Şiirde Metazifik Gerçek

Künye: Şiirde Metazifik Gerçek, Sedat Umran, Timaş Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, 1997.

***

Metafizik alanlara yöneliş şâirin kendinden, Ben’inden acı çekmesiyle mümkün olur, o zihni de aşmak ve mânevi alana, yani ruhun bulunduğu derinliklere inmek zorundadır, aksi halde 2. Yeni şâirlerinin yaptıkları gibi beş duyunun (Zihinle birlikte beş duyu oluyor) işlenirken yeni anlatımların ve teknik becerinin eseri olur; içinde onu alevlendiren, ruhtan yoksun, bizi bir an için şaşırtan bir ürün ortaya koyar, ama şaşırmak ve hayran olmak aynı şey değildir, bir şâir ancak kendini aştığı, beş duyunun dışındaki metafizik gerçeği eline geçirdiği oranda değerli, yani kalıcı olabilir, onun için Adorno ‘’şiirde kalıcı yan bizim bilincimizdeki yan değildir, o trans halinde yakaladığımız ve yakalanması bir tabiat itiliminin gücüyle mümkün olan gerçektir” demiştir. ( Sayfa 10)

Şiirin yazılması için gerekli şartları şöyle özetleyebiliriz:

1) Duyarlı ve izlenimlere açık bir yürek, tabiatın verdiği bir elverişlilik.

2) Boş zaman ve o boş zamanı sırf şiir için kullanmaya gönüllü biri.

3) Tehlikelerin içine atılmayacak olan, ama onu teğet geçebilecek bir cesaret.

4) Bütün enerjisini, sevincini ve acısını şiirden alacak olan bir şiir kara sevdâlısı. (Sayfa 19)

Eskiler şiirin güçlü olması için üç unsurun onda bulunmasının gerekliliğine parmak basmışlardı: Şiirde ses keskin, ifade gür, hayâller vâzıh olmalı. (Sayfa 25)

Şâir şiirini mizacıyla tam bir uyum içinde kalarak geliştirmek zorundadır, yoksa inandırıcı olmayan bir ürün ortaya koyar, bununla boşu boşuna kendini olduğu kadar, okuyucusunu da aldatmaya kalkışır; zekâ ve bilinç şiire dıştan müdahile etmelidir, yoksa şiirin bünyesi parçalanmış olur, çünkü bilinç ve zekâda ayırmak ve parçalara bölmek özelliği vardır, oysa şiir sentezi gerçekleştiren bir içsezginin, Intuition’un (ingenium-dehâ)’nın ürünü ise yaşaması için içine tanrısal gerçeği taşır, onun artistik yanı işçiliğidir, o çalışmakla yetkinleştirilebilir, ama şiirinin öğrenilmeyen yanı onun ruhudur, bu ruh şâirin kendi ruhundan kaynaklanan bir cevherdir; şâir Ben’inden acı çeken kişidir, bu da doğuştan getirilmiş olan bir özelliktir, şâir adayları yazacakları şiirlerinin zaman içinde göstereceği gelişmelere büyük bir sabırla doğal akışını kazandırmalı ve müdahale etmemelidirler. (Sayfa 29)

Sanatçı dediğimiz ve toplamda yalnız kalmaya mahkûm, doğuştan duyarlı (senbihl) insanın üstün yeteneğinin ortaya koyduğu bir yeniliktir. Şiirde üslûbu yapan unsur budur. (Sayfa 32)

Nasıl çocuk renkleri erginlerden farklı olarak aydınlatıcı bir güçle farklı olarak algılarsa, şâir de çocuk kimliği korumuşsa, çocuk gözleriyle,  çocuğun masum bakışıyla hayata ve olaylara bakar. (Sayfa 33)

Buna göre şair ruh momentlerini (öfke, hüzün, acı, korku, güvensizlik vb.) derinliğine yaşar, bu çelişkilerden bir terkip meydana getirir. Onları hareketli tablolu halinde bize sunar, biz buna kelimelerin ördüğü bu büyülü binalara şiir deriz. (Sayfa 33)

İyi şiir, güzel şiir, gerçek şiir bir süre kendisinden uzaklaşsak da, bir zaman sonra içimizden onu yeniden okumak ihtiyacını duyduğumuz bir üründür. (Sayfa 33)

Bütün mesele insan yaşamının geçiciliği ve insanın bu geçicilik içinde eline geçirmeye çalıştığı anlamdır. (Sayfa 40)

Sirkte de nasıl bir akrobat alıştırmalarını çoğaltarak onlara doğal bir akış sağlasa, şiirde de şairin birikimlerinden yararlanarak bilinçaltını doğal bir itilimle bilinç yüzeyine çıkarması ve onu şiir tekniğiyle bir estetik çerçevede okuyucusuna sunması sözkonusudur. (Sayfa 43)

İnsan alışkanlıklarından kurtaran her şey onu düşünmeye, duymaya sevkeder, böylece duyan ve düşünen insan tür egemenlik kuran nesneler üzerine.. (Sayfa 44)

Acı şiirin itici gücü, motorudur, çünkü eksikliğin, bir özlemin ifadesidir,  bir doymuşluk değil,  bir acıkmışlıktır. (46)

İyi şair, Schopenhauer’in dediği gibi gördüğü bir hedefe okunu atan ve ona isabet ettirendir.  (Sayfa 47)

Şair ‘Ben’inden acı çekerse, büyük ferdiyetçi şiiri, dünyadan acı çekerse toplumcu yanı ağır basan bir şiiri ve zamandan acı çekerse geçmişin özlemini dile getiren bir büyük şiiri gerçekleştirebilir. (Sayfa 47)

Ama şair kendi yalnızlığında bütün insanlığın yanlızlığını duyurabilen kimsedir, kendi acısında insanlığın tüm acılarını duyurur, böylece o insanda evrensel olanı yakalayarak dile getirir. (Sayfa 51)

Şiirin insan varlığının bir ihtiyacına cevap vermesi ve onun öz varlığını dile getirmesi, saf güzelliği olan ihtiyacını cevap vermesi ve onun öz varlığını dile getirmesi, saf güzelliğe olan ihtiyacını doyurması insan denen meçhulün de derinliği incelenmesine gerek göstermektedir. (Sayfa 53)

Bir de madalyonun öbür yüzü var, o ne derece gerçek bir şiirse, seslendiği okuyucu sayısı o oranda daralmaktadır, çünkü şiir ruh kıpırtılarının, içe dönük bir yaratılışın duygularını ham madde olarak kullanılmasıyla meydana getirdiği bir söz sanatıdır. (Sayfa 57)

Goethe şiir yazılması için üç şartın gerekli olduğunu ileri sürmüştü: Mecbur oluş, istemek ve yapabilmek. (Sayfa 57)

Gerçek şiir hikâye etmez, gerçek şiir ruhun içini gözlerimizin önünde canlandırır. (Sayfa 60)

Bir şairin şairliği nereden anlaşılır: her gerçek şairin kendine özgün bir şiir dili vardır,  bir şiirde anlatım,  teknik kusursuz olabilir, ama o şair eğer bir şiir dili kurmamışsa, eseri estetik bir değerden yoksun demektir. (Sayfa 61)

Gerçek şiirde sözcüklerin şiiri hareketlendirdiği doğrudur, ama bu devinim sözcüklerin titiz bir seçimiyle değil,  tersine bilinçaltı dinamiğinin, orada bastırılmış bir enerjinin dışarıya açılmasıyla ve onun sözcükleri yerli yerine yerleştirilmesiyle gerçekleşebilir. (Sayfa 63)

Bugün genç yeteneklerin çoğunun şiirlerini okunmaz kılan olumsuz yan, bizce onların içindeki çelişkileri tam anlamıyla yaşamamaları ve üstdüzeyde bir senteze ulaşmanın çilesini çekmemeleri yüzündendir. (Sayfa 66)

Bu sonda, ruhunun bereketli alanlarına kadar inmelidir, çünkü şiir cevheri zihinde değil, tersine ruhun derinliklerinde yatar. (Sayfa 66)

Şiir Stefan Mallarme’nin söylediğinin aksine sözcüklerle değil, çağrışımlarıyla yazılır. Bu çağrışımlar en karşıt alanlardan alınarak,  sözcüklerin yardımıyla bir şiir mantığı çerçevesinde bir araya getirilir. (Sayfa 69)

Şiir bir iç çatışmasından doğar. Ozan içindeki çelişkilerle doğar, onları sözcüklerin yardımıyla bileşime ulaştırır; bu bakımdan şiir bir dialektiktir. (Sayfa 70)

Necip Fazıl’ın şiiri, dialektik mizacının, zaman ve mekânda rahat etmeyen, onlara bir tülü sığamayan ben’inin derin çelişkilerinin tutuşturduğu bir yangınla yanıp kavrulduğu, çaresizliğinin içinde kurtuluşu şiirle MUTLAK’a bir pencere açmak girişiminde bulunan bir şairin eseridir: Bu şiir gücünü, birçok şairin görmezlikten gelerek, gürültülü bir yaşayışla bastırdığı ve böylece tehlikelerinden korunduğu bir yalnızlıktan alır. (87)

Kierkegaard, onun eleştirmesine karşın, yine de Hegel’in etkisinde kalmıştır ve biçimsel estetikle içerik estetiğini birleşmiştir. Hegel, ‘sanat amacını içinde taşır’ derken Kant’ın görüşüne iltifat etmiştir. (Sayfa 175)

Aktaran: Musa Nargileci

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir