Gölge, Karaltı, Siluet

Yüzümde hep kış…

Cemal Süreya, aşk ve kadınlarla ilgili kendisiyle yapılan söyleşide aşkın akılla dolayısıyla hesapla ilgisi olamayacağını ve sınırlanamayacağını şöyle ifade eder: “Aşkın içine yasallık girince o aşk biter.” Aşk pazarlıksızdır, hesapsız… Yarına dair plan yapmaz âşıklar, yapamazlar. Ellerinde sadece an vardır ve o an her an genişlemektedir. Âşık sustuğunda sevdiğini susar, konuştuğunda hakeza… Fakat sen kendini sustun. Çığlıklarımın alevini görmezden geldin. Ben de seni yokluğunda soyut bir kimliğe bürüyerek imgeleştirdim. Şimdi dinle!

Hayatın, bir yarım kalmışlık olduğunu bilmiyor değilim ama sanki bu özlem hepten yarım bıraktı beni. İnsan özleye özleye azalıyor mu yoksa? Eskiler ayrılık aşkı büyütür derdi. Eskilere de inanmak istemiyorum. Annelerin çocuklarına olan sevgisine hayret etmişimdir hep. Hatta oğlu azılı bir katil dahi olsa onları seven anneleri var. Bunu neden yazdığımı bilmiyorum.

Çocukluğumu düşünüyorum. Sakin ve güzel yıllarım oldu. O zamanlar, günbegün hasrete doğru büyüdüğümü hiç farketmemiştim. Bu arada kendimi sessiz harf gibi hissetmeye başladım. Sesli harflere ulaşamadığım için kelimeye hasretim. Cümle olmaksa koskoca bir yalan.

Hayat bir tökezleme, inin inim inleme… Hayat hayata pusu… Tekinsiz nefesler ve hep yol ayrımı. Evet evet hayat hep bir yol ayrımı… “Yol yok, yol yürüyerek açılır” diyorlardı ama yoldaş yoksa hangi yol açılır ki! Eğer yol yürüyerek açılıyorsa bu arayış hiç bitmez. Sürekli bir yol ayrımı insanın kaderi değildir de nedir?

Bazen bir gölge kadar savunmasız hissediyorum kendimi. Gelen geçenin hiç düşünmeden üstüne bastığı bir gölge. Sahibinin bile farketmediği bir gölge, karaltı, siluet… Gelenek, bir meclise girdin mi yer arama hemen ilk bulduğun yere oturuver, der. Zaten “der-viş” kapı-eşiği anlamına geliyor. Varlığı ve yokluğu anlaşılmayan. Gelmediğinde neden gelmediği sorulmayan… Yoksa insanın kaderi mi bu da? O halde meyhaneye düşmek, harâbâtî olmak da ne demek? Bak ne diyor Mahmut Şebüsteri hazretleri:

Öyle bir şarabı iç ki, şişesi yârin yüzü.
Kadehi, bade içen sarhoş gözleridir!

Şişesiz ve kadehsiz bir şarap ara!
Bade içen, sakiyi yudumlayan bir şarap…

Meyhane kişinin kendi dergâhı yani kalbidir. Kalp ise yârdan başkasına haramdır. İşte kalbini yârdan başkasının sevgisiyle dolduranlar yasak olan şarabı içmiş gibidir. Çünkü kişi kendini varlığının hakikatine vakıf olunca harâbâtî olur. Bu sarhoşluk ise şişesiz ve kadehsiz içilen şarabın sarhoşluğudur ki o da aşktır. Elsiz, ayaksız, “ben” diyebileceği bir “ben”i kalmayanların halidir bu. Bu öyle bir kendinden geçiştir ki bir daha asla eski hale dönüş yoktur. Zira eski hal varlık çölü, kesret durağıdır. Âşığın kendinde olması küfürdür. Anladın mı burayı, yani âşık “ben” diyorsa işte bu aşkın bittiğinin göstergesidir ve âşıklar katında küfürdür. Bazen sözcüklerin, beni bir toplama kampında esir ettiğini düşünüyorum bazen de -ki bu genellikle oluyor- senin…

Hani insan ne dese boşa gideceğini, ne yapsa kar etmeyeceğini bilir ve bilme halinin acısı her gün gittikçe büyür ve en son kişiyi içinde boğar ya! Gerisini sen anla artık! Hâlâ neden bu mektup bitmedi diyorsan işte bitiş dizesi; “Canımın acısıydın.” Başka bir şey değil.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Nurullah Tenkit Ataçî , 25/08/2017

    ”O zamanlar, günbegün hasrete doğru büyüdüğümü hiç farketmemiştim.”

    Sulhi abi, canımzısın ciğerimizsin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir