Aydoğan;
Şimdi sana, ölülerimin ardından döktüğüm gözyaşlarının kendi ölümümün ağlama provası olduğunu anlatacağım.
Eğer insan kendinden kaçmak istiyorsa önünde benim bildiğim tek bir yol var: Adayış. Kendini bir başkasına adamak… Kendini düşünmenin önüne geçebilecek tek yol bu bence. Bu sayede kişi kendini adadığının dertleriyle dertlenir ve onu mutlu etmeye çalışır. Sonucunda ise adadığının mutluluğunda kendi mutluluğunu bulur. Düşünsene, kendini adadığın kişinin üzüntüsünü içinde hissediyorsun ve onu mutlu kılmak adına dertleniyorsun. Ne güzel değil mi? Bu durumun bir de manevi cephesi var. Yani kişinin kendini Allah’a adaması… Fânilerden geçip gözünü bâki olana dikmek. Ânı yaşamaktan kurtulup zamansız boyutlara yelken açmak. Basit ve adi davranışlardan ulvi ve yüce değerlerle ömrünü geçirmek… “Başkaları ne der?” anlayışından kurtulup “Allah bana benden yakındır” tecellisine muhatap olmak ve bu tecelliyi hissetmek… Benlik çölünden yavaş yavaş uzaklaşıp tevhid narası atmak…
Hayatından başkalarının gölgesini silmeyi düşündün mü hiç? Ben neredeyse her gün düşünüyorum. Başkalarının izlerini gözümden silip atmayı… İçimi cız ettiren sesleri kalbimden sökmeyi… Ama insan çok aciz. Öyle ki aldığı kararları hayata geçiremeyecek kadar, yani kendi kendine yenilecek kadar aciz. İnsanlar neden düşmanları dışarıda ararlar ki! Hâlbuki insana düşman olarak kendi yeter.
İnsan bazen içinde kırık bir bıçak olduğunu hisseder. Ya da ben öyle hissediyorum. Bazen de insan kendi karanlığı içinde kendini sakladığını hisseder. Ya da bunu da ben öyle hissediyorum. Fakat şunu biliyorum, acı, yüzünü en zayıf olduğun anda gösterir. Bu bahse devam etmek istemiyorum. Çünkü an olur en yakınımızın bile anlamadığı ve hissetmediği bir halimizi ilk defa konuştuğumuz biri fark edebilir…
İçimdeki sonsuz ihtirasın, beni ele geçireceğinden her zaman çok korktum hâlâ da korkuyorum. Şunu yeni fark ettim; insan, içinde hiç tatmadığı duygular büyütüyor ve bu duygular zamanı gelince bir anda kendini gösteriyor ve sen hayretler içinde kendine bakıyorsun. Müthiş bir esrime yaşıyor ve hayretinin denizinde boğulmak istiyorsun. Hayat hiç de göründüğü gibi değil. Meğer ne kadar da körmüşüm… Ne diyordu Dücane Cündioğlu; “Ey talip! Gözünü kapatmadan göremezsin.” Ben gözümü kapatamıyorum, sen gözlerimi bağlar mısın?
Nedense tüm tanıdıklarıma mektup yazasım ve sonra bir koşu postaneye gidesim var, mektupları postalamak için. Sonra ne istiyorum biliyor musun, tüm mektupların gönderilen adreslerden geri gelmesini. Her geri gelen mektubu sanki bana mektup gönderilmiş gibi okumak istiyorum ve her mektubu açarken yeni bir heyecana kapılmak da istiyorum. Söylesene çok şey mi istiyorum?
Bazen günler oddan bir sel olur ve seni alır götürür. Ama unutma bu selde hayatının en kara sayfaları yandığı gibi en ak sayfaları da yanar.
Sulhi Ceylan
7 Yorum