Kendini hiç yerli hissettiğin oldu mu? Biliyor musun ben hissetmedim hiç. Hani Attilâ İlhan’ın bir şiirinde geçiyor: “her an düşüp düşüp / kristal bir bardak gibi / tuz parça kırılsak da / hâlâ içimizde o yanardağ ağzı” Yanardağ ağzında yaşamak nasıl bir şey bilir misin Aydoğan? Her an lavlarla buluşacağını bilmek… Her an eriyebileceğini damarlarına kadar hissetmek…
Bilinmez ki zaman nelere gebe… Bilinmez ki belki “ayrılık da aşka dâhil”… Nedense hatırlar mısın diye başlayan cümleler kurmak istiyorum sana… Klişenin rahatlatıcı yastığına ben de dayanmak istiyorum. Hatırlar mısın, sana bir gün Üsküdar’dayken hayatın; kendi kendine ağırlık haline getirdiğin şeylerin altında ezilmekten ibaret olduğunu söylemiştim ve sen de gözlerin bir noktada asıl kalması ve hayatın orada donması olduğunu söylemiştin. İnan öyleymiş… Buz kestim.
Anladım ki hayaller gerçekten daha değerliymiş. Hem hayal sayesinde gerçeğin ötesine geçebiliyorsun. Hayal sayesinden kendi içine kapaklanabiliyor ve hiç bilmediğin köşelerini fark edebiliyorsun. Hem hangi gerçek bir hayalin çocuğu değil ki? Aydoğan gel bırakalım insanların gerçek dediği gerçekliği… Bak hayal alemi tüm imgeleri ve çarpıcılığı ile bize sesleniyor.
Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki hayat bir mumdan kayık ve biz ateşten denizleri geçmek zorundayız. Erimemek elimizde mi? Bak damla damla oldum. Ama hâlâ denizin sahilindeyim. Ah, ateşten denizleri mumdan kayıklarla kimler geçer? Gel istersen bu metaforun üzerine gidelim… Belki de mumdan kayıklar yaşadığımız ayrılıklardır, belki de ateşten deniz hayata devam etmek zorunda olmaktır. Ya da mumdan kayıklar günahlarımız ve ateşten deniz ise ömrümüzdür. Her ne halt ise anlayacağın sahilde boğuldum. Sen yüzme bilir misin?
Hani Cahit Zarifoğlu şöyle diyordu: “Bazen var’ı, anlarsın yok ile” Şimdi şimdi anlıyorum, kişi sahip olmadığı şeyi terk edemezmiş. Ve evet, yokluk bizi varlığa götürürmüş. Sanki kainat bizi yavaş yavaş kemâlâta götüren bir yol. Bizim ızdıraplar içinde çektiğimiz anlar bir zaman sonra anlıyoruz ki bize bilinç olarak geri dönüyor. Evet, ben de anlıyorum yok ile varı. Elindekini kaybetmeden elindekinin hakikatini nasıl bilebilirsin ki? Gel kaderin elleri almadan elimizdeki varları, biz hepsini gönüllü terk edip yoklukla buluşalım. Hem bu yaptığımız da kaderin ellerine dahil olmayacak mı?
Düşünsene gölgemiz bile sadece güneşli günlerde bizimle… Belki de hayatın gerçeği budur. Ve bu gerçek, içinde hakikati saklamaktadır. Beni anlıyorsun değil mi? O halde soruyorum sana, hayatta her şeyi kaybettiğinde ayakta kalmak için bir sebebin var mı?
Sulhi Ceylan
7 Yorum