“Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı”

Sana yazdığım bir mektubu şu cümle ile bitirmiştim Raşit: “Aldanış, insanın en büyük ihtiyacı.” Bu sözün altını doldurmanın vakti geldi sanırım.

Bahadır geçen ay evlendi. Telefonlarımı açmıyor. Senin telefonlarını da açtığını sanmıyorum. Bu mektubu yazmamın bir sebebi de Bahadır’ın bu tutumu. Ama ben Bahadır’ı anlıyorum ve anladığım için onu sürekli affediyorum. Ama bilmek çok acı veriyor, bunu da söylemeliyim. Bahadır’ın, elinde kumanda kanal kanal gezdiğini düşünmek istemiyorum. Belki de evinde televizyon yoktur ama zihinsel zaping yapmak için televizyona gerek yok ki!

Yunus Emre hazretlerinin “Bir ben vardır bende benden içeru” mısraını bilirsin. Burada insanın hakikatine atıf yapılıyor. İnsanın kendisini nefisten ibaret görmemesi gerektiği, ilahi bir yönü olduğu, zanlarının insanı bedenden ibaret görmesine sebep olduğu çok veciz bir şekilde anlatılıyor. İnsanı anlamak, aslında yüzünü gizlediği maskeleri bir bir çıkartmak ve bu çıkartılan maskelerin her biri ile neyi sakladığını ortaya koymakla ilgili bir durum. “Ben içre benler” meselesi yani. İnsan çok katmanlı bir varlık ve bu katmanların her biri aslında bir perde. İnsanın ilahi özünü örten perdeler bunlar. İnsansa bu maske ve perdeleri arttırmak da çok mahir. Peki neden? Çünkü aldanmak insanın en büyük ihtiyacı. Çünkü insanın kendini aldatmaya ihtiyacı var. Çünkü insan gerçekle çıplak olarak karşılaşmak istemiyor.

Senin de dertli olduğunu, bu “ben” meselesi hakkında ve “toplumsal ben” konusunda çok düşündüğünü, çözüm yolları aradığı biliyorum. Günün her hangi bir saatinde beni aradığında sesindeki o mücadele ruhunu ve bazense çıkmaz sokakla karşılaşma duygusunu fark ediyorum. Acizliğimizin sesinin telefon aracılığı ile birbirimize geçtiğinin ikimiz de farkındayız. Bazen telefonla konferans görüşmeleri yapar ve Bahadır da sohbetimize katılırdı. Şimdi ise telefonlarımızı reddetmekle meşgul. Kendine uğraş bulmuş demek. Demek canı sıkılmıyor. Bahadır adına sevinmeli miyiz sence?

Şimdi aklıma geldi. Efendimizin (s.a.v.) bir sahabesi vardı. Peygamberimizi çok severdi. İçki haram edildikten sonra bir anda bırakamamıştı içmeyi. Hatta bu sebeple birkaç kez uyarılmıştı. Bir gün bahçeden topladığı meyveleri bir sepete doldurmuş ve Efendimiz sever diyerek samimi bir şekilde yanına gelmiş ama sarhoşmuş. Bu durum karşısında Peygamber Efendimizin yanındaki sahabeler onu kınamaya başlamış. Efendimiz (s.a.v.) ise şöyle buyurmuş: “Ona kötü davranmayın. O Allah ve Rasul’ünü seviyor, Allah ve Rasulü de onu.” Ne diyordu İsmet Özel: “hiçbir insana yan bakışı olmayan kimdi / kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile”. Bu hadiseyi her hatırladığımda Efendimize (s.a.v.) olan muhabbetim arttığı gibi umudum da artıyor. Çünkü biz de sarhoş değil miyiz Raşit? Tutkularımız, iptilalarımız, heveslerimiz ve benliğimizin sarhoşluğu tüm ruhumuzu sarmamış mı? Ve çözümü aldanış da bulmadık mı?

Bahadır diyordum. Bahadır samimidir, insanı sever, insanı sevmek için bahaneler arar. Ama nadir de olsa kızdı mı o da bizim gibi dünyanın altına kocaman bir el bombası koymak ister. Underground halleri her ne kadar geçici ve sahici olmasa da kendisi sahici sandığı için biz de sahici kabul etmiştik. Hem insanın kendini kandırmaya ihtiyacı vardı. Ya biz Raşit? Sence biz de kendimizi kandırıyoruz da farkında değil miyiz?

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Nachinolete , 22/07/2018

    Yazarlar menüsünden ismi kaldırılarak gerekli ceza verilmeli.

  • A.b , 22/07/2018

    “Kendine uğraş bulmuş demek.”

    Siz bahadırın uğraşımıydınız? Eğer bu zan doğruysa zihnimdeki edebifikire bir balta daha geliyor demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir