Raşit Ulaş’tan, Süreyya’ya yazılmış manzum bir mektup…
***
ben öyle muhteşem dibâcelerden, süslü sözlerden,
güzel selâmlamalardan anlamam süreyya.
nasıl kahverengi bir topraktan balçık edilip yaratıldıysam,
yüzümün rengini nasıl aldıysam topraktan,
öyleyim işte hâlâ.
adımı şaire çıkaranlar şairin yalan söyleyeceğini söylüyorlar.
sen bilirsin,
en iyi sen bilirsin süreyya kalemimden yalan dökülmedi benim.
bir yastık ikiye bölünmez süreyya!
bohçanda 61 basımı iki kişiye bir dünyanın yeteceğini söyleyen,
büyük sözler söyleyen, güzel sözler söyleyen bir şiir kitabı olsa yetmez mi?
yeter süreyya yeter.
tek bir şiir kitabı, bin iki yüz altmış lira maaş
ve doksan lira agi, iki kişiye bir dünya için yeter.
“sigortalı bir iş bulmadan âşık bile olunmuyor”
diyen gençlere bizim de söyleyeceğimiz bir şeyler var öyle değil mi?
emir el- mü’minin ve haydâr-ı kerrâr
birbirlerini çok seviyordu biliyorsun değil mi?
“ben hoyrat söylesem el bana hoyrat “ süreyya
ben hoyrat söyleyemiyorum ama el bana hep hoyrat süreyya.
el bana hep hoyrat sen bilmiyorsun.
herkes el ve herkes çok hoyrat.
benim canım acıyor ama yeryüzü,
“yaptıklarınızın hepsini Allah’a söyleyeceğim”
diyen çocukların çığlığıyla sarsılırken
benim çığlıklarımın ne önemi var?
bakma çimento fabrikalarının grostonlarca üretim yaptığına,
sen de topraksın aslında.
elimize değen bu mekanik şeyler,
kulaklarımıza değen bu mekanik sesler,
soluduğumuz bu içine teknoloji karışmış oksijen
ve daha nicesi ve nicesi sana seni unutturmasın sakın.
sen bütün varlığınla, toprak kokunla,
bütün ihtişamınla ve sadeliğinle öylece hep karşımda duruyorsun.
bir zamanlar nesrin’e demiştim ki;
Allah çok güzel bilmeni isterim.
süreyya Allah çok güzel biliyor musun?
süreyya Allah çok güzel senin de bilmeni isterim.
ne diyordu üstad hatırlar mısın?
“neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık
anladım ki yok Allah’tan başkasına yakınlık”
biz Allah’tan başkalarına yakınlaştık ve hep kırıldık.
biz Allah’tan başkalarına yakınlaştığımız için
yakınlaştıklarımızdan uzak kaldık.
seni bilmem süreyya ama ben öyleyim.
dün avucumun içinde biriktirdiğim ne varsa bugün hepsi birer birer döküldü.
ama dün gözbebeğimin içine sakladığım sen hiç çıkmadın oradan.
ben ise kalemimi bileyledim,
gem vurdum,
kırbaçladım.
şakladıkça sen,
döküldün kelimelerden,
döküldükçe biriktin ve bir dağ gibi oturdun.
kargalar üşüşüyor,
çakallar uluyor,
akbabalar tepemizde dolaşıyor.
gel bu yangın yerinden kaçalım.
gel bu yangın yerinden kendimize kaçalım.
dönelim.
“eve dönelim, şarkıya dönelim, kalbimize dönelim”
ne söylesem akla ziyan olur bilirim.
ama bildiğim bir şey var ki ben bu çağa ait değilim.
sen de bu çağa ait değilsin süreyya.
senin bu çağa ait olmadığın yüzünden belli oluyor
senin bu çağa ait olmadığın ellerinden belli oluyor süreyya.
büyük sözler etmiyorum.
elleri kirlenmiş birisi olarak sana sesleniyorum.
sana daha önce de seslendim.
benden ne kadar uzaktasın
ne kadar yakınsın bana bilmiyorum ama
seni tam altı yerimde hissediyorum süreyya.
seni bütün şiddetinle tam altı yerimde hissediyorum.
….
Raşit Ulaş
4 Yorum