Salinger’a Mektup

Sevgili Salinger,

Sizinle öyle uzun bir ahbaplığımız yok. Bir ay önce kitapçının raflarına avını arayan bir kurt gibi dadanmıştım. Kitabınızın ismi dikkatimi çekmişti. “Çavdar Tarlasında Çocuklar” Kitabın kapağı çok sâdeydi. İşte buna vurulmuştum. Ben zaten sadece sâde olanları sevmek için yaratıldığımı da düşünmeden edemem. Öyle şatafatlı şeyler hep itmiştir beni. Kitabınızın arka kapağında tanıtım adına da tek satır yoktu. İki kapağın arasına sıkıştırılmış bir sır küpü gibi gelmişti ve bu da beni içine çekmişti. Kitabınızı alıp masamın üzerine bırakmıştım. Ne zaman okuyacağıma dair zihnimde küçücük bir düşünce bile yoktu.

Bugünler de canım çokça sıkılıyor. Moralim de acayip bozuk. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Neyi okumam gerektiğini, neyi okuyacağımı da iyice karıştırmıştım ki birden çantamda kitabınızı buluverdim. Amacım tanımadığım bir adamın kelimeleri ile kalbimdeki hüzünleri farklı yönlere savurmaktı. Evet, sizi tanımıyordum. Nerede doğduğunuzu, kaç yaşında olduğunuzu, ölmüşseniz üzerinden kaç yıl geçtiğini bile bilmiyordum.

Kitabınızın kapağını araladığımda umduğumu bulamamıştım. On altı yaşında, okuldan kovulmuş bir ergenin hikâyesi hiç de dikkatimi çekmezdi. Keyfim kıyak, ruh hâlim gıcır, neşem de yerinde olsaydı itiraf etmeliyim ki bu kitaba devam etmezdim. Yine itiraf etmeliyim ki müthiş bir dil ustalığı ve samimiyetinizle kendinizi okutuyordunuz. Ama şöyle de bir kusuru vardı kitabın: Hiçbir yerinde on altı yaşında bir ergeninin dilini yakalayamadım. -etrafına savurduğu küfürler istisna- Daha olgun, orta yaşları geçmiş bir filozof ya da sosyolog vardı sanki karşımda.

Kahramanınız Holden ile birçok ortak noktamız da yok değildi hani. İkimiz de arabalardan nefret ediyorduk. İkimiz de atları arabalardan üstün tutuyorduk. Düşünsenize bir ata başınızı dayayıp ağlayabilirsiniz. Bir atın gözyaşını görebilirsiniz. Ya arabaların?!

Holden’in kızın elinden tutup, hadi kaçalım buralardan, bir orman evine yerleşelim. Orada evleniriz hem çocuklarımız da olur, dediği sahne de beni çok etkilemişti. Tabiî ki kız kabul etmemişti. Sevgili Salinger bu hep böyle olmuştur. Genelde kızlar bunları işitmekten büyük bir haz duyarlar. Çok hoş şeyler olduğunu söylerler. Ama elini tutup, hadi gidelim, dediğinizde bir sürü haklı mazeret öne sürerler. Dünya denen bu tiyatroda herkesin haklı olduğu kanısına vardım. Ne zaman bir haksız arasam aynaya bakarım.

Yirmili sayfalarda ki şu sözünüze bitmiştim: “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor.” Açıkçası sizi aramak içimden geçmedi. Yanlış anlamayın lütfen. Bu aralar kimseyle konuşmak istemiyorum. Şahsınıza münhasır bir şey değil yani. İnsan bir kişiye karşı susuyorsa bütün dünyaya karşı susmak istiyor.

Sevgili Salinger,

Şimdi size yazıyorum. 1919 yılında doğduğunuzu, kitaplarınız hariç münzevî bir hayat yaşadığınızı, 2010 yılında da öldüğünüzü öğrenmiştim. Yani yazdıklarıma itiraz edemezdiniz. Kızamazdınız bana mesela. Ya da ne bileyim en azından gülüp eğlenemezdiniz benimle. Çok mu narsist davranıyorum?

Ben çoğu zaman içimde biriken hasretleri, özlemleri ve bunlardan mütevellit hüzünleri karşımdakini üzmemek adına kalbimin derinliklerindeki bir suskunluk mezarlığına gömerim. Bu gibi hâllerde bol bol duâ ederim. “Allah’ım! O’nu koru.” derim. Sahi siz hiç duâ ettiniz mi? Kitabınız dilimize ilk olarak “Gönülçelen” adıyla çevrilmiş. Acaba gönlünüzü çelen biri oldu mu? Hiç âşık oldunuz mu? Bu soruları duysanız eminim “Ne tuhaf çocuk” derdiniz.

Çavdar Tarlasının sonunda kahramanınız bir psikiyatri kliniğine yatırılıyordu. İnsanın sonunu bilmemesi ne tuhaf değil mi? Okuduğu kitapların kahramanına benzeyeceği korkusu da bir o kadar tuhaf aslında. Sizinle daha uzun söyleşmek isterdim ama kitabınızın sonundaki cümle her şeyi bitirmişti: “Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Acemi Mühendis , 23/01/2015

    “Ben çoğu zaman içimde biriken hasretleri, özlemleri ve bunlardan mütevellit hüzünleri karşımdakini üzmemek adına kalbimin derinliklerindeki bir suskunluk mezarlığına gömerim. Bu gibi hâllerde bol bol duâ ederim.“Allah’ım! O’nu koru.” derim.”

    Düşüncelerimi okuyup yazdığınızı söylesem yalan olmaz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir