Wittgenstein’ın Karşıt Felsefesi

Beyaz Arif Akbaş, Alain Badiou’nun yeni yayımlanan “Wittgenstein’s Anti-Philosophy” kitabını değerlendirdi.

***

Batı düşünce tarihi içinde ‘Anti-Felsefe’ diye tabir edilen bir nevi felsefe eleştirmenliği diye adlandırabileceğimiz bir gelenek bulunmaktadır. Bizde de bir dönem İslam felsefe tarihi içinde yer alan ‘Reddiye’ türü metinler de bir başka açıdan böyle okunabilir. Aslında tez, antitezini doğurdukça felsefe kendi mecrasını bulmaktadır denilebilir.

Alain Badiou, felsefesinde birçok düşüncenin tekrar kullanımını gerçekleştirirken, diğer filozofları kendi felsefesi içinde bir takım döngülere oturtarak tekrar ve tekrar yaratır.   Onun amaçlarından biri gerçeğin bu kategorilerinin her türlü felsefe eleştirisi için kullanışlı olduğunu göstermek ve bu nedenle, bunları sanat ve tarih kadar ontoloji ve bilimsel keşifler için de kullanmaktır. Ve bu manada Badiou’un, dört diskur’u (Sanat, Politika, Bilim ve Aşk) içinde felsefi bir maraz olarak nitelendirdiği filozofun kendi felsefesini dayatması hastalığı hemen her önemli entelektüel için kaçınılmaz bir gerçekliktir. Burada Badiou, felsefi gelenekteki farklı diskur’lar tarafından üretilen birleşme noktalarını bulmaya çabalar. Bu konuda ‘Felsefe ile Politika Arasındaki Gizemli İlişki’ (Monokl) bu çabasına bir örnek olarak gösterilebilir.

Badiou, bir başka açıdan da anti-postmodernist kıta felsefesinin dünyada tanınmasında rol oynayan en önemli temsilcilerinden birisidir. Bu konuda sağlam bir eseri olarak “L’être et l’Événement” (1988) Varlık ve Etkinlik’i görülebilir. Bu kitabıyla filozof siyasi düşünceyi, küme teorisini ve Lacan’ın psiko-dilbilim teorisini birleştirmeye uğraşmıştır. Avrupa kıta felsefesinde analitik bir yakınsama ve ayrıntılı söylemiyle opak terminolojisini geliştirmeye çalışmıştır. Aynı çerçevede Badiou’un bu yakınlarda (Wittgenstein’s Anti-Philosophy) Wittgenstein’ın Karşıt Felsefesi, diye önemli bir kitabı yayımlandı. (Verso, 2013) [Türkçe’ye daha çevrilmedi.]

Bu seminal metin (Gelecekteki fikirlere temel oluşturan) onun anti-felsefe kavramına yeterli bir argüman sağlayan farklı bir Wittgenstein okumasıdır sanki. Fransız filozof Badiou, Wittgenstein’ı modern bir sofist gibi değerlendirir. Bundan sonra Wittgenstein (Tractatus Logico-Philosophicus’unda yazarı olarak, Wittgenstein) Sokrates, Kierkegaard, Rousseau, Pascal,  Nietzsche ve Lacan, Badiou tarafından temsil geleneğinde, bir prototip anti-filozof olarak kabul edilir. Üstat bu kitabında Wittgenstein’ın ‘Felsefi Soruşturmalar’ını sevmediğini göstermekten imtina etmez. Bu minvalde özellikle onun dil felsefesine kalıcı bir eleştiri getirmeye çalışır.

Bence Wittgenstein’ın felsefesinin temel açmazı her şeyi kaçınılmaz bir şekilde mantık terazisine koymasıdır. Hâlbuki felsefede ve hayatta mantık dairesine oturmayan o kadar farklı şeyler/tezahürler vardır ki bunlar anlatılsa insanın ne kadar akıl yönünden kusurlarla herme-herç olduğu görülebilecektir. Wittgenstein, ünlü Tractatus’unda “Buna karşılık, burada bildirilen düşüncelerin doğruluğu bana sorgu-sual edilemez ve kesin-kes görülüyor. [Bu cümle bile kendi başına bir felsefe karşıtlığı değil midir? Ukalalık.] Böylece, şu kanıdayım ki, soruları özlerinde sonuna dek çözdüm. Ve bunda da yanılmıyorsam, işte, bu çalışmamın değerinin bulunduğu ikinci nokta, bu sorunların çözülmesiyle ne denli az şeyin başarılmış olduğunu göstermesidir.” (Metis Yay., Çev: Oruç Aruoba, 2005, s.13) Peki bu eser o kadar mantığa ve felsefeye uygunsa “Felsefi Soruşturmalar’da yine kendisi tarafından niçin ciddi bir şekilde eleştirilmiştir? (Eleştirilmeye çalışılmıştır.) Bu kitap Wittgenstein’ı felce uğratan eseridir. Tractatus, dışındaki Wittgenstein tarafından ortaya konan bütün metinler; Felsefenin Mantığı’nın yazılı tefsirleri gibi görülebilir. Ya da Felsefi Soruşturmalar, kişisel bir talmud örneği olarak okunabilir.

Wittgenstein, Tractatus’u o ünlü deyişiyle bitirir: “Üzerinde konuşulmayan hakkında susmalı.” (s.173) Peki üzerinde konuşulmayan şeyler nelerdir? Bunlar mantık çerçevesine dâhil olmayan düşünceler ve duygulardır. Belki sistematik bir yapıya dönüşmemiş her türlü dilsel form’lardır. Belki bir şiir bile böyle olmayan bir teorik yapıya sahip anlayışın ürünü olabilir. Bence felsefi çalışmalar için teorik olmayan konuşma eylemlerine referans ilginç bir bakış açısı getirebilir. Örneğin, Sokrates’in Devlet’e Atina’ya karşı geliştirdiği tavırda felsefi mantık kadar var olan otoriteye gıcık olmasının hiç mi payı yoktur? Bu tavır; mantık kıstasına vurulsaydı uzlaşma pek ala daha kârlı ve akıllıca olmaz mıydı? Hayatın kendisi koca bir saçmalık; dünya denen bu yerde var olan tüm olgularda bir mantık aramak daha da büyük bir saçmalık. Wittgenstein’ı tam manasıyla anlamak şudur [ki kendisi de Tractacus’un 6.54’üncü pasajında benim söylediğimi itiraf etmek zorunda kalmıştır.] “Benim tümcelerim [Burada ‘cümle’ kullansa çevirmen sanki ölürdü.] şu yolla açımlayıcıdırlar ki, beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür, onlarla -onlara tırmanarak- onların üstüne çıktığında. (Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdiveni yıkması gerekir.) Bu tümceleri [Sayın çevirmen senin bu ‘tümce’ni hiç ama hiç sevmedim.] aşması gerekir, o zaman dünyayı görür.” (s.173)

Bence Wittgenstein felsefe mantığı kurmak yerine bu aklıyla Tevrat’ı notlandırıp Gemara (Açıklayıcı-yorumlayıcı, düpe düz şerh eden.) etseydi daha iyi olurdu. Kendi adıma üzerinde konuşulmayan şeyler hakkında konuşmayı seviyorum. Bu manada New-Wittgensteincı bir başlangıç yapsak fena mı olur? Ben düşüncelerin dile getirilişine bir sınır çizmek istemiyorum, New-Wittgensteincı fikirde sınırın ötesinde kalan olmak istiyorum. Sınırın ötesinde kalan belli ki ‘saçmalık’ ama kime göre saçmalık orası pek meçhul. Wittgenstein’in akıl yürütme hattını Tractacus boyunca takip ettiğinizde karşınıza yine o yüce kapı çıkıyor: ‘Saçmalık’. Peki, bu ne demektir? Tractacus, tüm metin boyunca bütünlüklü olarak düşünüldüğünde gerçekliği tahtından etmek için yazıldığı anlaşılacaktır. Gerçekliğin olmadığı bir gerçeklik! Felsefe karşıtlığındaki başat söylem gerçeklik üzerinde bir anlam kayması yaratmaktır. Tractacus’u o anlayarak okuyan tek kişi (Bu filozofun kendisi oluyor.) bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Hayat ancak bir oyun, eğlence türünden tutkulu bir oyalama gibidir; bizim bu hayattan ve felsefeden anladığımız şey gerçekliğin sonsuza dek sürmediğidir. İnsan, Tanrı’nın elindeki bir oyuncaktan başka bir şey değildir!

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir