Mevlânâ hazretleri, Mesnevî’inde insanlar arasındaki farkı anlamayan ve veli kulları inkâr edenlere şöyle cevap vermektedir: “Hak erlerini tanımayanlar şüphesiz Allah yolundan uzaklaşır. ‘Onlar da insan biz de insanız; hepimiz uykuya ve yemeğe muhtacız’ derler. O kör gönüller aradaki nihayetsiz farkı bilemediler. Hâlbuki iki arı bir yerden gıda alır, fakat birinden zehir, diğerinden bal olur. İki cins ceylan bir sudan içer, aynı ottan yer; birinden misk, diğerinden pislik hâsıl olur. İki kamış aynı sudan beslenir; biri şeker kamışıdır, diğeri bildiğimiz bomboş bir kamış olur. İşte bunlar gibi, iki insandan birinde gıda, sadece açlığı giderir ve karnını doyururken, bir diğer insanda yediği tamamen Allah nuru olur. Kiminin yediğinden cimrilik ve haset, kimininkinden Allah aşkı hâsıl olur.”
“Veli”; ilgisi ve meşguliyeti sadece Allah olan kişidir. İnsanlar dünyanın zahiri ile iştigal ederken veliler batınına yönelir. Kalplerini nefret, kibir, kin, intikam, açgözlülük ve benzeri kötü hasletlerden arındırmış olan veliler bu kötü hasletlerin yerine af, merhamet, sevgi, hoşgörü, bağışlama ve lütufkârlık gibi güzel hasletler ile bürünmüşlerdir ki bu sebeple yüzlerine bakıldığında Allah’ı hatırlatırlar.
Velilerin ana özelliği ise ihlasa yani samimiyete ermiş olmak ve her an Allah’ın huzurunda olduklarının bilincinde yaşamalarıdır. Bu bilinç ise onları her türlü günah ve aşırılıktan korumuş ve kendilerini insanlara hizmet etmeye yöneltmiştir. Velilerin dünyevi kaygıları yoktur. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah’a olan sonsuz imanları onları özgür kılmıştır. Velilerin bir diğer özelliği ise halkın eziyet ve belalarına karşı sabretmeleridir. Çünkü velilerin pusulaları sürekli Allah’a dönük olduğu için başlarına ne gelirse gelsin Allah’tan bilip sabrederler. İnsanların en kâmili olan veliler kalpleri Allah ve Rasulü’nün sevgisiyle dolu olduğu için bütün mahlûkata karşı son derece şefkat duyarlar. Tüm mevcudatı Allah için sevip hizmet etmeyi en büyük nimet olarak görürler. Bu sebeple veliler menfaat gayesi gütmeden insanlara hak ve hakikati anlatma derdindedirler. Veliler insana hizmet etmeyi ırmağa benzetirler. Nasıl ırmak uzun yollar boyunca akar ve sayısız insana, hayvana, ağaca ve bitkiye hayat suyu sunarsa veliler de ocaklarına gelen herkese aynı şekilde iman suyu sunarlar ki bu ırmağın menzili ise cennettir. Kendini insanlığa adayan ve sohbetleriyle kurumuş gönüllere can suyu sunan velilerden biri de Hâce Hafız Osman Bedreddin Erzurûmî hazretleridir.
1856 yılında Erzurum’da doğan, dokuz yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberleyen ve daha sonra yirmi yaşına kadar ilim tahsil eden Osman Bedreddin, 93 Harbi’nde ciddi vazifeler almış ve Erzurum halkının en önünde çarpışmalara katılmıştır. Taarruzda gösterdiği gayret ve aşırı cesareti sebebi ile 28. Alay’ın 3. Tabur imamlığına tayin edilmiştir.
Savaş sonrasında ise Elazığ Palu’ya giderek Seyyid Mahmud Sâmimi hazretlerine intisap etmiş ve seyru sülûkunu tamamlamıştır. İnsanları irşad ve manen terbiye etmek için görevlendirildiği günden itibaren hak ve hakikate susamış gönüllere tasavvufi sohbetleriyle bir ömür yol göstermiş ve insanların kalp ve ruh olgunluğuna erişmeleri için elinden geleni yapmıştır. Allah tarafından kendisine lütfedilen ilim ve irfanı, aşk ve ahlakı, bütün bunlardan habersiz ve yoksun insanlara aktarmayı hayatının merkezine alan Osman Bedreddin hazretlerinin adeta ölü ruhlara can bahşeden sohbetleri sayesinde 200.000’e yakın insanı manevi cehaletten kurtulmuştur.
İşte susamış gönüllere abı hayat olan bu sohbetlerden notlar, Osman Bedreddin hazretlerinin aynı zamanda subay olan bir müridi tarafından tutulmuş ve bizlere kadar intikal etmiştir.
Semerkand Yayınları tarafında “Sâminî’nin Gül Bahçesinden Sohbetler” adıyla basılan ve günümüz okurları için Dr. Yakup Sevimli tarafından sadeleştirilen sohbetlerin ana konusu ise insanın özünü yani nefsini bilmesi ve tanımasıdır.
Hz. İbrahim’in (aleyhisselam) karşısında kâfir Nemrud’un olduğunu ve onu ateşe attırdığı ancak Hz. İbrahim’in Halilullah yani Allah’ın dostu olması sebebiyle ateşte yanmadığını söyleyen Osman Bedreddin hazretleri, insanın da karşısında ve kendisinde Nemrud olduğunu ve bu Nemrud’un insanı ateşe atmak istediğini söyleyip Halilullah olmadıkça ateşten kurtulamayacağını sohbetlerinde belirtir. Yani insanın Nemrud’u nefsidir ve insan her an bu nefsi ile savaş halindedir. Tek çıkar yol ise kişinin kendine Allah’ı dost edinmesidir.
Osman Bedreddin hazretlerine göre Cenab-ı Hakk’ı kendi kendimize zikretmek güç olduğu gibi, O’na şükür borcumuzu eda etmeyi başarmak da imkânsızdır. Bu itibarla O’nu ancak O’nunla zikredebilir ve O’na gene ancak O’nunla şükredebiliriz. Maksat nefsin aradan çıkması ve hakiki kulluğa erebilmektir.
Ona göre kul, tövbesinin kabul edilip edilmediğini ve günahının mağfiret buyurulup buyurulmadığını bilir. Çünkü kişi tövbe ettiği şeyi, günah ve isyanı bir daha işlemiyorsa o kişinin tövbesi kabul olmuştur. Şayet günahları tekrar işliyorsa tövbesi kabul olmamıştır.
Allah’a giden yolun insan-ı kâmil’den geçtiğini söyleyen Osman Bedreddin hazretleri, insan kendi başına Hakk’a gidebilseydi, intisaba ve tarikata ihtiyaç kalmazdı. Bu sebeple yani kendini tanımak ve Hakk’a ulaşmak için velilerin nazar ve himmetini elde etme yolunda çok çalışmak ve gayret etmek ayrıca bu yolun ancak bu şekilde aşılacağına iman etmek gerekir.
“Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun” (Kasas, 77) ayeti hakkında müfessirlerin “Buradaki ihsan, ortaya çıkarma, gösterme manasındadır” dediklerini aktaran Osman Bedreddin hazretleri, “Sen yokken O seni görünür kıldı, kendisi gizlendi. Aynen sen de kendi varlığını ortadan kaldır ve yok et de ancak O’nu göster” açıklamasında bulunur. Yine “Yeryüzünde fesat çıkarma, muhakkak ki Allah fesat çıkaranları sevmez” ayeti hakkında da “Artık tekrar bu yeryüzünde kendini ortaya koymakla bozgunculuk etme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez” der.
Sevap için amel edilmemesi gerektiğini ve maksadın Allah’a karşı muhabbet ve yakınlık olduğunu her fırsatta vurgulayan Osman Bedreddin hazretlerinin eskimeyen ve solmayan sohbetleri Âşık Yunus’un “Her dem yeniden doğarız / Bizden kim usanası” dediği gibi gönülleri aydınlatmaya ve okuyanlara hayat vermeye devam ediyor. Tabiî sadece talip olanlara!
Serdar Kocabaş