Birilerinin Suyu ve Ateşi Olmak

Sevgili Meryem;

Salih Mirzabeyoğlu, insanın dünyada bulunma hikmetini şöyle özetler: “Su neye saldırırsa onu suya, ateş neyi yalarsa onu ateşe çevirmek isterken, insan acaba neye memur?.. Mutlak hakkı bulmaya, herkesi hak sofrasına halkalamaya ve bunun için taaruz etmeye…”  İnsanın sorumlu bir varlık olması, onu diğer canlılardan ayıran özelliğidir. Sorumluluktan kaçmak insan olmaktan uzaklaşmakla demek. İnsanın nefes almasının bir diğer sebebi ise doğruyu bulmak ve bu uğurda mücadele etmek. Mücadele, öncelikle kişinin kendisine dair olandır. Kendinin çilingiri olmayan her insan kopya hayatlar yaşamaya mahkûmdur. Birilerinin suyu ve ateşi olmaya…

Zıt kutupların birbirini itmesi bir fizik kanunu ama bu insanlar için de genelde geçerlidir. Genelde diyorum, aklına istisnaları getirme hemen. İnsan, sevdiklerini kendine benzetmesi ile mâruf. Daha Türkçe söyleyecek olursam, sevdiğimiz insanların özgünlüklerini buduyor, bizim gibi hareket etmeleri sağlıyor ve buradan bir tatmin elde ediyoruz. Farklılıklara dayanamıyor, nazımızın geçtiği ve gücümüzün yettiği kişileri kendileri olmaktan çıkarmakla hayatımızı devam ettiriyoruz. Sanıyorum meramımı anladın!

İnsanı insan yapan bir başka özelliği ise merhamet sahibi olması. Bu sebeple de hem bilgilerini hem de tecrübelerini paylaşıyor. Böylece bilgi yaygınlaşıp, dolaşıma giriyor. İnsanlık birbirinin omuzuna basa basa ilerliyor kısacası. Burada bir sorun yok. Bilakis olması gereken de bu. Ama konuya daha derin bakarsak insanın başkalarına merhamet etmesindeki asıl gayenin kendine merhamet edilmesini isteme ve bilinmek gibi niyetler olduğunu görebiliriz. Ama kimsenin niyetini ölçmek gibi bir sorumluluğumuz olmadığını hatırlatmak isterim. Orası ahirette ortaya çıkacak. Her ne kadar senin niyetine vakıf değilsem de tutum ve davranışlarından insanlara merhamet göstermenin ardında sevilme ihtiyacın olduğunu düşünüyorum. İstisnasız herkesin seni sevmesini istiyorsun. Belki de bütünlüğünü böyle sağlayacağına inanıyorsun. Sevgi pıtırcığı hallerinin arkasında böyle bir niyetin yattığını hissediyorum. Açıkçası bu meseleyi seninle konuşmadık. Çünkü anlaşabileceğimiz ortak bir zemin oluşturamadık. En azından şunu söyleyebilirim; merhamet bile bir silah halini alabilir. Bu da nerden çıktı şimdi diyor ve kendini göremiyorsan en azından annelere bak. Çoğu zaman aşırı merhametleri ile sevdiklerini ezdiklerini sen bile görebilirsin. Ya da göreceğini zannediyorum. Zan yani sanı…

Acıdan kaçan ve zevke yönelen… İnsanı böyle de tanımlayabiliriz. Yapıp ettiklerimizin arkasında hep bu iki hal sözkonusu. Acı ile karşılaşmamak ve zevke doğru yönelmek… Dediklerim ilk başta kabul edilmez gibi gözükebilir ama biraz üzerinde düşünüp gün boyu yaptıklarının arkasındaki niçin’i sorgularsan bana hak vereceğini tahmin ediyorum. İyilik yapma edimimizin arkasında bile kendimizi mutlu hissetmek yatıyor olabilir. İnsanın yaptığı fedakârlıkları başkasının gözüne sokmak gibi bir derdi var diyorum. Hâlbuki fedakârlık, adı üzerinde, karşılıksız bir şekilde sıkıntıya katlanma ve kişinin kendini feda etmesidir. Bunları niye anlattın deme sakın. Seninle olan diyaloglarımızı hatırla. Sana ayna oldum ve pişman değilim. Beni kırman da önemli değil. Önemli olan ve beni üzen, aynayı kırmana rağmen hiç değişmemen. Yine anlamadıysan yapabileceğim bir şey yok. İnsan böyle olmamalı. Seni kendim gibi olmaya değil, herkes gibi olmamaya çağırıyorum. Sadece bu!

