Pek değerli ve sevgili Mehmet Raşit Küçükkürtül,
Son mektubunda Bahadır’ın kırdığı cevizleri anlatıyor ve kendisinin nikâh gününü bekleyen bir âdemoğlu olarak hayatını sürdürdüğünü söylüyorsun. Sana katılmamak ne mümkün! Hayat bir seçimler bütünü ise Bahadır seçimini yaptı ve kendini kazanan tarafta sanıyor. Hâlbuki ben ona hiçbir zaman kazanan tarafta olmanın iyi bir şey olduğunu söylemedim, senin de söylemediğini biliyorum. Kazanmanın nesi güzel olabilir? Her kazandığımızda geride bir kaybeden bırakmış olmuyor muyuz? Her kazandığımızda saflığımıza bir darbe daha indiriyor muyuz? Hem Allah’a, kalbi kırıklar yakındır, kazananlar değil. Kazanmak diyorum, kibir büyütmektir. Ama bunları Bahadır’a nasıl anlatabilirim ki? Neyse Bahadır’ı şöyle kenara koyalım, nasılsa mutlu mutlu yaşıyor. Biz mevzumuza girelim. Bu arada ben Bahadır’ın en zayıf anında içini gördüm, orda bir cevher vardı. İkimizden de samimi bir cevher. Kendisi biliyor mu bilmiyorum!
İnsanı diğer varlıklardan ayıran ana özellik farkındalığı. Kendinin farkında olması. İnsan bilen bir varlık olduğu gibi aynı zamanda bildiğini bilebilen bir canlı. Bunun yanında bildiğini bildiğini bilebilen de. Bu bilme durumu katlanabiliyor. İşte bu özellik sadece insana has. Çünkü insan kendine aynada bakabildiği gibi kendine yabancı biriymiş gibi bakıp kendiliğine dair bilgiye de ulaşabiliyor. Dolayısıyla insan, kendinden uzaklaşmadıkça kendiliğine dair bir bilgiye ulaşamaz. Bu sebeple Mecnun, Leyla’nın arzusunu kalbinden atmadıkça Leyla’ya dair sahih bir bilgiye ulaşamaz. Çünkü yakınlık yani arzu insanı kör eder.
İmam Gazzâlî hazretlerinin çok hoşuma giden bir sözü var: “Himmeti karnına giren şeyle sınırlı olan kimsenin kıymeti karnından çıkan şey miktarındadır.” Himmetin buradaki anlamı meyil, çalışma ve gayret. Tasavvufî bir kavram olarak ise farklı manalara sahip. Hani Yunus Emre hazretlerine, kıtlık vakti buğday istemek için gittiği Hacı Bektaşi Veli hazretlerinin kapısında yöneltilen meşhur soruyu bilirsin: “Buğday mı istersin himmet mi?” İşte buradaki himmet ile İmam Gazzâlî hazretlerinin sözünde geçen himmetin bir ilgisi yok. Himmet var, himmet var! Hayatın bir seçimler toplamı olduğunu söylemiştim ya! Kimi himmeti seçer kimi himmeti!
Himmet, iradenin son derece kuvvetli bir hal alması halidir. Dervişin gözü her zaman en tepededir. Sürekli yeni makamlara çıkmak ister. Bu sebeple himmetini âli tutar ve gözünü dünyadan çeker. Gözünü dünyadan çekmek aslında kalbindeki fani sevgilerden kurtulmak demektir. İşte kalbinden ağyarı çıkaran ve gözü sadece yâre dönük olan dervişin himmeti yani tasarruf ve teveccühü kurumuş kalpleri diriltir. Çünkü bu himmetin önünde hiçbir şey duramaz. Erenlerin görklü nazarı tâlibi gaflet uykusundan uyandırır, denirken aslında bu himmete atıf yapılır. Veliler bir şeyin olmasını istediklerinde hulusi kalp ile Allah’a yönelirler. Ama bu yönelme esnasında kalplerinde başka hiçbir şey olmaz. Zaten himmet bir yönüyle de yoğunlaşmadır. Böylece istedikleri Allah’ın izniyle gerçekleşir.
Aslında hayatımız sürekli himmetimizi bir yerlere kanalize etmekle geçiyor. Sermayeden yiyoruz yani. Tek sermayemiz ise hayat denen mahdut süre. Çoğu işimizde gereken himmeti göstermiyor, yoğunlaşmıyoruz. Sonuç ise belli: anlık mutluluklar, içimizde bir türlü dolmak bilmeyen bir boşluk.
Bir de himmet istemek diye bir konu var. Velilerden, Allah’ın izniyle yardım istemek anlamında kullanılıyor. Yani dualarına talip olmak. Himmet bir nur olup nefsini terbiye eden kâmil insanlara verilen bir hediyedir. Çünkü onlar himmetlerini bizim gibi yanlış yerlerde kullanmazlar. Eşyaya hak ettiği kadar değer verirler, fazlasını değil. Himmet bu anlamda eşyanın hakikatine vasıl olan insanın kalbini toplayıp sadece Bir’e yönelmesidir. İşte her şey de bu yönelmede saklı. Bu öyle bir hal ki o an dünyada ne varsa görünmez oluyor. Zaten fâninin Bâki’ye karşı bir varlığı olabilir mi ki!
Bütün bunları insanın yanlış, gereksiz ve geçici şeylere himmetini yöneltebildiğini, gençliğini heba edebildiğini, eften püften işlere tüm yoğunluğunu verebildiğini ve de bunu ise gaflet denen o sihirli körlükte gerçekleştirebildiğini belirtmek için söylüyorum. Bunları sen tabiî ki iyi biliyorsun ama ya Bahadır. Bahadır bunları biliyor mu? Bilse bile bildiğini biliyor mu? Ya bildiğini bildiğini bilebileceğini biliyor mu?
Mübarek Ramazan ayının kalplerimize inmesi ve kendi Kadr’imizi yani özümüzdeki hakikati bilmek dileğiyle selam ederim.
Sulhi Ceylan
3 Yorum