Geçtiğimiz günlerde beyin kanaması geçiren yazar Ş. Adnan Şenel 25 Nisan sabahı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Merhuma Cenab-ı Allah’tan rahmet yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
***
İnsan hafızasıyla yaşayan, onunla var olan bir varlıktır. Hafıza sahibi olmayan insanları merhum Cengiz Aytmatov’un tabiriyle “mankurt” olarak görebiliriz. Toplumların hafızası da tarih ilmidir. O nedenle tarih, bireyden topluma geçiş yapıldığı zaman bir hafıza görevini görür. Kişisel hafızasını kaybeden insanlar nasıl bir başkasının kendisini tanımlamasına ihtiyaç duyarsa aynı durumdaki toplumlar da başka toplumların efendiliğine, tanımlamalarına ihtiyaç duyarlar. Bireyden topluma geçiş noktasında içinde yaşadığımız, hayat sürdüğümüz ve var olduğumuz şehirler de belli açılardan hafızaya sahiptirler. Eviniz, sokağınız, caddeleriniz, köy ve ilçeleriniz hep belli bir hafızayı hatta şuuru canlı tutmaya çalışır. O nedenle dünya tarihinde toplum ve fert üzerinden yapılmaya çalışılan devrimler şehirlerin yapısını, ruhunu değiştirmeye el atmadan başladıkları işi nihayete erdirmezler. Eğer bir toplum değişecekse hem onun içindeki fertler hem de o fertlerin yaşadığı şehirler değişmelidir. Tüm bunların anlamı şudur aslında: Tarih, insandan şehre kadar bir coğrafyanın hafızasını saklar.
Toplum olarak, tarih ilmini önemli kılan onun bu özelliğini fark edemememiz aslında tarihi TV dizilerinden ya da sinema filmlerinden öğrenme hastalığımızdan kaynaklanıyor desek yeridir. Her ilmin kendi iç disiplini olduğunu, belli ölçütlere ve belgelere dayanmayan sübjektif görüşlerin doğru kabul edilemeyeceğini nereden ve nasıl öğreneceğiz? Kaybettiğimiz her insanla, her şehirle hatta her karış toprak parçasıyla bir nevi hafızamızı da yitiriyoruz. O nedenle tarihi doğru kaynaklardan ve doğru yollardan öğrenmek bizim için elzem bir hal almaktadır.
Mostar dergisinin açtığı “Tarihî Roman Yarışması”nda “Birincilik” ödülüne layık görülen “Selanik İçinde Salâ Okunur” adlı Balkan Savaşları’nı anlatan roman gerçek tarihten beslenmesi ve hakikatin kurguya feda edilmemesi noktasında önemli bir çalışma. Yazarın üç yıl boyunca uğraşarak ortaya çıkardığı bu hacimli eser, Birinci Balkan Savaşı’nda hem Osmanlı Devleti’nin hem de Balkan topraklarıyla aynı kaderi yaşayan halkımızın acılarını, umutlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermesi açısından oldukça başarılı bir çalışma. Romanı birkaç açıdan inceleyecek olursak yazarın ilk olarak eserinde yakaladığı dil başarısına mutlaka değinmek lâzım. Gayet sade, anlaşılır ve okuru yormayan bir dil kullanılmış romanda. Bu dil başarısı doğal olarak kurgudaki akışı kolaylaştırdığı gibi yazarın yükünü de hafifletmiş.
Daha önce altı romanı yayınlanan Ş. Adnan Şenel’, 12 Eylül darbesini anlatan “Elma ve Bıçak” adlı dönem romanıyla dikkatleri çekmişti. Yazar, bu kez, Tük tarihinin belki de en hazin ve vahim olaylarından biri sayılan Balkan bozgununu konu almış. 576 sayfa olan eser ilk bakışta okuyucunun gözünü korkutabilir. Ancak daha ilk sayfadan itibaren akıcı dil ve ustaca kurguyla roman sizi o kadar içine çekiyor elinizden bırakamıyorsunuz. Kitabı okurken zaman zaman kızacak, sinirlenecek, üzülecek, hüzünlenecek hatta hayıflanıp kahredeceksiniz. Yazarın nahif, sade ve yalın anlatımı eşliğinde, o kısacık dönemde olan bitenlerin âdeta içindeymişçesine, Rumeli’nin dört bir yanına, bedenen değilse de ruhen seyahat edeceksiniz.
“Selanik İçinde Salâ Okunur” çok kısa sürede Rumeli’nin tamamen elimizden çıkmasıyla sonuçlanan Birinci Balkan Savaşı’nı anlatıyor. Bulgarların hücumu sonrasında Kırklareli ve Lüleburgaz bozgunuyla başlayan ve ardından Balkanlarda Üsküp, Manastır, Serez ve Selanik gibi önemli merkezlerin kurşun atılmadan düşmana terk edilmesiyle devam eden ve Yanya, Edirne ve en son da İşkodra kalelerinin teslim olmasıyla noktalanan sürecin gün gün anlatıldığı romanda, Osmanlı ordusunun Çatalca’ya kadar dayanan Bulgarlara karşı gösterdiği muazzam direniş de çarpıcı bir şekilde işleniyor.
Eseri muadili sayılabilecek diğer romanlardan ayrı kılan tarafı ise Balkan Savaşı’na bütüncül bir gözle bakmasıdır. Daha önce kaleme alınan eserlerde genel olarak meselenin bir veya iki yönü ele alınıp işleniyordu. Bu kısımda da göç ve yaşanan zulümler sayfalara taşınıyor, savaş sahneleri ile destekleniyordu. Ancak “Selanik İçinde Salâ Okunur”da mesele tüm çıplaklığıyla ve her yönüyle işlenmiş ve okuyucuyu doyuracak tüm bilgiler satırlara taşınmış. Belki de eseri bu kadar hacimli kılan olgu işin tam bu noktasında karşımıza çıkıyor.
Bizim açımızdan romanı önemli kılan bir başka boyut da, üç yılda tamamlanan eserin hazırlık aşamasında konuyla ilgili yazılmış literatür titizlikle araştırılmış, incelenmiş olasıdır. Konunun hiçbir yönünün açıkta bırakmak istemeyen Ş. Adnan Şenel, romanında savaşla ilişkili-ilintili, hemen hemen bütün unsurları, birebir yaşantılarla ele almış: Cephe savaşları, kuşatma altındaki müstahkem kaleler (şehirler), olumsuz hava şartları, açlık, salgın hastalıklar, esir düşen askerlerin çektikleri eziyetler, mezalim, göç, ihanet, gaflet, iç ve dış politikadaki basiretsizlikler, istihbarat alanındaki yetersizlikler, gırtlağına kadar siyasete batmış askerlerin dirayetsizlikleri, askerî taktik ve stratejilerde vahim hatalar, gönüllü sivil toplum kuruluşları, maddi ve manevi yardım için toplantılar-mitingler düzenleyen hanımlar, Hilal-i Ahmer, Mevlevihaneler…
Yelpaze bu kadar geniş olunca, doğal olarak sonunda elinizdeki hacimli eser ortaya çıkmış oluyor. Eserin kurgusuna da değinmek gerekiyor tabiî. Bu kadar geniş bir külliyatı tarayıp, meseleyle uzak yakın ilintili her detayı romana yansıtmak için de kusursuz bir kurgu yapmak elzem oluyor. Yazar da burada kusursuz bir kurgu oluşturuyor ve komutanlarınca görevlendirilen beş çavuş, savaşın hüküm sürdüğü beş ayrı bölgeye (Selanik, Edirne, Çatalca, Yanya, İşkodra) gönderiliyor ve sadece gözlem yapmaları ve görüp, duyup yaşadıklarını defterlerine not almaları isteniyor. Böylece biz okurlar da, bu beş çavuşun, o bölgelere gidişlerine ve orada yaşadıklarına bizzat eşlik ediyoruz. Öte yandan, İstanbul’da savaş esnasında olup bitenleri de, bir hemşirenin yaşadıkları çerçevesinde öğreniyoruz.
Bu kurgu karakterlerin yanında, bizzat o bölgelerde bulunan gerçek karakterler de var ki, bu da romanın “gerçekçi” ve “objektif” olma özelliğini arttırıyor. Edirne’de Şükrü Paşa, İşkodra’da Hasan Rıza Paşa ve Hasan Toptani Paşa, Yanya’da Esat Paşa ve Vehip Bey, Selanik’te Hasan Tahsin Paşa, Trakya’da Abdullah Paşa ve Mahmut Muhtar Paşa; İstanbul’da Nazım Paşa ve Enver Bey… Yani, savaş sürecinde önemli rol oynamış komutanlar, romanın aynı zamanda birer karakteri. Aralarında kahramanlar da var, hain ve gafiller de…
Romanda gerek olaylar ve gerekse karakterler, tarihî gerçekliğin kurguya feda edilmemesi için tarihle birebir örtüşüyor. Olayların akışının, kronolojiye uygun olarak, gün gün kurgulanması, “Selanik İçinde Salâ Okunur”u, kusursuz bir “tarihî roman” haline getiriyor.
Tarihimizin ne yazık ki en acıklı ve kahredici bozgununu, sebepleri ve sonuçlarıyla öğrenmek ve bunu da bir edebî türle gerçekleştirmek isteyenler için “Selanik İçinde Salâ Okunur”un, türünün çok önemli ve belki de “tek” örneğidir diyebilirim. Tarihî roman adı altında piyasaya pervasızca ve sorumsuzca sürülen örneklerle kıyaslandığında, bu romanın nitelik açısından sıra dışı olduğunu ve tarih ve edebiyata ilgi duyan herkesin mutlaka okuması gerektiğini vurgulamadan geçemeyeceğim. Çok önemli bir yarışmada birincilik ödülü almış olması da bu romanın kıymetini ve kalitesini göstermiyor mu?
Davut Bayraklı
1 Yorum