Şu yaşıma geldim ve dünyanın en zor işinin insan olmak olduğunu anladım. İnsan olmak, adı üstünde olunan, varılan bir şey. Verili değil yani. Verasetle ulaşılmıyor. Doğar doğmaz avuçlarımızda bulamıyoruz. Tamamen insanın kendi cabası ile gerçekleşen bir hakikat. Ve buraya kopya hayatlarla girilmiyor. Canım yine çok sıkılıyor. Mektuba devam etmek istemiyorum. Bir etkisinin olacağına da inanmıyorum. Sadece kendimi oyalıyorum.

Madem mektubuma Salih Mirzabeyoğlu’dan bir alıntı ile başladım. Yine onun bir sözüyle bitireyim: “Âlemde kendimizi arayışın açılışlarında nasibimizi bütünlerken tükeniyoruz; ölüyoruz… İnsanın tek meselesi, bir meselesi, biricik meselesi, âlemde kendini bulmak…”

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • Nesnâs , 12/01/2021

    Yeni yazı gelse keşke…

  • karışık , 05/01/2021

    Bu yazılanları düşünüyorum ama şu mesele takılıyor: merhamet etme ve sevilme ihtiyacı

    Hayvan bile sevgiye muhtaçken sevgiye muhtaç olmayan bir insan düşünülemez heralde. Ki kainatın sebebi zuhuru bile muhabbeti ilahiyeymiş.

    Ve eğer ortada bir ihtiyaç varsa orada bir eksiklik vardır. Eksiklik -ya da açlık/susuzluk diyelim- ne kadar derinse ihtiyaç da o kadar çok olur. Yani kişi sevgiye ne kadar açsa o kadar eksik. Ne kadar eksikse de o kadar çok çaba sarf ediyor bütünlüğe ulaşmak için. İşte belki açlığın çok olduğu durumlarda davranışta aşırılıklar ortaya çıkıyor.

    Ama açlıktaki, sevilme ihtiyacındaki bu çokluğun sebebi ne? Bu kişi anasından yeterli sevgiyi, merhameti emememiş. Ve neyi, nasıl içine aldıysa başkasına da onu, o şekilde verebilir. Ama siz öyle yazıyorsunuz ki sanki bu şekilde hallolacak gibi. Olmuyor ki. Teorik bilgi pratikte işe yaramıyor. Büyük çaba gerek boğmamak ve boğulmamak için (emin olun eğer merhameti ile ezen bir anne varsa o anne aynı merhametle kendisi de eziliyordur). Ancak yaşayarak idrak edilebilecek bir durum bence ve ancak yaşayarak hallolabilir. Ama nasıl, onu ben de bilmem.

    Ve bi de şunu eklemeden rahat edemeyeceğim, yazıdaki son alıntı ile aynı noktaya çıkıyor belki de:

    “İnsanlar hayata kadem bastıklarından itibaren kendilerini avutacak bir zevk ararlar ve o zevki elde ettikleri vakit ondan bıkarlar ve yenisini ararlar; ve bu aramak bulmak ve bıkmak hali hep kendi aslını aramaktan münbaisdir fakat kemali gafletten aradıkları şeyin ne olduğunu ve ızdıraplarının ne ile sakin olacağını bilemezler.”

    Yani bunu okuyunca insanın hiçbir davranışında hata bulmayasım geliyor. Sonuçta hepsi kendi aslını aramaktan kaynaklanıyormuş. Ama tabi gerçek hayatta işler öyle olmuyor…

    Son: böyle uzun yorum yazınca yazdıklarım da beni boğuyor ama inşallah kimsede aynı etkiyi yapmıyordur.

    • Muhtaç , 06/01/2021

      Zât-ı İlâhi ile şu kainattaki varlıkların arasında hakikat ve mahiyet farkı olarak ihtiyaç demiş mütekellimin uleması. Zât-ı İlâhi hiç bir şeye muhtaç değilken, biz fâni varlıkların ona muhtaç olması esas mesele. Kul Yaratıcıya ihtiyacını idraki ölçüsünde eksik olmaz bilakis kemâle erer. O yüzden gelin kardeş olalım muhtaçlığımızı kucaklayalım. Sevelim, sevilelim…

  • A.b , 03/01/2021

    Hiç bir mektup aydoğana yazılanlar gibi olamadı. Üzünçlüyüm, hangi fesadın gözü değdiyse artık…

  • sanırım Meryem müphem , 03/01/2021

    Acaba içimde bir Sulhi çıkıp bu mektubu içimdeki Meryem’e okur mu? Okumaz sadece yazar derseniz kabul! Yazılar okunduğunda yazıyı yazan mı okur yoksa okuyan mı? İçimdeki ses kimin? Meryem mi Sulhi mi yoksa ben miyim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir