Uyan Behçet Rüya Görüyorsun

Uyanası mı var Behçet’in, ki rüyadan şikâyet etsin!

Son yıllarda yazılmakta olan öykülerin eskilere göre farklı bir amacı var. Eskiden insanın hikâye dinleme/okuma ihtiyacı hikâyenin kendisinde yoğunlaşırken şimdi ise hikâyenin kendisinden çok anlatım biçimi daha fazla ön planda diye düşünüyorum. Elbette genelleme yapmanın yanlış olduğunun farkındayım. Ama çoğunluğun buna rağbet ettiğini söyleyebilirim. Yani olaylardan çok karakter, hatta biçim çok fazla önemseniyor. Bunun yanlışlığını ya da doğruluğunu tartışmıyor, bir vakıayı ortaya koymaya çalışıyorum.

Süleyman Mete, sanki uzunca bir hikâye yazmış gibi duruyor. Belki de bunu bilerek yapıyor. Bize bir hikâye anlatıyor ama aslında hikâyenin çok önemi yok gibi. Evet, bir olay döngüsü vs. var. Ancak biz hiçbir zaman “Acaba şimdi ne olacak?” sorusunu sormuyoruz yahut yazar bunu sormamızı istemiyor. Söylediğimden çok söylemek istediğime bakın, der gibi sanki. Bu çabasını bir okur olarak göğsümde yumuşatıp ayağımla kontrol ediyorum. Süleyman Mete’nin söylemek istediklerine odaklanıyorum. Ne diyor peki Süleyman Mete öykülerinde? Nedir bu adamın derdi ki Behçet’i rüya görmekle itham ediyor?

Behçet ya da diğerleri… Bütün Süleyman Mete karakterlerinin ortak tarafları var. Bunu söylerken “E çünkü aynı yazarın kaleminden çıkmış” dediğinizi duyar gibiyim. Karakterlerin ortak yanlarının olmasından bize ne? Bu söylediğimi bir klişeye sığdırmaktan öte yazarın karakter seçimlerindeki bütünlüğüne dikkat çekmek istediğimi ifade edeyim. Süleyman Mete’nin kahramanları kendileriyle dalga geçebilen, muzip, delirse yadırgamayacağımız ama delirmekten çekinen, her zaman mutedil olmayı seçen, kendileriyle ilgilenmesine rağmen bireyselliğe düşmeyen her zaman durulmaya hazır bir mahalle genci tavrında. Heyecanı varoluşundan geliyor. Bir yandan da bu heyecanını besleyebileceği bir hayatta yaşamadığının/yaşayamadığının da farkında. Gençliğin bir heyecan olduğunu düşünenlerdenim. İnsanın her yaşadığını büyük bir tutkuyla yaşamasını sağlayan o nefes alış verişlerin bir gençlik torbasında saklı olduğunu bilmek gençliğin en büyük dayanak noktası. Her zaman hazırda tuttuğunuz derin bir nefesiniz vardır gençlikte. Hatta belki çokça. Bu dayanak noktanız sizin cesaretinizi etkiler. Hatta bu nefes alış verişleriniz ne kadar ise işte o kadar cesursunuzdur. Gençliğin kelime anlamının hazine olması oldukça manidar. İşte o hazinede saklanılan şeyin nefes olduğunu düşünüyorum ben.

Süleyman Mete’nin karakterleriyle ilgili özellikle belirtmek istediğim bir nokta var. Günümüz dünyasına alışkın olmayan genç erkeklerin hikâyelerini dinliyoruz kendisinden. Yaşadığı dünya ile bir türlü özdeşlik kuramamış, kuramadığı için de bunun doğurduğu bir iç sıkıntısını alaya alıp kendisini var eden karakterlerin hikâyeleri… Özellikle taşradan şehre gelmiş ve belki şehir hayatına alışamamış ya da alışmayı seçmeyip buna başkaldırmış gençler. Bu yüzden aykırı olmayı seviyorlar.

Bunca öykü içinde neden karakterlere odaklandığımı sorabilirsiniz. Bence de sorun. Çünkü çok önemli bir soru bu. Cevabı kendi içerisinde saklı. Çünkü hikâyeler olaya odaklanmaktansa insana odaklanıyor Süleyman Mete’nin dünyasında. Ben hikâyelerinin bu özelliğini çok sevdim. Çünkü bence hikâye denilen şey öncelikle insana ait olan şeydir. İnsanın olgunlaşmasına odaklanmalı, bize bunu anlatmalıdır.

Süleyman Mete bize bir şey söylüyor dedik. Çok önemli şeyler söylemiyormuş gibi yapıyor üstelik. Ama aslında önemli şeyler söylüyor. Bize gereksiz ya da boşuna bir çabayı anlatmıyor. Her çabanın bir karşılığı olacağını îmâ ediyor. Bence Süleyman Mete’nin öykülerinin en güçlü yanı da bu. Bir şeyleri îmâ etmesi. Kör göze parmak misali “Siz şimdi ne dediğimi anlamazsınız, durun ben anlatayım” konumuna sokmuyor kendini. İyi de yapıyor. “Bakın ben sanat yapıyorum” ukalalığında değil. Gelişigüzel ama cidden güzel ve akıp giden bir dille yapıyor bunu. Hikâye okumak istiyorsanız Süleyman Mete’ye kulak verin derim.

Muhammed Cemal Ünal

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir