Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye

Künye: Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye, İsmail Müfîd el-İstanbulî (Adudüddin el Îci Şerhi), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Ocak 2014.

***

Hz. Ali’nin (r.a.) sözlerinden biri de şudur: “İlimden daha şerefli bir şey yoktur. Allah bir kulu zelil kılacağı zaman onu ilimden mahrum eder.” İmam Gazzâlî İhyâ’da şöyle der: “İlmin gücüne gelince onun güzelliği ve mükemmelliği, sözler arasında doğru ve yanlış arasındaki farkı, itikatlar söz konusu olduğunda hak ile bâtılın farkını, fiiller söz konusu olduğunda güzel ve çirkinin farkını idrak etmeyi kolaylaştırmasındadır.” (s.42)

“Her şeyin kendisiyle tedavi edildiği bir ilacı vardır, ahmaklık hariç, o, kendisini tedavi eden kimseyi yorar.” (s.44)

Denilmiştir ki “Bir fikrin varsa peşine düş, çünkü fikri bozan şey tereddüt etmendir. Gücün varken düşmanlara bir gün bile süre tanıma, onlar yarın aynı güce kavuşmadan sen yapacağını yap.” (s.44)

Zira nice rezilet vardır ki câhil, onu erdem zanneder, onunla donanan kişi Allah katında yerilmiş olduğu halde halk nezdinde övgüye mazhar olur, kınanmayı hak ettiği halde alabildiğine övülür. Böylesi bir kimse reziletlere battığı halde üstünlükleri varmış gibi sayılır. Şiir: “Nice isimlendirilen kimseler vardır ki isimlendirildiği gibi değildir, her ne kadar adıyla çağrılıp cevap verse de.” (s.54)

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Acele şeytandan, teenni Rahmân’dandır”, “Bir kimse teenni ile hareket ederse isabet eder veya isabet edeyazar. Kim de acele ederse hata eder veya hata edeyazar.” Çünkü işlerde teenni ile hareket etmek, doğru görüşün ortaya çıkmasına sebeptir, dolayısıyla bu, Rahmân’ın ilham ettiği şeylerdendir, acele ise bunun zıddıdır ve o da şeytanın ilhamlarındandır. (s.84)

Arkadaşlarını, kusurundan dolayı kendisini ikaz eden doğru kimselerden seçmelidir. Zira arkadaş, sırların mahzeni ve kusurları gizleyen bir heybe gibidir. Çünkü ayıplar, sahibine görünmez ve zihni onlara kapalıdır, arkadaş ise kişiye görünmeyen kusurlarına muttali olmasını sağlar. Nefsin nice ayıpları vardır ki sahibi onlara karşı güven içindedir. Bazı küçük hataları arkadaşının önünde izhâr sûretiyle onu denemesi lazım gelir, eğer dostunun bunları kendisine açıklama hususunda gevşekliğini farkederse yapması gereken, ondan uzak durmaktır. (s.112)

Bilmelisin ki nefsanî hastalıklar kökenleri itibariyle üç türdür. Şöyle ki, bunlar ya düşünce gücünden ya öfke gücünden ya da arzu gücünden kaynaklanır. Düşünce gücünden kaynaklananlar üçtür. İlki, kafa karışıklığıdır. Bu, düşünce gücünün ifratı kabilindendir. Nitekim düşünme gücünün tefriti de yalın cehalet ve bu gücün nitelik yönünden sapması ise birleşik cehalettir. Bu hastalığın sebebi ince meseleler ve müşkil problemlere dair delillerin çatışmasıdır. Bu, vehmin akla musallat olduğu ve akla boyun eğmediği durumda olur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar” (Bakara, 2/15). Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur” (Hac,22/46). Tedavisi ise mantık ve münazara gibi aklî kanunların temrinidir. Bu, başta ihmal ettiği şartları kavrayarak hatanın kaynağına muttali olmasını sağlar. Denilmiştir ki, bunun tedavisi, öncelikle aklı kabul etmek zorunda bırakan matemetiksel kurallarla kontrol altına almak ve şu ilksel önermeyi hatırlamaktır: “Olumsuzlama ve olumlama, bir arada bulunmaz ve birlikte yok olmaz.” Bu önerme genel olarak iki taraftan birinin doğruluğuna ve diğerinin de yanlışlığına inanmasını temin eder. (s.118)

Hz. Ali (r.a.) de şöyle der: “Kişinin kendini beğenmesi aklın haset sebeplerinden biridir.” Yine o der ki “Kendini beğenmeden daha vahşi bir yalnızlık yoktur.” (s.126)

Ve ayrıca insan, doğası gereği sosyal bir varlık olduğundan hayat ve ölüm durumlarında diğer insanlara ihtiyaç duyar. Zira dünya geçimi ve âhirete dair işler için aramızda bir diğerine ihtiyaç duymayan bir tek fert yoktur. Ve yetkinliği başka bir şey ile olan her şey özü bakımından eksiktir. Yetkinliğinin başkası sayesinde olduğunu bilince, bu başkasının kendisinden daha üstün olduğunu da görür. Kişi bu gözle bakar ve insafla düşünürse her bir fertte ve hatta her bir şeyde kendisinde olmayan ve ortaklıktan hiç de daha az olmayan bir üstünlük bulur. Böylece sonunda noksanlarına vâkıf olur ve bu amansız hastalıktan beri olur. Netice olarak söz konusu hastalığın ilacı, bahsedilen hususlar, yani başlangıç, dünya hayatı ve sonrası hakkında tefekkür etmektir ki, bu da akıl erbabı için aşikârdır. (s.128)

Tembellik insanın cansız olması gibidir, hatta daha aşağı bir haldir ve insan türünün yönetme ve çekip çevirme becerisini kaybettiği bir yola girmesi demektir. Yine insanın yaratılışındaki hikmetin ortadan kaldırılması demektir ki bu hikmet, âlemin düzeni için faydalı olanı yapmaktır. Şüphesiz ki insanın bu vazifesinden geri durması kulların yaratılışındaki hikmeti ortadan kaldırır. Bu, aynı zamanda başlangıç ve âhiret durumları hakkındaki bilgiden de geri durmaktır ki bu da hasarını hiç kimsenin telafi edemeyeceği ve arızasını kimsenin onaramayacağı büyük bir hüsran ve acı veren bir azaptır. (s.158)

Çocuğu yatkınlığı olan bir zanaatla meşgul etmelidir. Şöyle ki, çocuğun hangi ilim ve zanaat türünde istidadının olduğu, durumundan öngörülerek çocuk ona teşvik edilir ve yönlendirilir. Çünkü herkes her ilim ve zanaata yatkın olamaz. Eğer böyle olsaydı herkes en değerli olana yönelirdi. Bu, Allah’ın âlemdeki düzene inayetinin ve kader hikmetinin gereğidir. (s.204)

Bil ki burada genel bir kaide ve faydalı bir husus daha var. O da şudur: Öğretici ve hocanın her bir ferdin doğasının neye meyilli olduğunu ve karakterinin neyi kabul ettiğini keşfederek onların yatkınlığına bakması lazımdır ki o, eğitim alana ve öğrenciye o şeyden faydalanması için onunla uğraşmasını telkin etsin. Bilge Eflatun’un şu sözü de buna işaret eder: “Mutedil mizaçlı bir kişinin kalbi ve iki gözü alınır ve kırk gün koltuk altına konur. Sonra bir kimyacıya dönüşmüş halde insanların arasına atılır.” Kimya/simya Yunan dilinde mal kazanma çaresi anlamına gelir. “Sonra o, iki parayı kazanmayı, daha sonra da kendine has bir yolla bunları yapmayı başarır.” Bu remizle Eflatun’un kastı şudur: Onun kalbinin neye meylettiği ve gözünün nereye baktığı araştırılır, sonra o kişiye o şeyle uğraşması telkin edilir. Böylece o kimse başkasında bulmadığı bir şeyi o işte bulur. İşte burada simya ile kastedilen şey budur. Bunun zâhirinden anlaşılan Eflatun’un simya tahsilinde haksız yere adam öldürmeyi uygun gördüğüdür. Hâlbuki o bu görüşten münezzehtir, zira bırakın akıllı ve hikmet sahibi kimseyi, cahil ve adi bir kimse bile böyle bir şeyi onaylamaz. (s.206)

Zira insan doğası bir işe yatkın olup diğerlerine yatkın değildir ve farklı işlerle uğraşılması halinde gayret ve himmetin bölünmesinden dolayı mesleğin bozulması bütün mesleklerin noksanlığa yol açar. Bir kimse birden çok işi yapabiliyorsa, bu işler arasında en şereflisinde durdurulup diğerlerinden alıkonmalıdır. (s.226)

Aktaran: Cenk Baran

Kitabı PDF olarak buradan indirebilirsiniz.

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • mad , 21/12/2022

    Kitap pdf olarak inmiyor!..

    • EdebiFikir , 21/12/2022

      Link çalışıyor. Sıkıntı yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir