Geleneksel Türk şiirini bugünkü şiir okurlarına ulaştırmanın önünde bir takım engeller bulunuyor. Bu engellerin başlıcası eski divanların hacimli olmasıdır. Bu divanlar eski harflerimizden Latin alfabesine aktarılırken bir takım işlemlerden geçmek durumunda. Şairin hayatı, sanat anlayışı, divanın eski harflerle tıpkıbasımı gibi durumlar divanların hacmini artırıyor. Akademik ölçülerle hazırlanan bu divanların asıl muhatabı şiirle ciddi bir şekilde ilgilenen okur-yazar takımıdır. Bir lise veya üniversite talebesi 400 sayfadan 1000 küsur sayfaya kadar çıkabilen bu divanları nasıl edinebilir? Maddi külfeti bir yana; bu kitapları yanında taşıması da, muhafaza etmesi de ayrı birer külfettir. O hâlde bu kitapların mevcut olduğu kütüphanelere gidilmesi lâzım. Toplum olarak kütüphanelerle aramız çok da hoş sayılmaz. Bu noktada yayınevlerinin genel okur kitlesine hitap edecek popüler yayınlar yapması büyük önem arz ediyor. Aksi takdirde geleneksel şiir ile zaten zayıf olan bağımız kopar. Daha önce Kapı ve Akçağ gibi yayınevleri bu tür popüler yayınlar yapmışlardı. Sanırım bu yayınlara çok fazla ilgi olmadı. Az önce okurların karşı karşıya kaldığı külfetten bahsettim; yayınladığı kitaplara ilginin olmaması da yayınevleri için bir külfet. Dolayısıyla bu tür yayınlara yönelik ilginin artması hem okurun istifadesi hem de yayınevlerinin idamesi için oldukça önemli.
Ketebe Yayınları “Türkçeyi Kuranlar” başlığı altında, Ahmed Yesevî’den Âşık Veysel’e yirmi şairin şiirlerinden ayrı ayrı yapılan seçkileri içeren bir dizi şiir kitabı yayınladı. Kitapların ve kitapları yayına hazırlayanların isimleri şöyle:
Pir-i Türkistan – Haz: Yılmaz Öksüz
Yunus Emre – Haz: Alim Yıldız
Eşrefoğlu Rumi – Haz: Ali Cançelik
Süleyman Çelebi – Haz: Bilal Kemikli
Seyyid Nesimi – Haz: Yusuf Yıldırım
Pir Sultan Abdal – Haz: Bilal Kemikli
Karacaoğlan – Haz: Kenan Özçelik
Niyazi-i Mısri – Haz: Ali Öztürk
Şemseddin Sivasi – Haz: Fatih Ramazan Süer
İsmail Hakkı Bursevi – Haz: Murat Yurtsever
Sinan-ı Ümmi – Haz: Ahmek Ögke
Âşık Ömer – Haz: Kenan Mermer
Muhammed Lütfi Efendi – Haz: Bilal Kemikli
Sefil Selimi – Haz: Alim Yıldız
Kuloğlu Mustafa – Haz: Necdet Şengün
Erzurumlu Emrah – Haz: Olcay Kocatürk
Dadaloğlu – Haz: Yusuf Yıldırım
Âşık Ruhsati – Haz: Ali Yılmaz ile Bilge İlhan
Âşık Sümmani – Haz: Abdülkadir Erkal
Âşık Veysel – Haz: Alim Yıldız
Ehil kişiler tarafından yayına hazırlanan kitaplarda, şairlerin hayatına ve edebî kişiliklerine kısaca temas edildikten sonra şiir seçkileriyle karşılaşıyoruz. En sonda ise bu şairlerin bugün bize ne söyledikleri ve bugünün insanına neler vaat ettiklerine dair bir değerlendirme yazısı mevcut. Seyyid Nesimi hariç, bu şairlerin hepsi tekke ve âşık şiirine dâhil ediliyor edebiyat tarihçileri tarafından. Ortak özellikleri ise sade bir dille avam-havas ayırımı gözetmeden herkese hitap etmeleri…
Şairler Türkçeyi Nasıl Kurdu?
Biraz da ‘dizi’nin adı üzerinde durmak istiyorum. Türkçeyi şairlerin kurduğu doğru. İsmet Özel de sürekli bunu dile getirir. Türkçe ile Türk şiiri arasındaki hayatî bağa işaret ediyor bu isimlendirme. Şairler Türkçeyi ne zaman ve nasıl kurdular? Bu süreç kısaca şöyle özetlenebilir: Oğuzlar, Karahanlıların yazılı ve edebî mirasını Anadolu’ya taşıyamadılar. Siyasî, sosyal ve kültürel imkânlar buna el vermedi. Hakaniye lehçesiyle yazılmış olan Ahmed Yesevî’nin hikmetleri ise bu anlamda bir istisnadır. Pir-i Türkistan’ın halife ve müritleri, Yesevî hikmetlerinin bir kısmını şifahen de olsa Anadolu’ya ulaştırmışlardı; Anadolu’daki şair dervişler bu hikmetlerden aldıkları özü farklı bir lehçeyle (Eski Anadolu Türkçesi) yeniden işleyerek Türkçenin ve Türk şiirinin temelini attılar. Bu öz kendini bilmektir, tasavvuftur, irfandır. Eski Anadolu Türkçesi dediğimiz dil ise Oğuzca’dır. Bugün Türkiye’de ve civarında konuşulup yazılan Türkçe, Oğuzcaya dayanır; Oğuzların konuşma diline, Oğuz ağzına yani. Yaylakta, kışlakta, günlük hayatta konuşulmakla sınırlı olan bu dil, gaza beylikleri döneminde bir şiir diline dönüştürülünce, Osmanlıların Türkçeyi resmî dil olarak benimsemeleri mümkün oldu. Sonradan bir kısım divan şairleri bu dilin istikametini Farsçaya doğru saptırsalar da, tekke şairleri ve âşıklar vasıtasıyla bu dil halkın benimsediği bir zevk-i selim dili olarak işlenmeye devam etti.
Moğollar, Moğolca söyleyip yazan bir Yunus Emre çıkaramadıkları için bu topraklarda kalıcı olamadılar. Biz Yunus Emre, Süleyman Çelebi ve Karacaoğlan gibi şairleri çıkarabildiğimiz için bu topraklarda kalıcı olabildik. Karacaoğlan “sual eylen bizden evvel gelene / kim var imiş biz burada yoğ iken” diye sormuş; bu merak, Karacaoğlan’ın üzerinde bulunduğu yere dair bir şuura sahip olduğunu gösteriyor. Bu soru ve sorunun getirdiği sorumluluk bizim üzerimizde şimdi. Çünkü Karacaoğlan’dan bize kalan mirasa bu soru da dâhil. Bizden evvelkilerin kimler olduğunu ve onların neler söylediklerini merak eden herkes bu şiir kitaplarında bir takım ipuçları bulacaktır.
Feyyaz Kandemir