kurtaran Mustafa Ç, soluğu caminin tuvaletinde aldı. Tuvalette Ömer E ile karşılaşınca, gözyaşlarını tutamayarak ona sarılıp hüngür hüngür ağladıktan sonra nihayet Beşiktaş iskelesinin yanındaki çay bahçesine geldiler.

Ardından Sulhi CeylanMehmet Raşit Küçükkürtül, RayBan sponsorluğunda Aydoğan K ve Fedai Başkan‘ın mekâna teşrifleriyle performansın birinci oturumu başladı. Birinci oturumda konuşulanlar açıkçası kimsenin aklında kalmadı. Sanırım gözümüze vuran güneşten, buluşmaya geç kalan Mustafa Cemaleddin‘in “son düzlüğe girdim geliyorum” şeklindeki ilginç mesajından, Mustafa Cemaleddin‘den koparmayı deneyeceğimiz paranın masumiyetinden ve “hangi sahafları talan etsek?” sorunsalından bahsettik.

(Kendi yaptıklarımızdan bahsetmek, edebiyatçıların dedikodusunu yapmaktan daha keyif verici geliyor bize.)

Daha sonra sahafları gezip bir an önce güzelim eski kitapların kokusuyla buluşmak üzere yerimizden ayrılarak Kadıköy’ün ara sokaklarına daldık ve çok sevdiğimiz sahaflarda, çok sevdiğimiz kitaplarla buluştuk. Yedi kişinin içeri girerek kitapları yiyecek gibi onlara saldırması sahaf abimizin çok hoşuna gitmiş olacak ki bize çay bile ısmarladı. Kitapları tam incelemeye koyulmuştuk ki İsmail Kara’nın kitapların tozunu aldığını fark ettik. Kısa bir hal hatır sormadan sonra tozlu raflarda ki yerimizi almıştık. Tüm üyelerimiz, kendi yüz temel eserinden birkaçını bulup son sayfasını okumaya başlamıştı bile.

Nihayet sahaflardan kendimizi güç bela dışarı attığımızda ikinci oturumu açmak üzere bir başka mekâna giderken, okur-yazar sorumlumuz Fedai BaşkanStarbucks‘da oturan iki genci, geçerken önce tehditkâr tavrıyla uyardı, baktı olmayınca yol kenarında bir güzel pataklayarak gruba arkadan yetişti. Mehmet Raşit Küçükkürtül, Sulhi Ceylan‘ın ceketinin aynısının başka rengine baktı ve baktığı gibi de aldı. Aydoğan K ise bir müddet şapka almayı istediyse de kısa sürede bu isteğinden vazgeçti. Mustafa Cemaleddin birinci oturuma geç kaldığı gibi, ikinci oturuma da katılmayarak her zaman yaptığı üzere Edebifikir‘i ilk fırsatta satabileceğini kanıtladı. Tüm bunlar olurken Ömer Ertürk, Mustafa Çolak’a yeni şiirini okumakla meşguldü.

İkinci oturumdaki konuşmalar “Yüz temel eser, esersiz kul olmaz eserimle sev beni, yüz dursun eser, yüz bir dalmaçyalı…” gibi çok çetrefilli ve bir o kadar can alıcı sözlerle başladı. Ne yazıktır ki biz bu konuşulanların da hiçbirini hatırlamıyoruz. Hatırlayamayacağımızı da bildiğimiz için ses kayıt cihazı kullandık ama şimdi o ses kaydını ne yapmamız gerektiği hakkında bir fikrimiz yok. Tartışmamız bir ara “Türkçe roman yazılabilir mi yazılamaz mı?” sorusuyla kuramsal derinlik kazanarak İslam’ın evrenselliğine kadar uzanırken bizler, kuramcı değil sanatçı olduğumuzu anladık. Sanatçının işi gücü sanatı olmalıydı ve bu tartışmalar bizi bir yere vardıramazdı. Söz uçuyor, yazı kalıyordu. İşte bu yüzden bizler konuşmayı değil, yazmayı tercih edenlerdik.

Öyleyse eylem bir kız ismi olamazdı!

Not: Elinde poşetle arkamıza takılan beyefendiyi tanımıyoruz. Ama sahaftan çıkıp yürümeye başladığımızdan beri bizi takip etti.

Not 2: Arkası dönükler (soldan sağa): Poşetçi Amca, Cemaleddin, Raşit Küçükkürtül, Mustafa Çolak, Sulhi Ceylan, Aydoğan K, Ömer Ertürk

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir