Türkiye düşünce tarihi içinde mümtaz bir yere sahip olan ve bilinen adıyla Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, mutasavvıf kimliğinin yanında oldukça önemli bir Müslüman fikir adamıdır. O’nun düşünce dünyası Mehmet Akif’ten Necip Fazıl Kısakürek’e kadar birçok mütefekkiri etkilemiştir. Zamanın tasavvuf inancının önemli takipçilerinden olan Ahmet Hilmi, bugünkü kuşakların daha yenilerde fark etmeye başladığı bir yazarımızdır. Bizce Müslüman ve tasavvufi kimliği olan herkesin bu sevimli ve ilginç aydınımızı tanıması gerekir. Ahmet Hilmi yaşadığı dönemde özellikle maddeci düşünürleri ve filozofları yoğun bir biçimde eleştirmesiyle tanınmıştır.
Bugünkü Bulgaristan’da bulunan Filibe’de doğan Ahmet Hilmi Bey, [1865] doğduğu yere istinaden Filibeli olarak tanınmıştır. Babasının ticaret mahkemesinde hâkim olması nedeniyle de kendisine çoğunlukla Şehbenderzâde denilmiştir. Ahmet Hilmi Bey ilk eğitimini Filibe’de bir müftüden almış (Farsça ve Arapça öğrenmiştir.) ve sonra Mekteb-i Sultânî’de (Galatasaray L.) okumuştur. (Bu yüzden çok iyi derece Fransızcası da vardır.) Daha sonra ise memur olarak bir dönem Beyrut’ta çalışmıştır. Siyasi yazıları dolayısıyla tahkikata uğramış Kahire, Fizan vb. yerlere sürgün gitmiştir. Sürgün yıllarında iken tasavvufî fikirlere karşı olan ilgisi artmış ve bu doğrultuda eserler kaleme almıştır.
Meşrutiyet ilan edildiğinde “İttihad-ı İslam” ve “Hikmet” gibi haftalık gazeteler çıkarmıştır. Dönemin fikir dünyasında farklı bir ses olarak, neşrettiği gazete ve dergilerle yer edinebilmiştir. Said Halim Paşa gibi O da İslam’ın gelişmemiz önünde bir engel teşkil etmediğini aksine ilmi ve düşünceyi teşvik ettiğini savunmuştur. Döneminin despot rejimi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni hiç sakınmadan tenkit etmiş ve Müslüman aydınlara görüşleriyle bir nevi yol göstermiştir. Hikmet gazetesindeki bazı yazıları İttihat ve Terakki Cemiyet’ine öyle dokunmuştur ki apar topar Bursa’ya sürgün gönderilmiştir. Çıkardığı mecmua ve gazetelerin ömrü, fikirlerindeki İslami duyarlılık bazılarını rahatsız ettiği için, uzun sürmemiştir. 1914 yılında şaibeli bir şekilde zehirlenerek şehit edilmiştir. Bazı düşünce tarihi uzmanları onun fikirlerinden en çok masonların rahatsızlık duyduklarını söylemektedir.
Ahmet Hilmi’nin en bilinen eseri şüphesiz ki A’mâk-ı Hayal’dir. A’mâk-ı Hayal, (Hayalin Derinliklerinde Yolculuk) Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi’nin maddeciliğe reddiyesinin ‘edebiyat’ biçimine bürünmüş halidir. Eserde Raci (Romanın başkahramanı) hatıraları eşliğinde Aynalı Baba ile geçen maceraları manevî hikâyeler [vecd halinde] yardımıyla bölümler halinde anlatılmaktadır. Ahmet Hilmi Bey hiciv yönü ağır basan Coşkun Kalender adıyla da bir mizah mecmuası çıkarmıştır. Yazılarındaki felsefi derinlik ve felsefe tarihini çok iyi bilmesi nedeniyle bir süre İstanbul Üniversitesi’nde felsefe muallimliği de yapmıştır.
Ahmet Hilmi’nin A’mâk- Hayal dışında; Senusiler ve Abdulhamid, Şeyh Mihriddin Arûsi: Yirminci Asırda Âlem-i İslam ve Avrupa- Müslümanlara Rehberi Siyaset, Siyaset-i İslamiyye: İttihad-ı İslam, Huzur-ı Akl-u Fende Maddiyyun meslek-i dalaleti, ‘İçtimaiyat’: Din, Hikmet ve Fen Karşısında Feminizm Yani Kadınların Bais-i Felaketi Olan Nisaiyyun Mesleği, Cevaplarımız: İttihad-ı İslam gibi kitapları vardır. Hikmet dergisindeki yazıları ayrıca bir kitap olarak (Hikmet Yazıları) neşredilmiştir. Meşrutiyet hakkındaki fikirlerini ‘Meşrutiyet’te Mana-yı Müsavat’ isimli eserinde anlatmıştır. Bir ara “Japonya’da İstikbal-i İslam ve Hacı Ömer Yamaoka Efendi’nin Fikri” isimli kitabında Japonya’daki Müslümanların sorunlarına değinmiştir.
Yazdığı diğer en önemli kitaplarından biri olarak ‘İslam Tarihi’ zikredilebilir. Bunlardan başka çeşitli fikirlerini savunduğu Mebahis-i Siyasiyye: Müfrit Adem-i Merkeziyet ve Anasır-ı Osmaniyyenin Menfaati, “İçtimaiyyat, İslam, Kadınlar ve Mazi, Hal ve İstikbal”, İstibdadın Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü, Bir Millet Nasıl Mahvolur?, Elvah-ı Hayat, Türklerin Elemli Mukadderatından Bir Yaprak, Mebahis-i Siyasiye: Kavmiyet Asrı ve Bizim Nasyonalizm Cereyanları, Darülfünün Efendilerine Tahriri Konferans “Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz”, Müslümanlar Uyanın, Allah’ı İnkar Mümkün mü?, İslam’ın Esası, Öksüz Turgut, Yıldırım Beyazıt, Taklitle Medeniyet Olmaz, Üniversiteli Gençlerle Bir Konuşma vb. gibi daha sayılamayacak kadar çok makale ve kitabı vardır. Ahmet Hilmi Bey bu yazılarında dönemin güncel meselelerine İslami ve tasavvufî bir duyarlılıkla eğilmiş. Müslümanlara bir rehber olmaya çalışmıştır. Tüm bu eserler O’nun nasıl çok yönlü bir aydın olduğunu ortaya koyan ciddi çalışmalardır.
A’mâk-ı Hayal şu ilginç ve kışkırtıcı bir kaç söz ile başlamaktadır: “Bu kitabı, endişe-i hakikatle me’luf vicdanlar, mebahis-i nihaiyyeyi seven insanlar, zevkle okuyabilirler. Bir asırdır bu muhit ve bu millet hayli Raciler [Maddi dünyanın tozuna kirine bulanmış bir nesil] yetiştirdi, ve daha bir çokları yetişecektir. Kaarilerimize [Okuyucularımıza] takdim ettiğimiz bu hikayeler (Acaba hikaye mi?!) mazhar-ı teveccüh olursa, kendimizi bahtiyar sayarız; çünkü bu hikâyeye rağbet ciddiyata izhar-ı teveccüh manasını mutazammındır; bu ise kaarilerimizden istib’ad edilemez. Bu muhterem millette endişe-i hakikatle teesüryap binlerce hassas yürek mevcut olduğunu yar ve ağyara ispat etmiştir.” (Türk Neşriyat Yurdu: 1957, s.3) Bu kitabın niçin yazıldığı sanıyorum ki daha iyi ifade edilemez. Ahmet Hilmi Bey maddiyatla kirlenmiş bir neslin uyanışı konusunda bir hassasiyet oluşturma çabasıyla bu eseri yazdığını ifade etmektedir.
Kendi adıma bu tarz kitapların eski baskılarını hatta Osmanlıca orijinallerinden okunmasını daha çok sevsem de yeni nesil için bu eser konusunda bir kolay okuma da önerebilirim. Eserin sadeleştirilmiş baskısı birçok yayınevinden defalarca çıkmış ve Şark İslam klasikleri arasında yer almıştır. Yine de kitabın içeriğinden bahsederken elimdeki nüshayı dikkate alarak bilgi vermek istiyorum. A’mâk-ı Hayal kendisine özgü başlıklar şeklinde tasnif edilmiş bir romandır. Anlatılan kısa hikâyeler alegorik (sembollerle anlatma) bir üslupta yazılmıştır. İlk kısımda Raci’nin Hatıratı ve Aynalı Baba ile mülakatı anlatılmıştır. Raci ney sesi ve içtiği kahvenin etkisiyle her gün değişik bir rüyaya dalmış ve bu rüyalardan uyandığı vakitte Aynalı Baba rüyadaki sırrı-hikmeti açıklamıştır.
Raci, birinci gün Buda ile hiçlik zirvesine çıkmış, ikinci gün ise Zerdüşt ile tanışıp Nar ve Nur’un ışığında yol almıştır. Üçüncü gün Devr-i Daimi görmüş, dördüncü gün İmtihan Meydanı’ndan geçip Ârif’ler Meclisi’ne katılmıştır. Sonraki günlerde ise Azâmet Sahası, Kaf ve Anka, Azâmet Deryası ve Ululuk Girdabı, Ebedi Bilmeceler gibi maceralar yaşadıktan sonra dokuzuncu gün Ulular Meclisine dâhil olmuştur. İlk kitap “Akşama kadar mezarlıkta hazin hazin ağladım…” sözleriyle son bulmuştur. Kitabın ikinci kısmında Manisa Tımarhanesi, Raci’den Şadi’ye Mektup, Hırs-ı Cah Delisi, Çifte Hafızlar, Deliliği akıllılığından daha makul bir deli, gibi kısımlar metne birazcık daha açıklık getirmektedir. A’mâk-ı Hayal’in Zeyl’inin teması ise; insanın yegâne marifetinin: Bir şey bilmediğini itiraf ve tasdikidir. İlave metnin bir kısmında ise; Leylalı Mecnun ve Leylasız Mecnunlar diye iki tane ironik başlık vardır. Kitabın sonlarına doğru Süslü Zincir ve Âlemin Nasibi’nden sonra Aynalı’nın uzlet-i ebediyyesi (Ebedi ayrılışı) tasvir edilmiştir. Kitap bir kahve âlemi eşliğinde saadetin anlatılmasıyla ve İksir-i Şebab (Gençlik iksiri) ile son bulmaktadır. Bizim gençlik iksirimizin sırrı, inandığımız ebedi hayatta gizlidir. Sonlu bir varlık olan insan için ebedi saadet ancak bir mürşidin yol göstericiliğinde sonsuzluğa yönelmekle olur. Damlalar deryaya kavuşmak isterler. Her insan Raci (niyaz eden, yalvaran) isminden bu deryada bir parça taşıyor. Mürşit, bizim sonsuz aşk okyanusundaki yol göstericimiz ve rehberimizidir.
Beyaz Arif Akbaş
2 Yorum