Tarih Felsefesi Yazıları Mukaddimesi

Bu önsöz Şûle Yayınları’ndan çıkan Şahin Uçar’a ait “Tarih Felsefesi Yazıları” (4. Baskı, Kasım 2012) kitabından alınmıştır.

***

Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin Rabbine hamdolsun ki subh-i ezelde böyle takdir eylemiş; bu aciz kuluna, dünya dağdağası ve meşakkatlerini unutmaya fırsat buldukça ve imkân buldukça, ilim ve irfân ile meşguliyeti nasip kılmakla âlem-i irfana nisbet eylemiş; elbette, binnisbe, kendi kelâm hazinesinden ihsân ve ilhâm ettiği ölçüde, hisseyâb-ı cüz’i ilim ve sâhib-i kelâm eylemiş. Kadı Ebûbekir el-Bâkıllâni’nin dediği gibi: ”inne’t-ta’lim kad husile bi’l-ilham”: şüphesiz ta’lim ilhâm ile husûle geldi. Efendimiz Risaletpenâh Muhammed Mustafa’ya salât ü selam olsun ki yandırdığı irfan çerağı ile Hakk’ın Hakikat’in ve Kelâm-ı Kadîm’in nûrundan bizleri haberdâr ve hissedâr kılmış. Gâib ve âşikâr sırların tecellîgâhına, âlem-i irfana ve okuyucularıma selâm.

Malum ola ki, biz bu âlem-i imkânda çokça gördüğümüz sıkıntılardan, belâ ve mihnetden ve bilcümle âfetden Allah’a sığındık ve âlem-i irfâna iltica etdik. Evvel ve Âhire, Zâhir ve Bâtına and olsun: Hikmetinden suâl olunmaz; inşallah bunu kalbimizin inşirâhına ve ruhumuzun felâhına vesîle kılar. Bu sebeple, söylediğimiz kelâmın, âlem-i irfâna ilticâ niyyet ve mahiyetinden ötürü bir “samimiyet” meziyeti vardır. Bu Tolstoy’dan öğrendiğim bir prensiptir: Bir yazının samimiyeti yoksa kıymeti de yoktur. Yersiz söze de gerek yoktur; yani burada, zamanın ve zeminin şartlarına göre nâbecâ sayılabilecek birkaç yazı dışında, topluca bir arada neşrettiğimiz makalenin meziyet ve kusurları elbette mahfuzdur; ancak bu mukaddime çerçevesi içinde bunlardan bazılarına işaret etmek gerekecektir.

Maalesef, bin türlü dünya gâilesi içinde yaşayıp giderken, şöyle derli toplu, esklerin “efrâdını câmi’ ağyarını mâni” dedikleri tarzda, özenerek plânlanıp yazılmış kitap gibi bir kitap, eski büyük âlimlerin eserleri gibi bir eser yazma şansım olmadı. Âlem-i irfâna hitâben söylediğim sözleri, makale veya konferans biçiminde, çok kısaltılmış ifadeler içinde söylemek zorunda kaldım. Bazen, daha evvel bir yazımda işaret ettiğim meseleleri tekrar etmemek için kendi yazılarıma atıf yapmak zorunda kaldım. Hâlbuki okuyucu dergileri araştırıp, bulup, bütün bu yazıları okumak zorunda kaldım. Halbuki, okuyucu dergileri araştırıp, bulup, bütün bu yazıları okumak imkânına sahip değildi. Şimdi topluca neşredilen bu makaleler sayesinde bu mümkün olacaktır. Diğer taraftan, birçok orijinal fikir, her bir kısa yazının kendi çerçevesi içinde kaybolup gitmekte ve neticede ortaya sistemli bir düşünce çıkmamaktadır. Halbuki, zaman zaman tekrar edilse de, bu fikirler silsilesini sistematik bir biçimde ifade etmek mümkündü.

Diğer taraftan, bir meselenin, “her yazımda başka bir yönünü” ele aldığım hâller de vâkidir. Bu sebeple, makaleler tarzında kaleme alınan bu yazılarda, tekrarlanan fikirler bir yana, bütün yazılarımı bir birlik -, bütünlük çerçevesi içinde görebilmek için (her ne kadar böyle bir ma’nâ bütünlüğü çerçevesinde yazılmamış olsalar bile) gerekirse, bu ma’nâ bütünlüğünü okuyucu olarak bizzat kendi zihnimizde inşa etmek imkânı hâsıl olmuştur. Bunun okuyucudan çok fazla şey talep etmek olduğunu biliyorum; ancak, hiç olmazsa, bu artık mümkün olan bir şey… Bir yazar okuyucularından hiç olmazsa daha önce söylediklerini hatırlamasını taleb edebilir.

Muhtelif yazılarımda dağılmış olarak ifade ettiğim fikirleri derli toplu, teferruatlı ve sistematik bir kitap hâlinde henüz kaleme alamadım “Varlığın Ma’nâ ve Mazmûnu” gibi çok sistematik ifade edilmiş bir kitapta bile, aslında kitap olarak plânlanmadığı ve makale hacmine de daha fazla teferruat sığmadığı için bilhassa uzun uzadıya münakaşa edilmesi gereken fikirler dahi çok kısa bir biçimde ifade edilmiştir. Hiç olmazsa şimdi, eserlerimin toplu basımını elinde bulunduran ve onları –aynı meselelerden bahsedilen hâllerde- birbiri ile mukayese etmek imkânına kavuşan okuyucularım, “Tarih Felsefemi”, bu hususta ortaya koyduğum düşünceleri, ‘bizzat kendi zihninde ve sistemli bir bütün hâlinde’ yeniden inşa edilebilecektir.

Bu zahmete değeceği kanaatindeyim; her ne kadar parça bölük ifade edilen fikirler biçiminde de olsa, eski tarih filozoflarının fikirlerine âşinâ olmakla beraber onların izinden gidip fikirlerini nakletmekle iktifa etmeyen ve kendi tarih felsefesini inşa etmeye çalışan bir insan olmam hasebiyle, bir hayli orijinal düşünce ürettiğimi biliyorum. Esasen, klasik akademisyenler gibi başkalarının fikirlerini aksettirmekle iktifa etmeyip, kendi düşünce sistemini inşa etmeye kalkışmak çok iddialı ve tehlikeli bir tavırdır. Hattâ, bir zamanlar benim başıma geldiği gibi, “yetkililerin sizi üniversiteden müstâfi saymaya kalkışması” şeklinde, son derece aşırı tepkilerle dahi karşı karşıya gelinebilir. Bizzat tarih felsefesi yapmaya kalkışmak, cesâret ve nefse emniyet ile birlikte geniş bir kültürel müktesebât ister. Bu da zımnen, eski tarih filozoflarının hepsinde birtakım kusurlar buluyorsunuz demektir; aksi takdirde, tarihi yeniden yorumlama ihtiyacı duyulmazdı (kifâyet bahsinde gelince; böylesine devâsâ bir meselede hiç kimsenin tecrübe ve bilgisinin kifayetinden bahsedilemez). Latinlerin dediği gibi,”ipse dxit magistra”: Üstad bizzat kendisi böyle dedi… Temmet bi avnillah.

Prof. Dr. Şahin Uçar

Niğde 1997

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir