Mektup yazma hatta sana mektup yazma niyetim yoktu, ta ki bilgisayarımdan “Tükeneceğiz” şarkısı çalmaya başlayıncaya kadar. “Bir boşluk ki asla bitmeyecek” dizesine geldiğinde şarkı, mektup içimde yazılmıştı bile… Şimdi içime yazılan o mektubu satırlara geçiriyorum ve içimdeki boşluk orta yerde öylece duruyor…
Geçen gece saat üç civarı yine uyandım… Yo hayır, Abdullah Karaca aramadı, kendiliğinden bir uyanma. Sağa dönüyorum, sola dönüyorum olmuyor, uyuyamıyorum. “Bir baktım gene aynı karın ağrısı” diyordu ya Kader’de… İşte bende de aynı durum… Kendini doğuramamanın ne olduğunu belki bilirsin belki de bilmezsin. Evet doğru duydun, kendini doğurmak dedim. İnsan, kendisi hakkında her şeyi bilir. Yani her türlü eksikliğini, günahlarını ve işlediği suçları, hatta kalbinden geçen kötü düşüncelerini… İşte insan bütün bunlarla insandır ve bütün bunlarla yaşamaya devam etmesi gerekir… Kendini doğurmak ise kişinin beniyle yüzleşmesi sonucu oluşan bir hal… Bu konuya devam etmek istemiyorum. Sonra sabahı beklemeye koyuldum. Yo, hayır Abdullah Karaca gelecek diye değil, zaten Zincirlikuyu Mezarlığı’nda uyuyakalmıştı en son haber aldığımda. Gün açıldıkça ben karardım. Hâlbuki insan kendi karanlığından doğmalı… Karanlık perdesini yırtmalı… İnsan sadece kendisi olmalı Aydoğan, sadece kendisi… Anlıyorsun beni değil mi… Deli gibi anlaşılmak istiyorum, n’olur sen anla beni! Kedi almışsın. Hayırlı olsun. O bari anlıyor mu seni? Bir kedim bile yok, anlıyor musun peki?
Bazen hayaller kar gibi birikir… Birikir ve çığ düşer bir zaman sonra. Evet anladığın şeyi söylüyorum, insan hatıralarının altında ezilebilir. Ve bazen kişinin elinden umut barındırmayan bir özlem tutar… Umut barındırmayan özlem diyorum… Biliyor musun hayat saldırıyor bana… Neye karşı çıktımsa bir zaman sonra kendimi onu yapar buldum. Kendi sesimle çatışma yaşıyorum. Direniyorum, inan direniyorum. Aslanı kediye boğdurtmamak için direniyorum. Sahi senin kedinin adı neydi?
Biliyor musun, Allah her an kuluyla konuşmakta. Ama biz genelde duyamıyoruz o sesi. Bence bu durumun sebebi ise insanın Allah’ı duyabilmek için neleri duymaması gerektiğinin farkına varamaması. İnsan hangi seslere kulağını tıkayacağını bilmeli değil mi! Ah ağyar… O halde söylüyorum, hayat vazgeçmektir. İnsanın vazgeçmesi bağlarından kurtulmasıdır.
Atakan Yavuz bir şiirinde şöyle diyordu: “yenilmek de güzeldir. yenilmek: boş bir sandal gibi duymak mehtabı / böyle böyle geçecek ağzında büyümenin buruk tadı” Hayatımdaki o buruk tat nedense hiç geçmedi Aydoğan. Hep kandırdılar beni geçecek diye ama zaman ilacım değil acımı büyüten bir yol oldu sadece. Hâlâ o yolu yürüyorum.
Franz Kafka geliyor aklıma sürekli… Bak bir aforizmasında nasıl da hayatı çözümlüyor: “Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur.” O halde soruyorum, sence biz dik bir yamaca mı tırmanmaya uğraşıyoruz, yoksa kendimizi mi kandırıyoruz? Cevap ver…
Bir kedinin kuyruğuyla oynayarak cevap aramaktan vazgeçme.
Sulhi Ceylan
1 Yorum