Sınır Değildir Gökyüzü

Her insanın hayatındaki yolculuğu kendisine özgüdür. Hani Tanpınar “Ben, masalı olan bir adamdım” der ya, kendi adıma arayışı olan insanların hikâyelerini dinlemekten ve okumaktan bir hayli hoşnut oluyorum. “Sınır Değildir Gökyüzü” kitabında Avustralyalı bir bayanın İslâmiyet ile müşerref olması ve tasavvufa intisap etme süreci roman diliyle anlatılıyor. Kitapta, müslüman olunca Emetullah (Bayanlar için Allah’ın kulu anlamına geliyor.) ismini alan July’nin nasıl ve niçin müslüman olduğu ayrıntıları ile verilmektedir.

Eserin kendisinden ilk defa Semerkand televizyonunda yayımlanan “Kitap Meclisi” programı vasıtasıyla haberdar oldum. Ali Sözer, kitap için “Aslında çocukluktan başlayan bir arayış, çocukluktaki bir nakış yani. Bir izin daha sonraki hayatta ve batılı hayat tarzının tatmin etmeyişi ve kalbi huzursuzluklar, iç huzursuzluklar, itikadı huzursuzluklar bir süre sonra insanları arayışa sevk ediyor” derken bir manada Emetullah Armstrong’un bu kitabı niçin yazdığını da özetliyordu. July’in yolculuğu hippi bir nesille başlıyor, ulusal ve uluslararası sanat çevreleri gibi farklı çevrelerde sürüyor ama nihayetinde hayat onu yegâne dönüş olan Allah’a götürüyor. Karşı tarafa tesirsizmiş gibi gelen sözlerimizin onların derununda ne fırtınalara sebep olduğunu pek bilemeyiz. Hakikate yöneldiğimizde ise asli amacımızın ne olduğunu anlamış oluruz. Armstrong, tüm yaşadığı hayat macerasında en önemli şeyin Allah’a kul olmak olduğunu daha yolun başında anlıyor. Bu kitabı okurken Emetullah Hanım’ın tecrübelerinin onun gibi farklı arayışlarda olan insanlara son derece faydalı olabileceğini düşündüm. Bazen insanlara anlatılan bir tecrübe, ifade edilen bir fikir onlar için perdenin ucunu kaldırabilir ve hakikati görmelerini de sağlayabilir.

Bernard Bethell’e göre, Allah dilediğini kendisine çeker ve Emetullah Armstrong’un tecrübe ettiği şey, onun manevi arayışında başlayan ve onu tam bir adanmışlıkla İslâm özlemine sevk eden Tunus’un pırıl pırıl insanlarıyla yaptığı birkaç günlük temastı. Armstrong, neredeyse tamamen kitaplara bağlı olarak, bir başına çalışma ve hasret yılları sonrasında aradığı mürşidi buluyor. Bunun sonrasında bile onu sonunda tanımak ve manevi bir geleneğe müntesip olmak için birkaç yıl daha beklemek durumundaydı. Kitapta beni en çok etkileyen şey yazarın hayatına dair anlatılan bir anekdot oldu. Sunuş kısmında anlatıldığı şekliyle yazar sekiz yaşındayken, Sydney’in güneyindeki Connelss Devlet Okulu’ndaki üçüncü sınıf öğretmeni minik öğrencilerine şu şiiri öğretmişti.

İbrahim Edhem

Uyandı bir gece huzurlu bir düşten
Oda ayla doluyken
Odayı zambak halinde eyledi temaşa
Bir melek yazmaktaydı altın bir kitaba.
Artan huzur Edhem’i cüretkâr eyledi
Dönüp odadaki varlığa dedi:
“Ne yazıyorsun?”
Siluet kaldırıp başını
Her şeyi sükûn ettiren bir bakışla
Şöyle cevap verdi:
“Rabb’ini sevenlerin adını”
“Ya benim ki?” dedi Edhem. “Hayır” dedi öteki;
Edhem fısıldadı usulca,
“Ama huşuyla hâlâ yalvarıyorum sana
Beni de yaz O’nun dostları arasına.
Melek yazdı ve kayboldu. Ertesi gece
Tekrar gelip uyandıran bir nurla
Gösterdi Allah aşkının mestettiklerini.
O da ne! Edhem’in ismi hepsinden önceydi.”

Leigh Hunt’un büyük bir mutasavvıfla alâkalı olan bu şiiri, Armstrong’un otuz beş yıl boyunca hafızasında buğulu bir şekilde yer alıyor. Geriye dönüp baktığımızda belki de öğretmeni onun kalbindeki minik bir tohuma bu şiir vesilesiyle can suyu veriyor. Bu tohum yavaş yavaş büyürken bazen de sezilmeden birkaç kıtlık ve sel atlattıktan sonra nihayet doksanlı yılların başında yazar kırk bir yaşına bastığında Avustralya’da bir tarikata girip mürşidine intisap ettiğinde bir manada meyvesini vermiş oluyor. Onun için çocukluk yaşantıları, insan için meyvenin içindeki tohum gibidir. Kendi oğlumu yetiştirirken de asla bu güzel hikâyeciği unutmayacağım.

Armstrong’un bu otobiyografik roman çalışması: Ömer Hayyam ve Çocukluk Dönemim, Resim ve Pamuk Evim, Pürnur Çiftliği, Katedraller ve Ormanlar, Yolculuğunuz Size Hayırlar Getirsin, Gerçek Yön Arayışı, Çöldeki Amber ve Dünyevi Bağ gibi bölümlerden oluşuyor. Martin Lings, tasavvufun kapıyı tıklama sanatı olduğunu söylermiş. Bunun sebebi sanıyorum ki her şeyin anahtarının içimizde daha doğrusu kalbimizde olmasıyla ilintili. Allah Teâlâ “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım” buyuruyor ya galiba Armstrong da “Sınır Değildir Gökyüzü” derken bunu kastediyor.

Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir