Poetik ve Politik’e Dair

Her kitap, bir paragrafı ya da bir cümlesi için yazılır. Bu anlamda istiridyedeki inciyi bulmak okura bırakılmıştır. Bunun için gerekirse her istiridyenin içine bakmayı göze alabilmek gerekir. Başarısız olmak da ihtimal dâhilindedir. Kimi zaman, dünyayı okumak ve anlamlandırabilmek için arayışa girer, vasıtalara ihtiyaç duyarız. Bu vasıtalardan belki de en önemlisi kitaplardır. Bazı kitaplar dolaylı olarak bu amaca yönelirken bazıları doğrudan bunu hedefler. İnsan, dünyayı algılamaya eşyanın tabiatı gereği bulunduğu yerden başlar. Zamanla, kişi toplum denilen soyutlamanın içerisinde kendisinin de olduğunu anlar ve üzerine düşünmeye başlar. Sosyal Felsefe, Sosyoloji, Antropoloji gibi alanlar bu tür çabaların sonucu olarak disiplin haline gelmişlerdir. Buna benzer disiplinlerin ortak özelliği, kendi kurallarının içine revizyon seçeneği düşünülmeden gömülmeleri ve başka bir disiplinle aynı sofrayı paylaşmaktan mutlak surette kaçınmalarıdır. Besim Fatih Dellaloğlu’nun, özünde bu eleştiriyi barından bir kitabı “Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi” 2020 yılının Ekim ayında yayımlandı.

Bu kitabın en belirgin özelliklerinden biri yazarın Türkiye’deki eğilimin aksine olması gerekeni değil olanı, reeli, halihazırı merkeze almış olması. Yani yazar enerjisini durum tespitlerine ve bu durumlara dair analizlere ayırmış. Analizlerini yaparken kullandığı dil benzeri kitaplarda nadir görülen bir biçimde sade ve anlaşılır. Burada, sayın Dellaloğlu’nun, belirli bir çevreye hitap etmeyi amaçlamayıp okur kitlesini nispeten geniş tutmak istediği ve anlaşılmayı değerli gördüğü söylenebilir. Kitabın baştan sona anlaşılabilir bir kıvamda tutulması, bölümler arasındaki bağlantıları kurabilmeyi kolaylaştırıyor. Kitabı okurken başka bir bölüme yapılan referanslara çok sık olmasa da rastlanıyor. Bir temayı çeşitli yönleriyle farklı başlıklar altında anlatmak okurun anlatılanı sindirmesine yardımcı olan bir tekniktir. Yazar bunu başarmış. Bu yüzden yazarın bu tekniği tüm kitaba başarıyla uyguladığını söylemek bir övgü değil, durum tespiti mahiyetinde olacaktır.

Kitabın hemen her bölümü farklı uzunlukta. Yedi-sekiz sayfalık bölümler olduğu gibi on dokuz-yirmi sayfalık bölümler de mevcut. Bölümlerin uzunlukları arasında yeknesaklık ya da bir koşutluğun olduğu söylenemez. Şüphesiz buna yazarın tercihi kadar o başlıkta işlenen konunun mahiyeti de sebep olmuş olabilir. Örneğin “Matbaa” ve “Kitap” bölümleri diğer bölümlere göre çok kısa. Bu iki bölüm arasındaki iç içe geçmişlik ve yakınlık da göz önüne alındığında pekâlâ aynı başlık altında toplanabilirdi. Yazar bu bölümleri daha sonra genişletmeyi yahut bu bölümleri ayrımlarla güçlendirmeyi hedeflediği için de kısa tutmuş olabilir. Kitabın geneline bakıldığında, “Matbaa” ve “Kitap” bölümlerinin, okurda daha uzun olması gerektiğine dair bir beklenti oluşturabileceği gerçeklikten uzak bir tespit olmayacaktır.

Yazar, kitabının her bölümünde, işlediği konuyla irtibatlandırılabilir içeriğe sahip ve dünyada ses getirmiş, karşılık bulmuş kitaplara referansta bulunuyor. Genellikle bu kitaplara yapılan referanslar yazarın öne sürdüğü fikri desteklemek için kullanılmış. Muhtelif bölümlerde dipnotlarda değil asıl metnin içinde bahsedilen birçok kitap da mevcut. Burada dikkat çeken husus, ismen zikredilen birçok kitap olmasına rağmen yazar bu kitaplarla ilgili olumsuz bir eleştiriye yer vermemiş yahut bir eksikliğe ya da fikir ayrılığına/farklılığına işaret etmemiş olmasıdır. Yani kitabı okurken metnin içerisinde zikredilen eserlerle ilgili yazarın olumsuz değerlendirmelerinin olup olmadığının tespiti yapılamıyor. Yazarın kitabın şişmemesi ve asıl konusundan uzaklaşmaması için böyle bir yaklaşım sergilemiş olması kuvvetle muhtemel. Zira bu kitap kültürel çalışmalar alanında ülkemizde yazılmış ilk kitap olma özelliğini taşıyor ve böyle bir kitabın okurun dikkatini alanın derin ve ayrıntılı meselelerine değil, böyle bir alanın varlığına çekmesi beklenilebilir bir yaklaşımdır.

Kitabın en dikkat çekici bölümlerinden birisinin “Aydın/Entelektüel” bölümü olduğunu söyleyebilirim. Şu anda okuduğunuz bu yazıyı, bu bölümü okuduktan yazmaya karar verdim. Zira Entelektüel/Aydın ayrımını temellendirirken yapılan ayrımlar ikna edici. Yazar genel olarak aydını, kendi tabiriyle, kendi mahallesinde yaşayan ve sahip olduğu fikrin kuvveden fiile dönüşmesi için sahaya inen ve bunun için çalışan kişi olarak tanımlamış. Entelektüelin ise istisnai bir form olduğunu söylemiş. Entelektüel birçok kanaldan beslenen ve idraki gittikçe artan kişi olarak tanımlanmış. Buna ilaveten entelektüelin dışarıda değil içeride yani yalnız ve mahalle içi değil mahalleler üstü bir kişilik olduğunu ve Aydın ve Entelektüel arasında geçişlerin olabileceğini belirtmiş.

Kitapta ara ara dönüp okurum dediğim bölümlerin başında “Uzun Devrim” bölümü geliyor. Kamu ve Kamusal Bilinç kavramlarının Alman tecrübesi merceğinden incelendiği bu bölümü okumak benim için faydalı oldu. Eğitim denilince ülkemizde akıllara malumat yüklenmesi sorununun gelmesi çok önemli bir tespit. Eğitimli kişi denilince, ülkemizde akıllara malumatfuruşlar gelir. Aynı zamanda malumatfuruşlara Türkiye pratiğinde entelektüel denir. Hâlbuki eğitimli kişi zihni eğitilmiş kişidir yani nerede benliğini ön plana çıkarabileceğinin nerede benliğini arka plana atabileceğinin ayrımına varmış kişidir. Bu bağlamda kamusal bilincin oluşması için uzun bir zaman gerektiği fikrine iştirak etmemek elde değil. Bu bölümde fikirlerine referansta bulunulan yazarlardan birisi İngiliz Matthew Arnold. İlgili bölümde, Arnold’ın Kültür ve Anarşi kitabının Türkçeye çevrilmediği söyleniyor ama 2020 yılının Ağustos ayında Vakıfbank Kültür Yayınları bu kitabı Ferit Burak Aydar çevirisiyle dilimize kazandırdı.  Poetik ve Politik kitabı, 2020 yılının Ekim ayında yayımlandığına göre 2020 yılının Ağustos ayından önce matbaaya verilmiş olma olasılığı bu bilginin güncellenmesine mani olmuş olabilir. Ayrıca yazar, bu bölümün başlığının Raymond Williams’ın henüz dilimize çevrilmemiş olan eseri “The Long Revolution” dan geldiğini bölümün ilk cümlesinde söylüyor.

Sayın Besim Fatih Dellaloğlu’nun Türkiye’de pek rastlanılmayan bir okur-yazar tipi olmasının en büyük alâmet-i fârikasının herhangi bir komplekse girmeden dünyayı ve ülkemizi anlamlandırmaya çalışması olduğunu düşünüyorum. Bugün ülkemizde Batı Medeniyeti karşısında komplekse girmeyen kaç okur-yazar var? Batı nedir ki, diyen kifayetsiz muhterisleri bu sorunun çerçevesinin dışında tutuyorum. Batıyı topyekun reddetme ya da benimsemek gibi mecburiyet hissetmeyen veya böyle bir kaygısı olmayan sayın Dellaloğlu, Sosyoloji’nin Batı, Antropoloji’nin Doğu için icat edilmiş disiplinler olduğunun altını çiziyor ve Batı’nın Doğu’ya baktığı gibi Batı’ya bakalım ve bunun adı Kültürel Çalışmalar olsun ve Kültürel Çalışmalar disiplinlerarası çalışmaya izin verecek şekilde yapılsın diyor. Kitabın ana teması ve yazarın teklifi bu. İstiridyedeki inci de.

Muhammed Furkan Kâhya

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir