Derken günler ayları, aylar ise yılları kovaladı ve ben bir daldan düşen yaprak gibi soldum. Soldukça bilendim, sürekli kendimi sorguladım. Kaç kez kendimden çıkıp, yabancı biri gözüyle yine kendime baktım. Hâlâ körü olduğum sayısız noktam var. Anladım ki insan, gözlerindeki bakışları kaybedebiliyormuş. Ve anladım insan basit olduğu kadar derin de olabiliyormuş. İnan, insanın olamayacağı bir şey yok!
Biliyor musun, acılar bulaşıcı değildir. Her acı kendi bedeninde değerlidir. Değerli dediğime bakma aslında “taş yerinde ağırdır” demek istiyorum. Evet anladın, öznellikten bahsediyorum. İnsanın bir türlü birbirini anlayamamasından. Anlaşılamamanın verdiği acıdan, kibirden ve ötesinden… İstersen, insanın koskocaman yalnızlığı da diyebilirsin. Gerçi hep senin dediğin oluyor… Hüküm senin elinde. Bazen kendimi bir okyanustaki dalganın içindeki küçücük bir damla olarak tahayyül ediyorum. Dalganın içindeki damla olduğunu hissetmek bütünlenememeyi ifade ediyor. Çünkü dalga, damlalar kümesinden ibaret. Ben, hiçbir kümeye dâhil olamadım. Sadece dâhilmişim gibi yaptım. Mış gibi… Hayatı da zaten mış gibi yaşadım. Yaşamış gibi…
Bütünlenmeye ihtiyacımız var. Kendimizi kaybetmeye. Bir bütünün içinde unutmaya. Vecd u istiğrak hali… Ama birey olmaya da ihtiyacımız var. Bütünün içinde fark edilmeye, değer ve saygı görmeye… Ne kadar çok şeye muhtaç olduğumuzu fark ettin mi? Bu kadar aciz bir varlığız işte. Ama ebedilik sevdasındayız aynı zamanda. Hayat, bir rüzgârın esmesi ve sonra dinmesi değil de nedir! Vakit dedikleri sadece şimdi’dir. Yani an. An ise sürekli geçmişle öpüşüyor. İnsanın serancamı da bu… Geleceğe kurulu varlık olup geçmişte yaşamak… Ve geçmişten getirdiği bavulların altında inlemek… Belki de “Tövbe, geçmişi unutmaktır.” sözüne gönlümü açmalıydım, ama ben tuttum “Tövbe, geçmişi unutmamaktır” cümlesine ev oldum.
Bedbin bir düşünür “Canı sıkılmak, zaman çiğnemektir” der. Bu söze göre çokça zaman çiğnemiş oluyorum. Zaman çiğnemek; zamanı çarçur etmek, vakti boşa geçirmek ve böylece kişisel tekâmülün durması sanırım. İnsan kendinin düşmanıdır derdim de inanmazdın. Hakiki manada kendini düşünen biri, zamanı çiğner mi hiç! Vakit, insanın tek sermayesi. Sermayeyi çarçur etmek de, ihyâ etmek de insanın elinde. Can sıkıntısı eğer hiçbir şey yaptırmıyor ve insanı olduğu yerde sabitliyorsa, bu, tekâmülün intiharıdır. Bunları yazarken bile canım sıkılıyor. Kronik bir durum bu anlaşılan. İnsanın canı, sıkılmaya alıştı mı, sıkılmadan duramıyor. Bir şekilde hayatı kendine zindan etmesini beceriyor. Bak yine aynı noktaya geldik. İnsan kendinin düşmanıdır meselesine. Ama buna inanmak istemeyenler, sürekli suçlayacakları birini bulmada çok mahirler. Bir şekilde kendilerini suçsuz ilan etmeyi başaran insanlarla çevrilmiş etrafımız. Bazen ben de dâhil oluyorum bu furyaya… Aklımı tatile çıkarıyor ve duygularımın sesine bırakıyorum kendimi. Bir süre de rahat ediyorum. Uyuşturucu gibi bir şey bu. Ayılana kadar her şey güzel, sorun yok. Ama ayılınca tüm ertelediklerim üstüme çullanıveriyor. İşte burada iki kapı açılıyor insanın önüne. Ya sürekli başkalarını suçlamaya devam edip anlık rahatlamalarla hayatını devam ettirecek ya da suçu yüklenip, bu yük ile yaşamanın yolunu bulacak. Ben ikincisini seçtim. İnsanları suçlamanın âlemi yok. Bu sadece kaçmak ve ben kaçmaktan yoruldum.
İşte böyle, batı cephesinde yeni bir şey yok. Yenilmeye devam ediyorum. Salih Mirzabeyoğlu ise; “Bütün dava, hayatın gayesi, malûmu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malûm kılmak!..” diyor. Bir şeyleri malum kılabildim mi?
Not: Eğer bunalmazsam, birkaç hafta boyunca her pazar günü sana mektup yazmaya devam edeceğim. Daha çok anlaşılmamak için. Varlık ila yokluk arasındaki oyunda olduğumu göstermek için. Zevk değil ıstırap duymak için.
Sulhi Ceylan
5 Yorum