Üç Kez Kazıttım Kumral Saçlarımı

Sulhi Ceylan, Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün “bozcaada’ya gelirsen beni ara” mektubuna cevap yazdı.

***

Kumral saçlarımı her sene kazıttığımı biliyorsun Raşit… Sakallarımı ise askere giderken ben de kesmiştim. İçim acımıştı. Ama ona da alışmıştım bir süre sonra. Hem ben askerliğimi Bozcaada değil Kütahya’nın bir ilçesinde Jandarma olarak yapmıştım. Bahadır ise Şırnak’ta… Üç-beş nöbetlerinde deli gibi donmuştum. Yüzüm de donmuştu. Ama belki de ben de askerlik yapmadım. Şimdilik bu burada dursun.

Sen mektubunu Bahadır’a yazdın ama yine de ben cevap vermek istiyorum sana. Ebû Hayyân Et-Tevhîdî’yi bilir misin Raşit? Hani 1023 yılında vefat eden edip, filozof ve sûfi olan Et-Tevhîdî’yi? Gerçi hakkında farklı görüşler var ama konumuz değil. Bütün seneyi oruçla geçiren Ebû Saîd es-Sîrâfî’den Arap grameri okuyan Ebû Hayyân Et-Tevhîdî, Süleyman es-Sicistânî’den ise felsefe ve mantık okudu. Sen anla nasıl bir ediple karşı karşıya olduğumuzu. Hayatı boyunca vefa görmeyen ve vezirlerden çok çeken Et-Tevhîdî geçirdiği bir kriz sonucu yazdığı bütün kitaplarını yakar. Hatta ömrünün sonlarına doğru şöyle bir cümle söyler: “Aralarında yirmi yıl yaşadığım halde hiçbir kimseden ne samimi bir sevgi ne de himaye gördüm.” Bu mektubumda Et-Tevhîdî’den neden bahsettiğimi anladın sanırım. Kendisi hayatı boyunca kimseden samimi bir sevgi görmediği gibi küçük yaşta anne ve babasını da kaybetmişti.

Bir insan neden ömrünü vererek yazdığı kitapları yakar Raşit? Bu soruyu düşünmeni istiyorum. Meselenin kadın erkek meselesi olmadığını, perdenin arkasında bambaşka bir gerçek olduğunu görmeni istiyorum. Artık bu hayatın bir gölge oyunu olduğu konusunda hem fikir olmamızı istiyorum. Dur bak sana ne söyleyeceğim! Kâinat yaratıldığından günümüze kadar geçen zaman Allah için su üstüne yazılan yazılar gibidir. Burada teşbih yaptım. Bahadır bu mektubu yazsaydı inan bu teşbihi yapamazdı ama konumuz bu da değil.

Geleceğim nokta şu Raşit; kadın diye bir şey yok. Hemen dünya sadece erkeklerden ibaret dediğimi sanma. Çünkü erkek diye de bir şey yok. Bu açıklamamı nasıl bağlayacağımı düşünüyorsun ama bağlama sorunu çekmediğimi iyi bilirsin. Burada tasavvufun ağır meselelerine girip derin bir tevhid anlayışı ortaya koyar işin içinden çıkabilirim ama bunu yapmayacağım. Hem sen saçlarını kestirmiş olabilirsin ama ben de yıllardır özlemlerimi kazıtıyorum. İnan daha çok acıyor. Burada Fedai Başkan’a bir Fatiha okuyalım istersen. Ah Fedai…

Dünyada her sekiz dakikada bir, bir erkeğin başka bir erkeği kadın için vurduğunu söylüyorsun. Ben sana gerçeği söyleyeyim, aslında erkekler diğer erkekleri kadınları için değil kendileri için vuruyorlar. Kadın sadece bahane anlayacağın. İşte hakikati sana söyledim; Allah’ın “el Mudil” isminin tecellileri bu erkekler. Malum her insan esma terkibidir ama bu konuya girecek değilim. Erkeklerin kendilerini ispatlama ve egemenliklerini ilan etme gibi putları var. Diyeceksin ki kadının putları yok mu? Olmaz mı! Kadınlardan aforoz edilmek pahasına da olsa bunu başka bir mektupta anlatmayı düşünüyorum. Ne diyordum… Evet insan tutkularının kuludur. Şunu da söylemeliyim; Bahadır’ın bunları da sana anlatabileceğini sanmıyorum.

Saat kulesini görmenin ve bir daha göremeyecek olmanın felaket olduğunu yazıyorsun mektubunda. Ben sana asıl felaketin bir saat kulesi olduğunu görmek dersem bana ne cevap verebilirsin ki? Sakın anlaşılmak istiyorum deme. Hâlâ bir insanın seni anlayabileceğini mi düşünüyorsun! İşte söylüyorum o halde; hiç kimse hiç kimseyi anlayamaz. Herkesin kendince yaraları vardır ve uygun kişilere bu yaralarını pansuman ettirirler. Yaraları sarmanın birini anlamak olmadığını ise kimse duymak istemez. İstersen bu paragrafı bir aforizma ile bitireyim: İnsan kendi yaralarının yalancısıdır. Diğerleri ise yalancı yaraların yalancı pansumancısı…

Raşit tekrar söylüyorum, Bahadır bir mektup yazsaydı, bu aforizmayı da kullanamazdı. Kullanamazdı çünkü her insan kendine çukur ve her insan kendine merdivendir. Ve Bahadır ise merdiveni hâlâ dışarıda arıyor. Bu arada mektubunda sorduğun soruya da cevap vereyim. “Kurbağa eti yenir mi?” diyorsun. Kurbağa eti yenmez, haramdır. Ayrıca kişinin Allah’tan başkasını sevdiğini sanması da günahtır ama bu meseleye girmeyeceğim. Molla Kasımlarla uğraşamam bu ara. Ama bilsin o Molla Kasımlar ki, Yunus Emre’nin yakıp nehre attıkları şiirleri benliğimizi yakıp kalbimize attık. Sıkıysa yakın bakalım… Bu arada, benliğini yaktığını iddia etmek benlik değildir de nedir Raşit? Al sana insanın tanımı!!!

Bu mektup nereye gidiyor böyle Raşit. Sana anlatacağım bir sürü mesela var ama klavye nedense sürekli başka meseleleri yazıyor. Vardır bunda da bir hayır. Hem şu söz dervişlerin sözüdür: “Olanda hayır vardır.” Sanıyorum bu söz sana cevap mahiyetinde oldu. Mektubunun tamamında anlattığın meselelere son derece veciz bir cevap hem de. O değil de Raşit, Bahadır eğer sana mektup yazsaydı, bu derviş sözünü de aktaramazdı. Olsun dediğini duyar gibiyim. Bence de olsun, ben seni ve Bahadır’ı seviyorum ama hayatımda şirk diye bir kavram da yok. Ayrıca mutlak şirk imkânsızdır ama bu bahsi diğer.

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken insan kendini salt benlik sanıyormuş. Bir zaman şeytanın atına binmiş ve yılanın karnında günlerini geçirmeye başlamış. Ki yılan o zamanlar dört ayaklı imiş. Ne zaman ki şeytanı ve dolaylı olarak insanı karnına alarak o saklı bahçeye sokmuş ceza olarak ayakları kesilmiş ve yüzyıllardır sürünür olmuş. Bununla da kalmamış insan yılana, yılan ise insana düşman olmuş. Öte tarafta şeytan bu manzaraya gülermiş ama o da hâlâ Hazreti Âdem’den üstün olduğunu düşünüyormuş. Düşünüyormuş çünkü Âdem’deki zat tecellisini bir türlü göremiyormuş. İnsan ise zat tecellisine mazhar olduğunun idrakinde değilmiş. Değilmiş çünkü Şeytan, insanın kulağına salt benlik olduğu fısıldamış. İşte bunları Bahadır hiç anlatmazdı, benden söylemesi.

Raşit, Bahadır sana cevap mektubu yazmış olabilir. Bahadır Şırnak’ta ölümle burun buruna gelmiş olabilir. Ve Bahadır imanına sarılıp anne koynunda gibi yatakhanesinde mışıl mışıl uyumuş olabilir. Sen Bozcada’da ben ise Kütahya’da hâlâ askerlik yapmış olabileceğimizi düşünüyor olabiliriz. Ya da dur sen ne diyordun; “bozcaada diye bir yer aslında yok değil mi?” İşte aynen ben de böyle söylüyorum; Kütahya diye de bir yer yok! Kadın yok. Erkek yok. Bahadır terkedilmedi. Ben çilekeş değilim. Sen nişanlanmadın. Dünya gerçek değil.  Ve “aldanış, insanın en büyük ihtiyacı.”

Sulhi Ceylan

bozcaada’ya gelirsen beni ara
“Sen (Şimdi) Sevincimin Akranısın”

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • Zeynep K. , 22/06/2016

    Aslında Sulhi Ceylan diye de biri yok. Bu mektubu yazmadı ve bunca hakikat yüklü kalp karşısında ben ne yapacağımı da şaşırmadım bu sahur vakti….

  • sam , 05/06/2016

    ah! sulhi ceylan’ın kumral saçlarında anlık da olsa nefsini gördüğünü ve nefsini sadece kendi elleriyle dizginlemekten başka çaresi olmadığını bildiğini ve tam da bu sebeple, evinin bir köşesinde kendi elleriyle saçlarını kazıdığını, “diz çök ey zorlu nefs” hitabıyla o kumral saçları toprağa gömdüğünü… şimdi bunu anlamayan nesle aşina olmak ne mümkün sulhi abi?
    by the way, molla kasım is back :))

    • kılıç kıranlı , 06/06/2016

      eyvah, gene geldi.

    • sam , 08/06/2016

      “eyvah, gene geldi” cümlesi her ne kadar zihinlerde yakın tarihimizdeki meyus hadiseleri hatırlatsa da, bu seferlik büyüklük bende kalsın deyu ses etmeyorum evladım. tekerrür etmesi halinde, frengistan ve arap çöllerindeki ruh halime dönmem çok da zaman almaz. bilesiz…

  • bölünmüş akılların savunucusu , 03/06/2016

    mektubu okurken iki kaburgamın arasına nemli bir sis yumağı çöktü desem yeri. saat 11.57 bir yanımda insomnia diğer tarafımda sizlerin mektupları. mektup yazmak külfetli ve meziyet isteyen ciddi bir eylem ve haklı olabilirsiniz… Siz haklısınız en az bahadır’ın komutanı kadar Raşit’in nişanlısı kadar ve kumral saçlarınızı kazıttığınız berberiniz kadar haklısınız lakin sizi anlamak size fayda vermiyordu değil mi? belki de mektup yazmak bahadır’a fayda vermiyordur kim bilir…bir ilkokul öğrencisinin de dediği gibi madem türkçe’de ‘ğ’ ile başlayan kelime yok o halde neden büyük ‘Ğ’ var?

    • bombacı mülayim , 08/06/2016

      sulhi ceylan’ın nefsini bir berberin elinde kurban edeceğini de nereden çıkardınız kuzum? her-keş’in nefsi kendine…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir