Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar

Künye: Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Arthur Schopenhauer, Çev: Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, V. Baskı, Kasım 2008, İstanbul

***

Aynı dışsal olaylar ya da koşullar, herkesi bütünüyle başka başka etkilerler ve herkes aynı ortamda yine de başka bir dünyada yaşar. Çünkü ancak kendi tasarımlarıyla, duygularıyla ve istenç devinimleriyle doğrudan bir ilişki içindedir; dışsal olaylar ancak içsel olayların izin verdiği ölçüde o kişiyi etkilerler. (s. 4)

Sokrates, satılmak için sergilenen lüks mallara bakarak, “Gereksinmediğirn ne çok şey var” demişti. (s. 8)

Her zaman, bir kimsenin ne olduğu ve buna göre kendinde neye sahip olduğu önemlidir: Çünkü bireyselliği ona sürekli ve her yerde eşlik eder ve yaşadığı her şey rengini bireyselliğinden alır. Her şeyin içinde ve her şeyde öncelikle kendini tadar: Bu fiziksel hazlarda zaten böyledir; zihinsel hazlarda ise daha da geçerlidir. (s. 13)

Boş zaman, tam da Aristo’nun· dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür. (s. 23)

Tüm ülkelerde, tüm toplumun baş uğraşısı iskambil oyunu olmuştur: Bu oyun topluluğun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasıdır. İnsanların birbirleriyle alışverişte bulunacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kâğıdı alıp verirler (s. 23)

İç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinmeyen insan da en mutlu insandır; dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir, bıkkınlığa neden olur (s. 24)

Kişi kendinde ne çok şeye sahipse başkalarında o kadar az şey bulabilir. Başkalarının büyük hoşnutluk duydukları birçok şey, onun için yavan ve katlanılmazdır. (s. 36)

Bir insan, istemeyi aklından bile geçirmediği malların yokluğunu kesinlikle duymaz, onlar olmadan da bütünüyle hoşnuttur; öte yandan, ondan yüz katı daha çok şeye sahip olan bir başkası, istediği bir şeyden yoksun kaldığında, kendini mutsuz hisseder. (…) İsteklerin genişletilmiş ölçüsüne alışırız ve bu ölçüye denk düşen mülk karşısında kayıtsızlaşırız. (s. 42)

Tüm endişelerimiz, kaygılarımız, gücenmelerimiz, kızmalarımız, korkmalarımız, zahmet çekmelerimiz belki de çoğu durumda asıl olarak başkalarının görüşüyle ilgilidirler ve bu durum da, o zavallı günahkârlarda olduğu kadar saçmadır. Kıskançlığımız ve nefretimiz de büyük oranda, sözü edilen kökten filizlenir. (s. 57)

Budala kişi, yaşamın hazlarının peşinden gider ve aldandığını görür; bilge kişi ise belalardan kaçınır. Bunda başarısız da olsa, bu kendi budalalığının değil, talihinin suçudur. Başardığında ise aldanmamıştır; çünkü, kurtulduğu belalar son derece gerçektir. Belalar onun çok uzağından geçmiş olsalar ve hazlardan gereksiz yere fedakârlık etmiş olsa da, aslında bir şey yitirmiş değildir: Çünkü tüm hazlar hayalidir ve bunların yokluğuna üzülmek dar kafalılıktır, hatta gülünçtür. (s. 116)

“Bir beladan kurtulmak isteyen, ne istediğini her zaman biliyordur; elindekinden daha iyisini isteyen ise, tamamen bakarkördür:” Ve bu da, güzel bir Fransız sözünü anımsatıyor: Le mieux est l’ennemi du bien (Daha iyi, iyinin düşmanıdır.) (s. 117)

Boş zamanda huzur içinde olmak tehlikelidir. (s.128)

İnsan sadece yalnız olabildiği sürece, bütünüyle kendisi olur. (s. 131)

Gençliğin başlıca eğitim konularından birisi, yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalıdır; çünkü yalnızlık, mutluluğun ve içsel huzurun bir kaynağıdır. İmdi, tüm bunlardan, yalnızca kendi kendine güvenmiş olan ve kendi başına her şey olabilen bir kişinin, en iyi iç huzuruna ve mutluluğa sahip olabileceği sonucu çıkar; hatta Cicero bile şöyle söylüyor: “Bir kimse yalnızca kendi kendine bağlı ise ve kendinde her şeye sahipse mutlu olmaması mümkün değildir” (s. 134)

Bilindiği gibi kötülükler, onlara toplu halde katlanılarak hafifletilirler: İnsanlar can sıkıntısını da bu kötülükler arasında görüyorlar; bu yüzden, canlarının hep birlikte sıkılması için bir araya geliyorlar. Nasıl ki yaşam sevgisinin temelinde ölüm korkusu varsa, insanların toplumsallık dürtüsü de aslında dolaysız bir dürtü değildir, yani toplum sevgisine değil, yalnızlık korkusuna dayanır, yani, öteki insanların sevimli varlığı aranmıyordur; aslında, yalnız olmanın ıssızlığı ve boğuculuğundan ve kendi bilincinin tekdüzeliğinden kaçılıyordu. (s. 135)

Her bir insana katlanılmaz gelen şey, kendi özünün monotonluğudur: Her budalalık, kendi sıkıntısından mustariptir. Buna karşın, zihinsel dünyası zengin bir insan, tek başına konser veren bir virtüöze ya da piyanoya benzetilebilir: Bilindiği gibi nasıl piyano kendi başına küçük bir orkestraysa, bu insan da kendi başına küçük bir dünyadır ve ötekilerin ancak bir arada oluşturdukları şeyi, o kendi bilincinin bütünlüğü içinde oluşturur. (s. 136)

“Tüm belalar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir başımıza” (s. 137)

Mevcut ve görülebilir olan, salt düşünülmüş olan ve bilinenle karşılaştırılamayacak ölçüde güçlüdür, çoğu zaman çok az olan maddesi ve kapsamı sayesinde değil, tersine, ruh haline nüfuz eden ve onun dinginliğini bozan ya da kararlarını sarsan, görülebilirlik ve doğrudanlık biçimi sayesinde. Çünkü mevcut ve görülebilir olan, bir bakışta kolaylıkla kavranabilir olarak tüm gücüyle bir defada etki eder: Buna karşılık düşünceler ve nedenler; üzerlerinde parça parça düşünülmesi için zaman ve dinginlik gerektirirler; bu yüzden her an bütünüyle gözümüzün önünde olamazlar: Bunun sonucunda, düşünce yoluyla kendisinden vazgeçtiğimiz hoş bir şey, kendisine baktığımızda yine de bizi çeker; aynı biçimde, tamamen yetersiz olduğunu bildiğimiz bir yargı bizi incitir; hor görmeye değer olduğunu bildiğimiz bir hakaret bizi öfkelendirir; aynı biçimde, bir tehlikenin var olmadığına dair on neden, onu varmış gibi gösteren tek bir yanlış görüntü karşısında yetersiz kalır vb. Tüm bunlarda özümüzün başlangıçsal akıldışılığı ortaya çıkar: Kadınlar da böyle bir izlenime sık sık yenik düşerler ve erkeklerin çok azında, böyle bir etkiden uzak durmalarını sağlayacak akıl fazlalığı vardır. (s. 156-157)

Hiç kimse, kendinden fazlasını göremez. Bununla demek istiyorum ki: Herkes başkasında, kendisi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekâsı ölçüsünde kavrayabilir ve anlayabilir. (s. 164)

İnsanlar, çıkarları değiştiğinde zihniyetlerini ve davranışlarını çabucak değiştirirler; niyetleri öyle dar bir sürede değişir ki, buna itiraz etmemek için daha dar görüşlü olmak gerekir. (s. 172)

Dışarıya bakması ve kendi kendini görmemesi gözün doğasında vardır: Bu yüzden kendi hatalarının farkına varmak için, bunları başkalarında görmek ve kınamak iyi bir araçtır: Kendimizi iyileştirmek için bir aynaya gerek duyarız. (s. 176)

“En iyi arkadaşlarımızın mutsuzluğunda her zaman, bizi rahatsız etmeyen bir şeyler buluruz.” Sıradan, sözümona dostlar, bu tür durumlarda, usulca bir hoşnutluk gülümsemesine dönüşecek seğirmeyi zorlukla bastırabilirler. İnsanları, kısa süre önce karşılaşılan önemli bir belanın kendilerine anlatılması ya da herhangi bir kişisel zayıflığın açıkça söylenmesi kadar keyiflendiren çok az şey vardır. (s. 178)

“Akılsız bir kişi, akıllı bir kişiye karşı, akıllının akılsıza duyduğu soğukluğun yüz katı daha fazla bir nefret duyar.” (…) Çünkü beden için sıcaklık neyse, zihin için iyilik verici üstünlük duygusu da odur; bu yüzden, herkes içgüdüsel bir biçimde, bunu kendisine vaat edenlere tıpkı bir sobaya ya da güneşe yaklaşır gibi yaklaşır. Böyle birisi, erkeklerde zihinsel özellikler, kadınlarda ise güzellik açısından kesinlikle en dipte yer alandır. Kimi insanların düpedüz değersiz olduğunu kanıtlamanın bir bedeli vardır. Buna karşılık, vasat bir kızın çipçirkin bir kıza ne denli içten bir dostlukla yaklaştığı görülür. Bedensel üstünlükler erkekler arasında çok dikkate alınmazlar; bununla birlikte insan kendini ufak tefek birinin yanında, iri yarı birinin yanında olduğundan daha rahat duyumsar. Bunun sonucunda, genel olarak erkekler arasında aptallar ve cahiller, kadınlar arasında da çirkinler sevilirler ve aranırlar: Kesinlikle iyi bir kalbi olma ününe kolaylıkla erişirler; çünkü herkes, onların ilgisine, kendisi ve başkaları önünde bir perde gibi gerek duyar. Tam da bu yüzden her türden zihinsel üstünlük son derece yalnızlaştırıcı bir özelliktir: Lanetlenir ve nefret edilir ve bunun bahanesi olarak da sahibine her türlü hata yakıştırılır. (s. 180)

Genel olarak, zekâmızı söylediğimiz şeylerle değil üzerinde sustuğumuz şeylerle ortaya koymamız daha iyidir. Birincisi kibir, ikincisi ise akıllılık konusudur. Her ikisi için de sık sık fırsat çıkabilir: Ama ikincisi sürekli bir yarar getirirken, biz çoğu kez birincisinin sağladığı geçici doyumu tercih ederiz. (s. 184)

Oysa akıllılık, düşündüklerimizle konuştuklarımız arasında büyük bir uçurumun bulunmasını gerektirir. (s. 185)

Buna göre yaşamın ilk yarısının karakteri mutluluğa yönelik doyurulmamış bir özlem, ikinci yarısının karakteri ise mutsuzluk endişesidir: Çünkü bu ikinci yanda, az ya da çok belirgin bir biçimde, tüm mutlulukların hayalet gibi, buna karşılık acıların gerçek oldukları bilgisi de gelmiştir. (s. 203)

Gençlikte sık sık insanların dünyası tarafından terk edildiği duygusuna kapılınır; sonraki yıllarda ise bu, kurtulmuş olma duygusuna dönüşür. Birinci, hoş olmayan duygu bu dünyayı tanımamaya, ikinci, hoş duygu da bu dünyayla tanışmış olmaya dayanır. (s. 204)

Kimi zaman, uzak bir yeri özlediğimizi sanırız, oysa aslında yalnızca o sırada daha genç ve daha taze olduğumuz için, orada geçirdiğimiz zamanı özlemekteyizdir. Böylece zaman, bizi mekân maskesi altında yanıltır. Oraya yolculuk ettiğimizde, yanılsamanın farkına varırız. (s. 209)

 

Aktaran: Oğuzhan Yılmaz

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir