Mezar Saati – VII

“Gönül ve aşk meselelerinde akıl, bataklığa düşmüş eşek gibidir,
çırpındıkça daha da batar.” Ömer Tuğrul İnançer

 

Sana, her pazar günü mektup yazıyorum. Toprağını toprağım kabul ediyor ve kendimden sana, senden kendime sesleniyorum. Bilirsin, insanın en samimi hali kendi ile konuşmasıdır. Çünkü konuşulanlardan başkalarının haberi olmadığı için maske takmaya gerek kalmaz. Ne zaman birilerinin gözünü üzerimizde hissetsek, yanımızda taşıdığımız maskelerden birini hemen yüzümüze takma ihtiyacı duyarız. Bizi, kendi istediğimiz gibi tanımalarını isteriz. Ya da şöyle söyleyeyim; olmak istediğimiz kişi olarak tanınmak isteriz, her ne kadar olamasak da. Buradan kendimizi kandırmaya ihtiyacımız olduğunu söylemek istiyorum. Bütünlenme ihtiyacını bir okus-pokus ile karşılamaktan bahsediyorum. Tamam ben olamadım ama en azından olmak istediğim kişi olarak tanındım, diyebilmek için. İşte bizim büyük acziyetimiz! Olabildiğince aciziz. Kendimize karşı savunmasız…

Sana her pazar günü mektup yazıyorum. Seni kendim kabul ediyorum, kendimi sensiz. Sonra bu yoksunluğu tutup karşıma koyuyor ve konuşmaya başlıyorum. Konuştukça içimde bir yanardağ taşıdığımı fark ediyor, bir türlü de sönmek bilmiyorum. Ağzımdan lavlar çıkıyor. İnsan kendinden nereye kaçabilir ki! Çaresiz seni anlatmaya devam ediyorum, bir yandan yanmaya… Hiçbir sözcük acımı hafifletmiyor, hiçbir avuntu elimden tutmuyor. Kendime sarılasım geliyor, utanıyorum. İnsan kendine sarılmazsa kime sarılır diyorum ama bu cevapsız sorular daha da canımı yakıyor. Bir çıkmazda buluyorum kendimi. Girdap…

Sana her pazar günü mektup yazıyorum. Nedenini bilmiyorum ama içimde bir ses sürekli seni anlatmam gerektiğini haykırıyor. Belki de yazdıkça senden kurtulacağım. Belki de yazmak bir yandan bazı hatıraları silmemi sağlayacak. Yazıyor siliyorum, senden vazgeçemiyorum. Canım sıkılıyor ve tekrar kaleme sarılıyorum. İnsan, kaderinden başka bir şey yazamaz, biliyorum. Yazmam gerekenleri yazıyor ve kaderimi yaşıyorum. Usulca boynumu eğiyor ve sırat köprüsünün üzerinde düşmeden yürümeye çalışıyorum. Düşsem elimden tutamayacağını bilmek ayrı bir acı veriyor ama yine de yürümeye devam ediyorum. Bazen vazgeçmek istiyorum, adımlarımı tutmak ve sessizce düşmek… Böyle anlarda “henüz değil!” diye bir ses duyuyor, adımlarımı olabildiğince yavaşlatıyorum.

Sana her pazar günü mektup yazıyorum. Bazen insan bir yazı yazar ve yüzbinlerce kişi okur ama yazarın tek derdi “o kişinin” metni okumasıdır. Benim böyle bir lüksüm bile yok. Yazdığım hiçbir metni okuyamayacağını biliyorum. Bu bilginin altında eziliyor ve nefes almaya çalışıyorum. Bilgi güçtür, diyordu bir Batılı filozof. Buna da inanmıyorum. Bilgi güçsüzlüktür. İnsan bildikçe küçülür, içine katlanır. Bildikçe acizliğini anlar. Bilen insan susar. Ne susmak ne konuşmak… Sadece hiçbir şey yaparak bir şeyler yapmak istiyorum. Bu, bir sivil itaatsizlik değil, bu bir tanımsızlık. İnsanın olduğu kişiliği kabullenememesi. Bu, olsa olsa bir kaçış. Ama sana değil. Kendinden bir kaçış…

Sana her pazar günü mektup yazıyorum. Yazdıkça kendimden utanıyor, içimde yaptığım yolculuk sebebiyle korkuyorum. Dehlizlerimde gezindikçe ürperiyor, sokağı döndüğümde karşılaşacağım görüntünün heyecanı ile yürümeye devam ediyorum. Ne içimdeki çukurlar bitiyor ne de seni anlatmaktan vazgeçebiliyorum. Bazen içine düştüğüm bir kuyuda kalasım, çıkmayasım geliyor. İnsanın, kendinden de korkması gerektiğini düşünüyorum. Sınandıkça ne kadar kötü olabileceğimi anlıyorum, bakışlarım yere düşüyor. Başımı kaldıramıyorum. Meğer insanın ne de çok kuyusu varmış! Meğer insanın tek derdi kendi kuyularını kazmakmış! İnsan olmak ne de zormuş.

Sana her pazar günü mektup yazıyorum. Sana mektup yazmak istemiyorum. Sana mektup yazmak zorundayım. Zıtların pençesinde seni anlatmak ne zor. Bir filozof “Herkes kendinden en uzaktadır” diyordu. Hem kendimin hem de senin uzağında olmanın getirdiği yük ile yazıyorum. Hayır hayır, sana yazmamam gerektiğini yazıyorum. Yazdıkça seni değil kendimi değiştirmek istiyorum. Yazdıkça siliyor, sildikçe tekrar yazıyorum. İnsan kendinin tekrarıdır, diyorum.

Sulhi Ceylan

Mezar Saati – I
Mezar Saati – II
Mezar Saati – III
Mezar Saati – IV
Mezar Saati – V
Mezar Saati – VI

 

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • gelmiyor elimden yaşamaktan başka bir şey , 03/01/2023

    neden sanki çok derin ya da yazarın yaralarının aynısı ben de varmışçasına içime işliyor bu mektuplar, bunları ben yaşamadım ki. bu mektuplar bana yazılmadı ki. hem hiçbir şey yaşamadım. ben hem en büyük acı hem belki de en büyük haz olan aşkı da yaşamadım, yaşamadım ki en azından aşık olmuşluğum var ondan böyle hissediyorum diyebileyim. aklıma sadece iki sebep geliyor biri yazar çok içten yazıyor en samimi haliyle ondan böyle içime işliyor bir diğer sebep her insanda aslında tüm acıların bilgisi vardır ve tüm insanlar birbirine bağlıdır o yüzden bir diğerinin acısı bir başkasına bu denli işleyebilir. cevap her iki sebepte olabilir, yazdığım sebeplerle alakası olmayadabilir bilmiyorum.

  • Adsız , 04/09/2022

    “Hem kendimin hem de senin uzağında olmanın getirdiği yük ile ya(ş)ıyorum.”

    • Bağbozumu , 05/09/2022

      Hangisi daha zor?

    • Adsız , 07/09/2022

      Birbiriyle fazlaca bağlantılı olan bu iki soru aslında tek bir yaraya işaret. İnsanın ‘öz’ünü tekrar inşa edebilmesi için,’öz’ünden kopan o eksik parçayı bulması ile birlikte belkide “Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma,
      Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma” dizeleri yeniden hayat bulur. Kim bilir..

  • cihan , 04/09/2022

    omzumuzdaki anlatma yükünü hafifleten cümleleri için sulhi ceylan’a ayrıca teşekkür ediyoruz.

  • A.b , 04/09/2022

    ama çok güzel.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir