“Çocukluğumdan beri ne zaman canım sıkılsa, cebime doldurduğum taşlarla buraya gelirim” cümlesiyle başlayan Taş Sektirme Ustası, Resul Bulama’nın ilk kitabı. Yazar, içsel serüvenini, sorgulamalarını derinleştirirken, bir nesne, her zaman her yerde görebileceğimiz bir nesne üzerine yoğunlaşır. O nesne, bizim insanlık tarihimiz boyunca yanı başımızda bulunan, kimi zaman mitsel, kimi zaman kültürel, kimi zaman sanatsal yönden ele alınabilecek olan “taş”tır.
Taş denilince aklımıza bin bir türlü unsurun gelmesi boşuna değil. İçimizdeki günahkâr tarafa günahsız tarafımızla attığımız ilk nesne, mabetlerden hanelerimize, kullandığımız gündelik eşyalardan bazılarına, ceplerimizde biriktirdiğimiz ve bizi gittikçe batıran ağırlıklara… Taş, hep bir suçluluk, bir günah, bir ceza biçimi mi ki? Hayır değil.
Taş, Sisifos’un dağ başına çıkarttığı ve ona musallat olmuş ve salt bu ceza ile ele alınacak bir unsur değil. Bilal’in karnına konulup onu davasından vazgeçirecek bir unsur da değil. Ebabillerin taşıdığı ateşten parçacıklar da taşın sadece bir yanını vurguluyor. Taş hem bir ceza, hem bir günah, hem bir azap, hem bir sevinç, hem bir hüzün, hem bir mutluluk unsuru olabilir. Çünkü taş da bir nesnedir. Bir unsurdur. Birçok partiküldür.
İnsanoğlu kullandığı nesneye bazen muktedir olabildiği gibi bazen de köle olabilmektedir. Nesnelere çeşitli anlamlar atfederek, kendisine hizmet ettiği için karakter yükleyebilir. Onu çeşitli açılarda bir hizmetli gibi görerek, görevini sürekli yerine getirdiği için onure edebilir. Süsleyebilir, onunla “güzelleştirme” amacını yerine getirebilir.
Estetik konusunun ana alanı olan güzellik, insanoğlunun her daim aradığı bir gerçekliktir. İyi gibi güzel de istenilen, amaç edilen bir olgudur. Karşılaşmış olduğu nesnelere ve olaylara yüklemiş olduğu anlamlar güzellik ekseninde bir tür kıyasla kendini gösterir. Platon’un Şölen adlı eserinde ifade ettiği üzere; insan her daim iyi şeylere yönelerek, o iyi şeyleri elde etmeye çalışır. Çünkü güzel şeyleri seven onları elde etmeye çalışır, elde edince de mutlu olur. Bir taş elde etmek de bundan muaf değildir.
Taş sektirme ustası, taşı bir nesne, bir sorgu, bir unsur olarak ele alır ve en iyi seken taşı bulacağını ifade etmekle birlikte “akşam olmasını bekleyin” uyarısı ile taşın suyun üzerindeki raksını izlemeye çağırır. Çünkü taşı suyun üzerinde sektirmenin ustasıdır ve bu yüzden de sesini yükselterek bu uyarıyı yapar. Bu işin de her iş gibi incelik ve usul gerektirdiğini belirtir usta. Hayatın tüm yönlerinde olduğu gibi. Usule uygun hareket edildiğinde istenilene ulaşılacağı gerçekliğiyle yüzleştirir okuru. “Her işin bir ilmi vardır. İlk önce suya paralel olacak kadar eğilmeli, gözünüzü kısıp taşın nereye kadar gidebileceğini kestirmelisiniz”, aksi takdirde istenilen hedefe ulaşılamayacağı gibi, istenilen biçimde de taşı sektirmek mümkün olmayacaktır.
Taş sektirme ustası, suyun üzerinde sektirdiği her taşla yeni bir sorgulamaya girişir. Ölüm ve hayat, gerçek ile hayal arasında bir kıyas yapar. “Taşın suya değip havalandığı anlar, benim buraya gelişime benzer. O da benim gibi suya batmadan önce bir adım daha atmak istemektedir. Ben sonunu mutlak bir kesinlikle bildiğim hâlde, nasıl taşın kaç defa sekebileceğini izliyorsam, ölüm de beni kendinden emin şekilde izlemektedir.” Ustada tevarüs eden bu hal, insanlığın yaptığı veya yapmakta olduğu tüm işlerde durup bağlantı kurması gerektiğini imler. Düşüş ve kalkış, en son nihayet. Taş suyun derinliklerinde kaybolacağı gibi insanoğlu da bu dünyadan zamanla ayrılıp kaybolacaktır.
Taş sektirme ustası, biriktirdiği taşlarla, taşlara fısıldar gibidir. Onlara, içindeki sıkıntıları yükleyerek bir tür rahatlama yoluna gider. Taşları kendine dost edinen usta, taşlara yüklediği bu yüklerle rahatlar, ki bu eylemini “ben de ne zaman yüküm ağırlaşsa insanlardan kaçmak için bu sahilde alırım soluğu” ifadesiyle tekraren yerine getirdiği anlaşılır. Peki hiç taşa sordu mu? Fısıldadığı dertleri, kederleri, hüzünleri, belki de sevinçleri taşıyıp suyun dibine götürmekten mutlu mudur? Buna, belki de mevcudatın insanlık için birer nesne olduğu anlayışı yatmaktadır. İnsanın eşref-i mahlûkat olarak yaratılmasından dolayı, taşın emrine verilmesi, taşın da bilindik görevlerinin aksine farklı bir görevle görevlendirilmesi onu mutlu etmektedir. Kim bilir?
Taş sektirme ustası, bir tür durum anlatıcılığı yapar. Yaşadığı hali içsel ve dışsal olarak sorgular. Taşra sıkıntısını kanıksamış, benimsemiş bir durumla kendini ifade eder. Bir çeşit arzuhâl olarak okunabilecek durum öyküsünün açık bir örneğini sunan yazar, belirli bir karakter üzerinden anlatımını gerçekleştirir. Mekân bellidir, fakat flu bir şekilde sunulmuştur. Bu mekânlar arasında geçişler çok hızlıdır, ayrıntılı bir şekilde kendini göstermez. Anlatımı sade, yalın ve nettir. Dil açık ve anlaşılırdır. İç sesler yüksekken dış sesler birer dekor olarak sunulmuştur.
Bilal Can