[1] Değerli kardeş, Allah seni bütün hatalardan korusun, her türlü afetten muhafaza etsin ve seni kendi rızasına ve bol sevabına giden yollarda başarılı kılsın. Üzüntünün zıddı görüşleri içeren, onun olumsuzluklarını gösteren ve ona sahip olmakla kişiyi acıdan koruyacak olan düşüncelere ilişkin sorunu anlamış bulunuyorum. Senin gibi erdemli bir ruha ve düzgün bir ahlaka sahip olan kimse kötülüklere tenezzül etmez, onların doğuracağı acılara ve yol açacağı zulümlere karşı bağışıklık kazanmak ister. Dilediğin ölçüde sana yetecek bilgileri yazdım. Bütün önemli işlerde Allah yardımcın olsun.
[Üzüntü ve Sebepleri]
[2] Şüphesiz sebebi bilinmeyen hiçbir acının şifası da yoktur. O halde üzüntüyü tedavi edecek hususları açıkça ortaya koymak ve kullanılmasını kolaylaştırmak için önce üzüntünün ne olduğunu ve sebeplerini açıklamamız gerekir. Deriz ki: Üzüntü, sevilenlerin kaybından ve isteklerin gerçekleşmemesinden kaynaklanan psikolojik bir rahatsızlıktır. Üzüntünün sevilenin kaybından veya isteğin gerçekleşmemesinden kaynaklandığı ifade edildiğine göre onun sebepleri de ortaya çıkmış oluyor. Bu durum karşısında herhangi bir kimsenin üzüntüye yol açan sebeplerden kurtulmasının mümkün olup olmadığını araştırmamız gerekir. Şüphesiz hiçbir kimsenin bütün isteklerini elde etmesi mümkün olmadığı gibi sevdiği her şeyi [sonuna kadar] elde tutması da mümkün değildir. Zira içinde yaşadığımız oluş ve bozuluş dünyasında değişmezlik ve süreklilik yoktur. Ancak bizim için zorunlu olarak akıl âleminde bulunan değişmezlik ve süreklilik söz konusu olabilir. Öyleyse sevdiklerimiz yitirmemek ve isteklerimize ulaşmak istiyorsak akıl âlemini gözetmeli; seveceğimizi, elde edeceğimizi ve isteklerimizi oradan beklemeliyiz. Eğer böyle yapacak olursak hiçbir kimse bizim edindiğimiz değerleri gasp edemez, hiçbir el bizim aleyhimize onlara sahip olamadığı gibi sevdiğimiz o akli değerleri yitirmemiz de söz konusu olamaz. Çünkü onlar tehlikeye maruz kalmaz ve ölmezler; bir başkasının talip olması bizim onlara sahip olmamızı engellemez. Zira akli kavramlar birbiriyle bağıntılı olup değişmeden sabit kalan ve ortadan kalkmayan yani sürekli idrak olunan şeylerdir. Duyu edimlerine, duyu, haz ve isteklerine gelince bunlar herkes için gelip geçici ve herkesin ulaşabileceği nesnelerdir. Bu yüzden onları korumak, bozulma, değişme ve ortadan kalkmalarını önlemek imkânsızdır. Demek oluyor ki duyu algılarına ait bir alışkanlık peyda ettikten sonra başkaldırabilir, yüz verdikten sonra sırt çevirebilir. Çünkü [insan] tabiatında bulunmayan bir şeyi [onun] tabiatına katmak mümkün değildir. Bozuluşa uğrayanın bozulmaması, şans ve şanssızlıktan sadece şansın var olması ve sürekli değişenin daima sabit kalması gibi yalnız bir kişiye değil herkese ait olan ortak hal ve huyların bize ait olmasını istersek tabiattan kendinde olmayanı istemiş oluruz. Hâlbuki tabiatta olmayanı isteyen kimse var olmayanı istemiş olur. Var olmayanı isteyen arzusunu gerçekleştiremez. İsteğini gerçekleştiremeyen kimse de mutsuz olur. Gelip geçici şeyleri arzulayan, edindiği ve sevdiği şeylerin bu türden olmasını isteyen kimse mutsuz, arzusu tam gerçekleşen ise mutlu olur.
[3] O halde mutluluğa karşı çok düşkün olmalı mutsuzluktan da kendimizi korumalıyız. Şöyle ki; arzuladığımız ve sevdiğimiz şeyler bizim yapımıza uygun olmalı, elimizden gidene üzülmemeli ve bize uygun olmayan duyusal varlıkları istememeliyiz. Aklın uygun gördüğü şeylerden insanların yararlandığını gördüğümüz zaman ondan yeterince ve en güzel şekilde yararlanmalıyız. Bununla, belirlenmiş süre içinde kişinin kendi varlığını sürdürmesi ve verimli kılması için gerekli olan şeyle ızdırabını giderip onu rahata kavuşturacak miktarı kastediyorum. Görüp dokunmadan önce, sahip olduğumuz şeylerin hayaliyle avunmamalıyız. Elimizden çıktıktan sonra da artık üzülmemeli ve düşüncemizde onlara yer vermemeliyiz. İşte bu anlayış muhteşem kralların ahlakıdır; zira onlar her geleni ağırlayıp her gideni uğurlamazlar. Aksine gördükleri her şeyden yerli yerinde ve tok gözlülükle yararlanırlar. Bunun zıddı ise ayak takımından bayağı, açgözlü ve haris kimselerin ahlakıdır. Bunlar her geleni ağırlar ve her gideni uğurlarlar. Akıllı kimselere düşen, muhteşem krallar dururken ayak takımından bayağı kimselerin ahlakını tercih etmemektir. Yine diyoruz ki, istediğimiz olmadıysa olanı istemeli, olanla yetinmeli ve böylece üzüntünün devamındansa sevincin devamını sağlamalıyız. Çünkü elde edemediklerine ve var olmayan şeylere üzülen kimsenin bu üzüntüsü asla bitmez; zira o hayatının her aşamasında bir sevdiğini yitirmek ve bir arzusunu gerçekleştirememek durumunda kalacaktır. O halde üzüntü ve sevinç iki zıt olup ruhta birlikte bulunamaz. Kişi üzgünse sevinçli, sevinçli ise üzgün olamaz. Demek oluyor ki, elden gidenlere ve sevdiğimiz şeylerin kaybına üzülmemeliyiz. Daima sevinçli olmamız için güzel alışkanlıklar edinerek her hali gönül hoşnutluğuyla karşılamalıyız.
[Alışkanlıkların Ahlak Etkisi]
[4] Bu anlatılanların alışkanlıklarda ortaya çıktığını ve insanların davranışlarının, arzu ve isteklerinin farklı oluşunun da buna açıkça delalet ettiğini görmekteyiz. Nitekim yeme, içme giyinme, evlenme ve benzeri duyu hazlarıyla mutlu olan kimsenin, bu yaşantısına aykırı düşen şeyleri eksiklik ve musibet saydığını; bir kumarbazın da malının soyulmasına, günlerinin boşa gitmesine ve kumarbazlığın verdiği üzüntünün sürüp gitmesine rağmen yaptığı bu işten mutluluk ve sevinç duyduğunu, kendi yaşantısına aykırı düşen ve bu duruma engel olan her şeyi eksiklik ve musibet saydığını görmekteyiz. Aynı şekilde eşkıyanın kırbaçlama, organ kesme, ızdırap veren yaralar açma, sürekli çatışma gibi adi tutum ve felakete yol açan vahşi davranışlarının kendisini idama götürdüğü anda bile, bunlardan övünç ve şeref duyduğunu, bütün bu yaptıklarıyla mutlu olduğunu görüyoruz. O, buna ters düşen huzurlu yaşamayı bir eksiklik ve musibet sayar. Yine sakalını tıraş edip kadın kılığında dolaşan sapık da herkesin nefret ettiği ve hiçbir düşüncenin tasvip etmediği bu yüz kızartıcı adi huyundan gurur ve neşe duymaktadır. O bu haliyle herkesten üstün olduğunu, başkalarının bu üstün hazdan yoksun bulunduğunu, onlara nispetle kendisinin çok özel bir mutluluk ve büyük bir nimete sahip olduğunu kabul eder. Yaşantısına ters düşen her şeyi bir eksiklik ve musibet sayar.
[5] O halde duyu bakımından hoşa giden ve gitmeyen şeylerin, insan tabiatı gereği değil, tam tersine, adet ve alışkanlıkların ürünü olduğu anlaşılmıştır. Mademki görüp yaşadıklarımızla mutlu olmanın ve kayıplarımızın üzüntüsünden teselli bulmanın yolu alışkanlıkla kolaylaşacaktır, o halde buna yönetmeli ve bunu kendimiz için bir eğitim konusu yapmalıyız. Böylece bizim için o, yerleşik bir adet ve kazanılmış bir huy haline gelmiş olur. Bununla, bizzat tabiatımızda bulunmayan ve başlangıçtan beri adet edindiğimiz şeyleri huy haline getirmeyi kastediyorum. İşte bu sayede hayat, yaşadığımız sürece daha güzel olur.
Kindî
Kaynak: Kindî, “Üzüntüyü Yenmenin Çareleri/Risale fi’l-Hile li’Def’i’l-Ahzân”, Kindî Felsefi Risaleler içinde, Çev.: Mahmut Kaya, Klasik Yay., İstanbul 2006, s. 287-290.
4 Yorum