Düş Baskısı 3

Sonya,

Duvara durduğunda bir şiirin ilk dizesini yazıyordum… Ellerinde kitap, ellerinde kalbin ve aşk döken çiçekler. Bir şiirin ilk dizesi gelmişse, vakit gelmiştir.

Ayaklarını misafir eden duvar sarmaşığından düşen sözcükler bilindik bir serüveni anımsatıyor bana. Yani sessiz öğle üstleri, unutulmuş bir ıslık, kırk
ikindiler…  Seni uzun uzadıya izlemenin kalbimin gam yüküne iyi geleceğini düşünmedim değil. Sana dokunmadan, bütün ömrüne nar gibi kurulacak hatırayı buruşturmadan…

Gerçekten o taşlarının örgüsünde, duvarı yırtan otların gürültüsünde söylediklerine kulak kesilmiştim. Söylediklerine veya okuduklarına… Yeşil çimenlerin boyun bağlarında, atların koştuğu vadilerden alnıma düşürüldüğünde… Çok zamandır elimden tutmamıştı bir dize…

Kendimi, kendimin uğultusundan çıkaramadığım alacakaranlıkta “bana kendimi ifade etme fırsatı ver. Dar vakitlerde paylaşılmaz hiçbir şey. Bana geniş zamanlar ver” demiştin bana…Şaşırmıştım.

O anda bir duvar dibine çömelmişti şiir… Ancak geniş zaman tutkusu, dar zaman ısrarını galebe çalmıştı. Sanırım dize böyle zamanları sevmez. Şiir bekler ama dize asla…

“Bana geniş zamanlar ver”, dediğinde aklıma Angelopoulus’un, ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ filminden bir sekans gelmişti. Şair Alexandre, dağları, münzevi yalnızlığını özlüyordu. Her zamanki gibi gitmek isterken, karısı onu durdurmuş ve ona “bugünü bana ver” demişti. Bu dar zamanı… Hazin ki verememişti.

Sen geniş zamanlar istediğinde ben hayatın ne denli dar vakitlere kıstırıldığını düşünüyordum.

Duvara bitişen kalbini özenle okuduğun romanın içinde bırakıyorum. Çünkü şiire değen ellerim bir nehri yüzmeden uslanmıyor.

Halil İbrahim Polat

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir