Künye: Tasavvufun Altın Çağı, Ekrem Demirli, Sufi Kitap, Mayıs 2015, İstanbul.
***
İnsanlar başından beri zaman ve mekânla sınırlı olmayan veya kişiye göre değişmeyen doğrunun peşindeydi. Bu itibarla metafiziğin gelişimi sofistlerin ‘Her şeyin ölçüsü insandır’ anlayışlarına bir meydan okumaydı. Metafizik ilminin ortaya çıkması, insanın göreli olmayan bilgi arayışından doğmuştu. (Sayfa 32)
İnsanın merkez alınması, sufiler tarafından dile getirilen “Halkı Hakk’ın tecelligâhı olarak görmek” veya “Halka hizmet Hakk’a hizmet etmektir” gibi ilkelerle açıklamışlardır. (Sayfa 33)
Sufiler âlemi, özelde ise insanı Hakk’ın tecelli ettiği bir ayna olarak kabul ederler. İbnü’l -Arabî ve takipçileri bu meyanda pek çok kavram üretmiş, insanı âlemin cilası ve anlamı diye isimlendirmişlerdi. İnsan, Allah’ın âlemi yaratmadaki maksadıdır. Maksat ancak insanla gerçekleşmiştir. Bu yaklaşım insanı eşref-i mahlûkat olarak görmek ve bütün dikkati insanı yüceltme, ona hürmet etme, onun kabiliyetlerini geliştirmeye adamak demekti. (Sayfa 34)
İnsanın bütün eylemlerindeki gaye kemal talebidir. (Sayfa 36)
Tasavvufi tecrübe, insanın ilahi sıfat ve ahlaka göre yaşayarak, kendi nefsi ve Allah hakkında bilgi elde etmesinden ibarettir. (Sayfa 37)
İbni Sînâ: Mükemmel kendisine gerekli varlığa sahip olan ve varlığın ondan başkalarına taştığı şeydir. Sanki o hem kendisine gerekli varlığa sahip hem de kendisine gerekli olmayan fazla bir varlığa daha sahiptir; bu fazla varlık, ondan şeylere taşar ve bu durum onun zatındandır. (Sayfa 56)
İbnü’l-Arabî insanın daima sülük ve arayış içerisinde bulunmasını, onun insan olmasının zorunlu sonucu saymıştı. (Sayfa 59)
Bayezid-i Bestâmî “Allah’ım! Sana nasıl ulaşırım?” diye yakardığında Allah “Bana ait olmayan iki şeyle” demiş, “Nedir onlar?” diye sorduğunda ise Allah “Yoksulluk ve zillet” diye cevap vermiş. Bayezid’in bu ifadesi, insanın vuslatının ancak sürekli bir yoksulluk ve zillet ile başka bir ifadeyle kulluk ile mümkün ve sınırlı olduğunu gösterir. (Sayfa 60)
“Varlık olmak bakımından varlık Hak’tır” demek, varlığın kaynağı ve kendisi Hak’tır anlamına gelir. (Sayfa 69)
Konevî’ye göre insanı gerçeğe ulaştıran iki müstakil yöntem vardır. Birincisi, delilden hareketle gerçeğe ulaşmak isteyen yöntemdir. Konevî bunu ‘istidlal yöntemi’ diye isimlendirir. Bu yöntem, evvelemirde filozof ve kelamcılar tarafından kullanılsa bile, sufiler de belirli bahislerde onu kullanabilir… İkincisi ise kalbin arındırılması, ahlakın yetkinleştirilmesi, iyi huylar kazanılması, riyazet ve mücahedelerle gerçeğe ulaşmayı hedefler. Bu yöntem özellikle sufilerle özdeşleşir. (Sayfa 114)
Konevî âlemdeki sürekli değişikliği ve yenilenmeyi, tecellilerin zahir-bâtın arasında sürekli gidip gelmesine bağlamaktadır. Böylece âlem, sürekli zahir ve bâtın olmakta devam eder. Konevî buradan hareketle, varlıkta herhangi bir şeyin tekrarlanmasının düşünülmesinin ilahi genişlik ile çelişeceğini belirtir. (Sayfa 174)