Mezar Saati – VI

Hep ayrılık, keder ve hüzünden bahsedecek değilim ya! Biraz da erenlerin hallerinden anlatmak istiyorum sana. Onların görklü nazarından… Bilginin güç olarak değil merhamet olarak tanımlanmasından…

Bâyezid-i Bestâmî hazretleri zamanında binlerce veli varmış. Bu velilerin her biri de ibadet, riyazat  ve keşf ü keramet sahibi imiş. Buna rağmen asrın kutbu henüz keşfe erişmemiş, ümmi bir demirciymiş. Bu durum karşısında hayrette kalan Bâyezid-i Bestâmî hazretleri kutupluk sırrının ne olduğunu merak ediyor ve neden ümmi bir demirciye kutupluk makamının verildiğini öğrenmek istiyormuş. Bu sebeple demircinin dükkânına gitmiş. Bâyezid-i Bestâmî’yi gören demirci hemen gelip elini öpmüş ve kendisine dua etmesini rica etmiş. Hazret ise “Ben senin ayaklarını öpeyim de sen bana dua et” demiş. Bunun üzerine demirci; “Sana dua etmekle benim derdim geçmez ki!” demiş ve anlatmaya başlamış; “İnsanlar bir bir ölüp ahirete gidiyorlar. Kıyamet gününün şiddeti dil ile anlatılmaz. Hele Cehennem! O ateşe bir an dayanılmaz. Bu insanlar nasıl yanar o ateşte? O ateşe nasıl dayanılır? Oraya hiçbir Müslüman girmesin. İşte derdim bu!” Ve ağlamaya başlamış. O kadar içten ağlıyormuş ki Bâyezid-i Bestâmî hazretleri de dayanamayıp ağlamış.

O an olanları Bâyezid-i Bestâmî hazretleri şöyle anlatıyor: “O zaman sırrıma nida olundu; ‘Bunlar nefsim, nefsim diyenler değildir, ümmetim ümmetim diyenlerdendir.’ Hemen kalpteki hayretim (şaşkınlığım)  geçti ve bildim ki bu zatların istidadı başkadır. Bunlar kalb-i Muhammedî üzere olup, mazhar-ı Hakikat-i Muhammediyye olmuşlar. Lâkin henüz keşfi açılmadığı için kutup olduğundan haberi yok. ‘Halkın azap çekmesi neden sizi bu kadar üzüyor?’, diye sorduğumda ise demirci şöyle cevap verdi: ‘Benim hamurum şefkat ve merhamet ile yoğrulmuştur. Eğer dünyadaki günahkârların bütün günahı benim üzerine yüklense ve onlar affedilirse, anca rahata ererim.’ Daha sonra demirci ile bir hayli muhabbet ettim. Namazda okumak için kendisine bilmediği sureleri öğrettim. Lâkin kalbim öylesine feyz-i Rabbani ile doldu ki, kırk senede tahsil edemediğim dereceleri o mecliste tahsil ettim. O vakit anladım ki kutupluk sırrı başka bir şeydir. İlim ve amel ile elde edilir şey değildir. ‘İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir.’ (Hadid, 21)”

İşte böyle, mesele hakiki merhamete ermek, kendini değil başkalarını düşünmek. Başkalarının derdiyle dertlenip kendini bile unutmak. Ben, ben diye inlemekten azade olmak yani bencillikten! “Ben”in olduğu yerde merhamet değil kötülük neşv ü nema buluyor. Tüm mahlukat Hakk’ın kuludur. Bazıları inkâr etse de durum budur.

Tasavvuf ehli, her bir velinin genelde Peygamber Efendimizin, özelde ise bir nebinin kademi üzere olduğunu söyler. Kadem kelimesi Arapça olup “ayak” anlamına gelir. Sufiler bu kavram ile velilerin kendinden önceki bir veli ya da nebinin izinde gittiğini, onun özelliklerini taşıdığını anlatmak isterler. Tüm veliler Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) manevi varisi olmanın yanında meşrebine göre bir nebiden feyz alırlar. Buradaki meşrebi belirleyen özellik ise Esmâü’l-hüsnâ’dan hangisinin kişide galip olduğu ile ilgilidir. Mesela bir veli, Hz. Âdem’in kademi üzere ise sürekli tövbe eder. O velinin ana sıfatı tövbekarlıktır. 

İşte Muhammedî meşrep olan veliler de merhamet ehli olurlar. Kendilerini değil sürekli insanları düşünür ve onların kurtulması için yakarırlar. Yukarıdaki kıssada anlatılan zaten bu.

Bütün bunları bana neden anlattın şimdi diyebilirsin. Ya da bu kıssadan ne anlamam gerekiyor diye sorabilirsin. Sorabilirsin dediğime bakma, biliyorum aslında ben kendimle konuşuyorum. Çünkü sen, cevap verme makamında değilsin. Toprak evin olmuş, sarıp sarmalamış seni. Ben boşluğa sarılmışım.

Diyorum ki, dünya bir handır. Ölmek için dünyaya gelen aciz varlıklarız. Birbirimize zorluk çıkarmayalım. Sevelim sevilelim, dünyanın kimseye kalmayacağını bilelim. Bize, bizden yakın olandan kötülük sadır olmayacağını hakka’l-yakin anlayalım. Anlamaya çalışalım. Gaye; tek bir kişiye merhamet gösterip sevmek değil, bilelim. Tek bir kişiden tüm insanlığa hatta varlığa geçelim. Kendi kendimizin hapishanesi olmayalım.

Çok şey istediğimin farkındayım. Dünyadaki en zor şey olsa gerek, kişinin iradesine sahip olması. Ben’iyle yüzleşip kendinden soyunması… Affı, merhameti ve hoşgörüyü giyinmesi… Tüm insanlığı, Allah’ın kulu olarak görüp sıfatlara takılmaması… Sıfatlardan geçip Zat’a odaklanması…

Madem bu kadar zor insan olmak, sen en iyisi yine tut ellerimden ümide yelken açalım. “Gönül kırmayalım, gönülden ayrılmayalım…”

Sulhi Ceylan

Mezar Saati – I
Mezar Saati – II
Mezar Saati – III
Mezar Saati – IV
Mezar Saati – V

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir