Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda

Yazarımız Feyyaz Kandemir, Edebifikir okurları için Mehmed Âkif Ersoy’un mısralarından bir seçki hazırladı…

***

TEVHİD YAHUD FERYÂD

Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında?
Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!

(…)

Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî,
Kimden kime feryâd edelim söyle ilâhî!

 

SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜNDE

Enbiya yurdu bu toprak, şüheda burcu bu yer;
Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer!
Dışı baştan başa bir nesl-i kerimin yâdı;
İçi boydan boya milyonla şehid ecsâdı.

 

HAKKIN SESLERİ

II.

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?

(…)

Sanmayın: Şevk-i şehadetle coşan bir kan var!
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın hem tükürün çehre-i murdârımıza!
Tükürün, belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün, cephe-i lâkaydına şarkın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün ehl-i salibin o hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün!
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!

(…)

Bana vahdet gibi bir yâr-i müsaid lâzım!
Artık ey yolcu bırak… Ben yalınız ağlayayım!

 

IX.

Ey, ölüm renginde topraktan hayat i’lâ eden,
Bir yığın toprak da olsak, sâde çiğnenmek neden?
Başka tıynetler mi hep şayan olan ihsânına?
Ah, yükselsem de, bir düşsem senin dâmânına!

 

PEK HAZÎN BİR MEVLİD GECESİ

Yıllar geçiyor ki yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâk-i Şer’in;
Namûsa yabancı mahrem oldu!

 

FATİH KÜRSÜSÜNDE

– Sabahleyin yine bir hayli nükte fırlattın!
Hayâli bol bol akıttın, serâbı çağlattın!
– Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim.
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakîkat olsun tek!
(…)
Necîb eser arıyorsan; sebîle bak işte..
Taşıp taşıp dökülürken o şîr-i berceste,
Sefa-yı fıtratı şahit ki tertemiz aslı,
Damarlarında yüzen kan da, can da Osmanlı!
Görüp bu cuşiş-i sanatta rûh-i ecdâdı,
Biraz sıkılmalı şehrin sıkılmaz evlâdı!
(…)
Yetmez mi celâlinle göründüklerin artık?
Kurban olayım, biz bu tecellîden usandık!
Bir fecr-i ümid etmeli ferdâları temin
Göster bize Yarab o güzel günleri.. -Âmin.

 

HATIRALAR

I.

Kızgın günün altında beyâbânı dolaştı;
Yalçın buzun üstünde sekip dağları aştı.
Artık gidiyor: Hakk’a varan bir yolu tutmuş,
Allah’a bakan gözleri dünyayı unutmuş.

 

EL’UKSURDA

İçinde ben, yalınız ben, zavallı, gülmüyorum..
Oturmuş ağlıyorum, ağlasam da mazurum:
Vatan cüdâ gibiyim ceddimin diyârında!
Ne toprağında şu yurdun, ne cûybârında;
Bir âşinâ sesi yahud bir âşinâ izi var!
Sadâma beklediğim aksi vermiyor ovalar.
Bileydim ey koca Şark, ey cihânı dûrâ dûr,
Senin nerendeki evlâdının nasibi huzur?

 

NECİD ÇÖLLERİNDEN MEDİNE’YE

O cehennem gibi vâdîde bu cennet ne güzel!
En büyük şîr-i tezadın mıdır, ey hüsn-ü ezel?
Sana bir mısra-ı bercestedir etmiş ki sünûh:
Duyar amma varamaz yükselen ahengine rûh.

 

ÂSIM

Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün;
Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün.
Seneler var ki harab olmadığım gün bilmem;
Gezerim abdala çıkmış gibi sersem sersem.
Dikilir karşıma hep görmediğim, bilmediğim;
Sorarım kendime: Gurbette mi, hayrette miyim?
Yoklarım taşları, toprakları: İzler kan izi;
Yurdumun kan kusuyor mosmor uzanmış denizi!
Tüter üç beş baca kalmış… O da seyrek seyrek…
Âşinâ bir yuva olsun seçebilsem, diyerek.
Bakınırken duyarım gözlerimin yandığını:
Sarar âfâkımı binlerle sıcak kül yığını.
Ne o gömgök dereler var, ne o zümrüt dağlar;
Ne o çıldırmış ekinler, ne o coşkun bağlar.
Şimdi kızgın günün altında pinekler, bekler,
Sâde yalçın kayalar, sâde ıpıssız çöller.
Yurdu baştan başa vîrâneye dönmüş Türkün;
Dünkü şen, şâtır ocaklar, yatıyor yerde bugün.
Gündüz insan sesi duymaz, gece görmez bir ışık.
Yolcu haykırsa da baykuş gibi çığlık çığlık.
«Bu diyarın hani sâhipleri?» dersin; cinler,
«Hani sahipleri?» der karşıki dağdan bu sefer!
(…)
Zulmü alkışlayamam zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta, boğarım…
Boğamazsam da hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum?
Kesilir, belki fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım.
Çiğnerim çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
İrticâın şu sizin lehçede manası bu mu?
(…)
Âsım’ın nesli, diyordum ya.. nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar..
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilâl uğruna, Yarab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk âlnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi..
Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
«Gömelim gel seni târîhe» desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitab..
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
«Bu, taşındır» diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle.
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan.
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına.
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana..
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

 

HÜSRAN

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;
İnler Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz!

 

MEHMED ALİ’YE

Bir nüsha-i kübra idin, oğlum, elimizde:
Sen benden okurdun seni, ben senden okurdum.
Yüksekliğin idrakimi yorgun bırakınca,
Kalbimle yetişsem diye şairliğe vurdum.
Şi’rin başı hilkatteki aheng-i ezelmiş…
Lâkin ben o ahengi ne duydum ne duyurdum!

 

BÜLBÜL

O Zümrüt tahta kondun, bir semavî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.
Bugün bir yemyeşil vâdî, yarın bir kıpkızıl Gülşen
Gezersin hânümânın şen, için şen, kâinatın şen.

(…)

Neden öyleyse matemlerle eyyamın perişandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil, mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda.
Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyarımda.

 

FİRAVUN İLE YÜZ YÜZE

Nedir ki arkası umran filan değil heyhat,
O, çöl dedikleri aylarca bitmeyen nakarat!

 

VAHDET

Şarkın ki mefâhir dolu, mâzî-i kemâli,
Yarab, ne onulmaz yaradır şimdiki hâli!
Şîrâzesi kopmuş gibi, manzume-i îman,
Yaprakları yırtık, sürünür yerde perişan.

 

GECE

Nasıl dursun benim bîçâre gölgem, senden ayrılmış?
Güneşlerden değil Yarab, senin sînenden ayrılmış!
Henüz yâdımdadır bezminde medhûş olduğum demler,
O demlerdir ki yâdından kopar beynimde bin mahşer!
(…)
Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik mâ’bud!
Gel ey bir tanecik gâib, gel ey bir tanecik mevcud!
Ya sıyrılsın şu vahdetgâhı vahşetzâr eden hicran,
Ya bir nefhanla serpilsin bu hâsir kalbe itmînan.
Hayır, îmanla, itmînanla dinmez ruhumun ye’si:
Ne âfâk isterim sensiz, ne enfüs, tam takır hepsi!
Senin mecnununum bir sensin ancak taptığım leylâ,
Ezelden sunduğun şehlâ nigâhın mestiyim hâlâ!

 

HİCRAN

Ne yanlışmış hesabım: Hiç kapımdan geçmez oldun bak!
İlâhî! Söktüm attım, işte hücrem şimdi çırçıplak!
Ne âfâkında tek kandil, ne mihrabında seccâde;
Ezelden bildiğin toprak, bütün varlıktan âzâde.
Serilmiş secdelerdir bekleyen yerlerde mihmânı;
Bu üryan şule dersen, sînemin pâyansız imânı.
İlâhî! Bir hatâ ettimse elvermez mi hüsrânım?
Güneşler doğdu, aylar doğdu, ben hâlâ perîşânım!
(…)
Bütün cevviyle, ecrâmiyle insin tarumâr olsun,
Nedir mânâsı bir kalbin ki, âfâkında sen yoksun!

 

SECDE

Şühûdundan cüdâdır, çok zamanlar var ki îmânım;
Bu vahdetzâra -güya- geldim amma bin peşîmânım.
(…)
Denizler, dalgalar, dağlar, ağaçlar, gölgeler dalgın…
İlâhî! Ürperen tek gölge yok bağrında âfâkın.
Sabâ durgun, sular durgun, gölün durgun hayâlinde,
Ne mânîdar o gökler, kudretin bir vahyi hâlinde!
(…)
Bütün dünya serilmiş sunduğun vahdet şarabından;
Benim mest olmayan meczubun, Allâhım, benim meydan!
Bırak, hâsir kalan seyrinde mî’racım devam etsin;
Rüku’um yerde titrerken, huşu’um arşı titretsin!

 

RESMİM İÇİN

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

 

SAFAHAT İÇİN

“Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın.”
Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitâbım!
Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın,
Uğrunda harâb eylediğim ömr-ü harâbım?

 

Mehmed Âkif Ersoy

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir