Peyami Safa şüphesiz Türk romanının en kıymetli kalemlerinden biridir. Onun romanları, psikolojik tahliller ve edebî zevk mevzûunun yanı sıra, Türkiye modernleşmesinin seyrini takip noktasında da ayrı bir önemi hâizdir. Bu noktada akla gelen ilk romanı Fatih Harbiye’dir. İlk defa 1931 senesinde yayınlanan bu romanda, birbirleriyle nişanlı olan Neriman ve Şinasi karakterlerinin buhran ve tereddütleri eşliğinde Batılılaşma meselesi irdelenir.
Romanın isminden de anlaşılacağı üzere “mekân”, yapılan irdelemede esaslı bir pozisyondadır. Medeniyetler, mekânı kendi dünya görüşlerinin şekillendirdiği ve süslediği bir malzeme ve aynı zamanda dünya görüşlerinin yoğrulduğu bir rahim olarak görmüşlerdir. İslam medeniyetinin bu anlamdaki tavrını Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemine kadar götürmek mümkündür. Bizde mekânın ilk saflaşması Dârulerkam-Dârunnedve dikotomisiyle başlamıştır. Dârülerkam, İslâm’ın tebliği uğraşının; Dârunnedve ise İslâm’a ket vurma uğraşının mekânı olarak belirmiştir. Yani bu iki mekânda iki ayrı dünya görüşü yoğrulmuş ve tasarlanmıştır.
Bu anlamda saray, köşk, konak ve salonlar modern Dârunnedvelerdir. Buralarda da Batılı dünya görüşü belirmiş ve yoğrulan hayat tarzının kokusunun mahalleye yayılması için kapıları kasten açık bırakılmıştır. İşte romanda Perapalas’tan yayılan kokuyu Neriman’ın burnuna ileten Macit karakteridir. Eser boyunca Neriman’ı, Şinasi ve babası olan Faiz Bey’e karşı ikilem bataklığına çeken şey, Macit’in Perapalas’ta verilecek baloya davetidir. Bu tür baloların Türk modernleşmesinde geleneğin cazibesini yitirmesi meselesinde tesiri olmuştur.[1] Romanda, bu kokunun Neriman’a yabancı olmaması balo davetinin devrin atmosferine yakın oluşundandır. Zira “Birçok Türk kızları gibi, Neriman da, ailesinden ve muhitinden karışık bir telkin, iki medeniyetin ayrı ayrı tesirlerinin halitasını yapan muhtelit bir içtimaî terbiye almıştı.”[2] Lozan sulhundan sonra kanun kıvamına da eren Garp tesiri, Neriman’da hâkim ton olmuştur. Neriman, memleket gibidir aslında.
Darülelhan’da talebe olan ve ud çalan Neriman, bir kez bu tesir altında kalınca artık onun Garp-perest nazarından hiçbir eşya kurtulamaz: Fatih sokakları, alaturka musiki, ud, ezan sesleri… Hatta kedisi Sarman ve Şinasi’nin elleri dahi Şark ile müsemmâdır ve dolayıyla bayağı şeylerdir. Fakat önemli olan Neriman’ın bütün bu eşyaların arkasında duran kültüre dair hisleridir. Bunu, kitabın son bölümlerinde Şinasi’nin arkadaşı Ferit: “Neriman’ın yeni şekillere karşı incizabı, yeni bir kültüre karşı incizabı demektir. Ud ve keman şekillerinin sembolize ettikleri iki ayrı kültür vardır.”[3] diyerek ifade eder.
Neriman’ın, bir uçurtma gibi Batı semâlarına doğru havalanmadan evvel, ipini tutan iki mühim hâdise olmuştur. İlki bir Rus kızın kendi hikâyesine çok benzeyen hayatıdır. Bu kız, bir Rum gencin vâdettiği zenginlikler uğruna kendi sevgilisini terk eder. Fakat bir süre sonra Rus kız yeni hayatının sahteliğini fark eder ve sevgilisine dönmek ister. Zira o, parayı ve konforu değil samimiyeti arzulamaktadır. Ancak delikanlı bunu kabul etmez ve bunun üzerine kız intihar eder. Bu hikâyeyi dayısının kızlarından dinleyen Neriman artık kendi meyillerini sorgulamaya başlar. İkincisi; kendi kültürünün köklerine sadık kalanların yüzünde, şekilperestlere karşı dâima bir tebessüm olur. Babası ve Şinasi’nin tahammüllerinin arasından kaçan istihzâlar da, Neriman’da, sarhoşun yüzüne çarpılan su etkisi yapar.
Neriman hem ruhundaki kendilik ve başkalık yarımları arasında hem de Şinasi ve Macit arasında bir tercih yapar. Bu tercih iki ayrı medeniyetin ruhunda yarattığı gerilimi dindirmeye yöneliktir. Neticede Neriman “ud” çalmayı ve Şinasi’yle evliliği yeğler.
Ferhat İnan
[1] Celalettin Vatandaş, Cumhuriyetin Tarihi, (İstanbul: Pınar Yay., 14. Basım, 2019), s.165.
[2]Peyami Safa, Fatih Harbiye, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 73. Basım, 2017), s.57.
[3]Peyami Safa, a.g.e., s.115.