Künye: Türkistan Türkistan, Yavuz Bülent Bâkiler, Polat Ofset, 1989.
***
Yeryüzünde siyasî istiklâllerini kaybeden milletlerin, kültürlerine sımsıkı sahip çıktıkları takdirde (bin yıl – iki bin yıl olsa bile) yeniden derlenip toparlandıkları, bağımsızlıklarına kavuştukları görülmüştür de, iktisadî imkânlarının zenginliğine rağmen, kültürlerini kaybeden milletlerin, siyasî istiklâllerini korudukları görülmemiştir. (Sf. 23)
Birtakım kimseleri keyiflendirmek için kalemimin haysiyetini ne için kırayım? (Sf. 25)
İstanbul, bir ayla, bir yılla gezilecek şeher degüldür. Camileri çok yahşidir (güzeldir). Gögerçinleri adamın ellerine goniyerler. Din guvveti göğerçinleri adam gibi etmiş. (Sf. 37)
Kendi kendime dedim ki, <<Marksizm, halkların eşitliğine, dostluğuna, kardeşliğine bağımsızlığına, hürriyetine kol kanat geren bir rejimdir!>> deniliyor. Ben de, böyle bir rejimin uygulandığı bir ülkede bulunuyorum. Öyleyse rejime uygun tarzda hareket etmeli ve söz söylemeliyim! (Sf. 97)
Selâm kelimesindeki serinliği, bütünlüğü, güzelliği, kuvveti, sanki ilk defa orada duyuyorum. (Sf. 100)
Ah o bizim gül olup açan, güvercin olup uçan veya anamızın mübarek sesi gibi, bizi binbir yerimizden kucaklayan can ezanlar. Sultan ezanlar. Türklüğe ferman ezanlar!. (Sf. 111)
Sovyet İhtilâli’ni gösteren, Lenin’nin Marks’ın ve diğer Sovyet liderlerinin resimleriyle büstleriyle, heykelleriyle dolup taşan, maddesiyle ve ruhuyla çarmıha, çivilenen câmiler gördüm. (Sf. 117)
Otel kelimesini nedense sevmiyorum. Aklıma, Giyomtel’i getiriyor. Kendimi gerilmiş bir yay karşısında hissediyorum. (Sf. 121)
Güdümlü tiyatrolarda önemli olan sanat değildir; siyasettir. İdeolojidir!.. Slogandır!.. (Sf. 142)
Moskova, biraz daha fazla ürün alabilmek, insanları biraz daha fazla makinalaştırmak için, madalya dağıtmakta gerçekten cömert davranıyor. Ama adına <<Sosyalist Halk Cumhuriyeti>> dediği bir idarenin bir kardeş ülkeye bir sanat filmi vermesini veya o ülkeden bir sanat filmi almasını, kayıtsız-şartsız kendi iznine bağlıyor. (Sf. 162-163)
Bir Özbek, bir Türkmen, bir Kırgız, bir Tatar… Rusçayı anadili gibi konuştuktan, Rus gibi düşündükten, Rus gibi yaşadıktan sonra, artık herhangi bir mes’ele kalır mı? Onların taşıdıkları kan artık bir mânâ ifade eder mi? <<Yaşasın Ana Rusya>> diye bağıran, Aliler, Veliler, Muratlar… İvanlardan, Petrolardan, Nikolar’dan farklı olabilir mi? Ali’nin, Veli’nin, Murat’ın kanını değiştirmek mümkün olmadığına göre, yapılması gereken tek iş, onun dilini ve kafasını değiştirmektir. (Sf. 172)
Türk Sinema dünyasında iyi kuruluşlar yanında, <<para>> için her şeyi yapmaya hazır olan kişiler de yaşamaktadır. İşte bu kişilerin hazırladıkları <<sosyal içerikli>> ama <<rezil dışarıklı>> filmler, yurt içinde ve yurt dışında kanımıza ekmek doğramaktadır. (Sf. 184)
Ben hep hayranlıklar içinde yaşamayı, hayretler içinde kalmaya tercih etmişimdir. (Sf. 205)
Semerkant, bütün gönül ufkumu çoktan kucaklamıştı. Semerkant yüreğimde yediveren gülüydü. (Sf. 219)
Semerkant, akıllara durgunluk veren câmilerin, ölümü bile bin defa güzelleştiren çok zarif türbelerin, çinili medreselerin ve her biri bir ayrı masal dünyasından çıkıp gelmiş gibi sevimli Türk evlerinin boy verdiği muhteşem bir şehir. (Sf. 255)
Mâvi, mâvi, mâvi… Gökyüzünün o sonsuz derinliğinden, sanki kucak kucak mâvi huzuru alıp, türbe kubbelerinin üzerine, kapı ve pencere çerçevelerine, mezar süslemelerine serpiştirmişler. (Sf. 259)
Aktaran: Muhammet Emin Oyar