Türklerin İslâmlaşma süreci, Türkçülük akımının neşvünema bulduğu 20. asrın başından itibaren, bilhassa cumhuriyet devrinde, en fazla tartışılan, kurgulanan ve çarpıtılan konulardan biri hâlini almıştır. Bu sahada söz söyleyenlerin ekseriyeti, ideolojik emelleri ve günün şartları doğrultusunda tarihî realiteyi tahrifâta uğratarak konuyu bulandırmışlardır.
Fatih Mehmet Şeker‘e göre, Türklerin İslâmlaşma süreci ile Türk dinî düşüncesinin teşekkül devri arasında çok sıkı bir bağ vardır. İslâmlaşma sürecine kendi şartları içerisinde vâkıf olmadan, Türk dinî düşüncesine nüfûz edebilmek mümkün değildir. Fatih Şeker’in “Türk Dinî Düşüncesinin Teşekkül Devri” adlı kitabı konuya alâka duyanlar için başvurulması gereken önemli bir kaynak.
İlk eseri 2007 yılında “Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru” ismiyle neşredilen Fatih Şeker, o zamandan bugüne on bir kitap kaleme aldı. Dolaylı olarak katkı sağladığı başka kitaplar da bulunuyor. Henüz kırk bir yaşında olmasına rağmen velûd bir yazar. Fatih Bey’in dil, üslup ve fikriyatını şekillendirmede, derin bir ilgi ve sevgi duyduğu Ahmet Cevdet Paşa, İbnülemin, Fuad Köprülü, Yahya Kemal ve Tanpınar gibi isimlerin payı büyük. Kudretli bir dili var, Türkçeye olan vukûfiyeti tam.
Fatih Şeker, Türk dinî düşüncesinin teşekkül devrini incelerken öncelikle disiplinlerin mutlaklaştırılmasına itiraz ediyor ve bunu usulsüzlüğün başlangıcı olarak görüyor. Akademideki zihniyet darlığını tarih şuuru noksanlığına bağlıyor. (S: 17,18) İbn Haldûn üzerinden tarihi aktüel hâle getirecek bir tarih felsefesinin imkânlarını yokluyor ve Mukaddime‘nin Türkler için önemini şöyle ifade ediyor: “Vaziyeti olduğu gibi gören ve hakikî ufku Türkler olan İbn Haldûn’un Mukaddime’sinin maziden geçmiş bir şey gibi bahseden eserlerden farkı, tarihin arkasında işleyen zemberekleri çeşitli yüzleriyle ve zıtlıklarıyla ortaya koyarak yeni bir mânâya büründürmesidir. Bu bakımdan Türklerin İslâmlaşma tecrübesine vâkıf olan birisi için Mukaddime mücerret bilgiler yumağı değildir.” (S: 97)
Şeker, Türklerin İslâmlaşma tarihini Mukaddime üzerinden okurken, Kutadgu Bilig, Divan-ı Lügati’t-Türk ve Dede Korkut Hikayeleri’ne yaptığı atıflarla Türk-İslam tasavvurunun Türkistan’a mahsus hususiyetlerini ortaya çıkarıyor. Türkistan-Horasan hattında Yusuf Has Hacib ile İmam Gazâlî hazretlerini buluşturarak, bu iki büyük mütefekkirin fikrî müştereklerine ve birbirlerini tamamlayan yönlerine işaret ediyor. Birincil kaynaklara inip elindeki malzemeyi salâhiyetli bir değerlendirmeye tâbî tutmanın yanı sıra, konu üzerine fikir beyan etmiş kişilerin görüşlerini de eleştiri süzgecinden geçiriyor.
Modern dönemde İmam Mâturîdî’ye gösterilen aşırı alâka üzerine şu mühim tespitte bulunuyor: “Mâturîdî eksenli düşünceler, modern dönemde dinî sahada savunulan düşüncelere paralel neticeler doğurmuştur. İslâmcıların kaynaklara, Asr-ı Saadete dönüşü; Türk Müslümanlığı fikrini savunanlarda Mâturîdî’ye dönme şeklinde kendini gösterir. İbn Teymiyye her iki kesimde de gizli veya açık başvurulan ana kaynaktır.” (s: 222)
Konuyu işlerken kurduğu cümlelerde sıklıkla “intikal” ve “medcezir” gibi hareket ifade eden kelimeleri kullandığını müşahede ettiğim Fatih Bey, insanı hayrette bırakan bir zihnî tempo ile, İslâmlaşma sürecinden modern döneme sürekli gidip geliyor ve onlarca mütefekkirimizi birbiriyle mürtebit kılmayı başarıyor. Bu kelimeleri kullanması, dinamik şuurunun bir nevi tezâhürü olsa gerek.
Fatih Şeker’in külliyâtına giriş yapmak isteyenler için “Türk Dinî Düşüncesinin Teşekkül Devri” ideal bir kitap olacaktır. İlmî ve fikrî mirasımıza ilgisi olan, dinî ve millî hüviyetimiz üzerine kafa yoran herkese bu kitabı dikkat ve rikkatle okumalarını tavsiye ederim.
Feyyaz Kandemir