Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi

Tarihyazımı, ülkelerin kalkınmasına paralel olarak gelişen ve sistemleşen bir süreçtir. Yeryüzünde gelişmişlik iddiasında bulunan ülkeler ve toplumlar, iddialarını tarih ilmini kullanarak meşru kılarlar. Yazılan tarihlerin “gerçekte ne oldu?” sorusuyla ilişkisi bu noktada önem arz etmez. Gerekçesi ise yazılmak istenen tarihin bilimsel olarak ifade edilmesi değil, toplumsal tarih bilincinin, hedeflenen güce zihnen hizmet etmesini sağlamaktır. Genellikle “kim olduğunu hatırla, özüne dön, küllerinden yeniden doğ!” gibi tetikleyici ifadelerle desteklenen hâlihazırdaki geçmiş bilgisi, toplumda coşku meydana getirdiği gibi karmaşaya da yol açabilir. Tarihi sürece baktığımızda, bu tarz geçmişi canlandırma faaliyetlerinin iki şekilde meydana geldiğini görüyoruz. Birincisi, geçmişin büyülü hikâyelerle destanlaşarak nostalji malzemesine dönüştürülmesi… İkincisi ise geçmişi ideolojik saiklerle sistemleştirip dar alana sıkıştırmak olarak ifade edilebilir. Değişen zaman ve zemin kıskacında insan da büyük bir dönüşüme tabi olduğundan, tarihe bakış açısı farketmeksizin sözkonusu iki bakış açısına göre ne insan ne de toplum ortak bilince erişemez. Bu sebeple tarihi övgü-sövgü ve meşruluk devşirme zemininden çıkartmak gerekir. Aksi halde çatışma hali süreklilik kazanır. Geçmişin bilgisi, geçmişte kim olduğumuzu hatırlamaya yarayan bilgi türü olarak kabul edilirse her şey yerli yerine oturacaktır.

Türklerin, tarihi süreçteki konumuna rağmen ortaya koymuş oldukları tarihyazımının yetersizliği ortadadır. Osman Turan, tarihi hazineyi bir kültür ve şuur kaynağı olarak görerek, faydalanılmadığı takdirde tıpkı toprak altında kalan değerli madenler gibi manasız olacağını ifade ediyor. Millî tarihin siyasî, içtimaî, iktisadî, dinî, hukukî, kültürel, edebî ve sanat kısımları üzerine ciddi ve nitelikli eserlerin ya çok az veya hiç olmadığını dile getirerek eserin çıkış noktasına göndermede bulunan Turan, kitabının yadırganabileceğini anlayışla karşılayacağını belirtir.

İzlenen yol ve varılacak nokta için Osman Turan şöyle diyor: “Türk milletinin millî, İslâmî ve insanî mefkûrelerini, cemiyet ve dünya nizâmı dâvalarını ve bunlarla ilgili meseleleri tetkik eder, bunların millî tarihin azameti ve yükselişinde birinci derecede âmil olduğunu izah ederken, bu suretle, şüphesiz, büyük bir tarihi anlamak ve ilmî bir ihtiyacı karşılamak istiyoruz.”

Yazar niyetinin, Türklerin siyasî düşünce ve inançlarını ve bunları temel olarak temsil eden Kağan, Sultan ve beylerin irade ve duygularını ve nihayet halkın psikolojisini yansıtan kaynakların özelliklerine dikkat çekmek olduğunu vurguluyor. Böylece tarihi kaynaklar yanında dinî inanışlar, destan ve efsâneler, şamanların kehânetleri, evliya menkıbeleri ve başta Hazreti Peygamberin Türklere dair hadîsleri, Müslüman büyüklerinin kerametleri, astrolojik işaretler, hakanlara ve din adamlarına ait yaygın rüyalar ve tâbirleri, atasözleri ve bir takım kelimeleri de aynı ciddiyetle ele alıp değerlendirmekten söz ediyor.

Tarihçiler açısından yukarıda bahsedilen unsurları geri plana atmak, tarihi geniş anlamda ve özellikle psikolojik etkileriyle değerlendirmenin önünü tıkar. Tarihi meydana getiren etkilerin çeşitliliğini düşündüğümüzde yalnızca bilimsel kaynaklar üzerinden büyük resmi anlamlandıramayız. Her ne kadar zorlu olsa da imkânlar dâhilinde tüm etkileri değerlendirmek zorundayız. Bu sebeple Osman Turan, tarihçi için bir hadîs-i şeriflerin sahih veya zayıf olmasından daha çok onun toplumsal psikolojide ve yaşanan hadiseler üzerinde oynadığı rolü de hesaba katmak zorunda olduğunu söyler.

Nereden geldik ve şuan neredeyiz sorularının sistemli bir cevabını bulabileceğimiz eserde karşılaşacağımız başlıklar yeterince doyurucu. Birinci bölümde, “Türk Tarihine Giriş” başlığıyla Türk ismine, ana-yurduna, ırkî hususiyetlerine ve tarih sahnesine çıkışlarına dair kapsamlı bir tanım yapılıyor. İkinci bölümde, “İslâm’dan Önce Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi” başlığıyla destanlardan yola çıkılarak toplumsal yansımalarına, vatan-millet anlayışlarına, ilahi kökenine ve kaynaklarına yönelik çözümlemeler yer alıyor. Üçüncü bölümde, “Türk-İslâm Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi” başlığıyla İslam ve Türkler, bölgedeki yerleşim faaliyetleri ile Türklerin İslâmlaşmasına zemin hazırlayan ve bunu kolaylaştıran sebeplere değinerek, İslâmiyetin milli din olması ve bunun ilk örneklerine dair tespitleri ortaya konuyor. Dördüncü bölümde, “Osmanlılarda Cihân Hâkimiyeti” bahsi açılarak Anadolu’da meydana gelen değişimin ana unsuru olan Müslüman Türklerin, Osmanlılarla yeniden canlanması ve İstanbul üzerinden inşâ edilen yeni bir mefkûrenin çıkış noktalarına bakılıyor. Beşinci bölümde, “Türk Tarihinde İnsanlık İdeali” başlığıyla Türklere dair yapılan haksız isnatlarla birlikte gayri-müslimlerin aksi yöndeki müspet düşünceleri zikredilerek, Selçuklu sultanlarının Hristiyanlarla olan ilişkilerine dair bilgilerle, ilişkilerin nasıl olduğuna açıklık kazandırılıyor. Altıncı ve son bölümde, “Osmanlı Azametinin Duraklaması” başlığı altında duraklamanın başlangıcında mevcut olan durumu, çözülmenin nasıl geliştiği, cihân hâkimiyetinden maneviyat bozukluğuna ve yenileşme hareketlerinin işleyişi inceleniyor.

Türklerin tarih sahnesine çıktığı zamandan günümüze kadar gelişimi, tespit edilen tüm verilerden yola çıkılarak kaleme alınan Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, son tahlilde Türk-İslam toplumunun yitirmiş olduğu tarihi hafızayı yeniden canlandırmayı ve bir başka açıdan Türk-İslam tarihinin felsefesini amaçlıyor.

İbrahim Orhun Kaplan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir