Müzikal Bir Sungu, Luis Sagasti tarafından yazılmış bir eser. Müziğin hayatla kesiştiği noktaları anlatırken aynı zamanda da hayatın ölümle kesiştiği anda müziğin nasıl bir merhem olabileceğine işaret ediyor.
Cengiz Aytmatov, Kassandra Damgası’nda “Müzik evrensel mekânın ve zamanın sese dönüşmüş hali” der. Evrensel mekân ve zaman, insanın hangi toplumda nasıl bir şekilde yaşıyor olursa olsun, onun insan olarak evrensel yönüne dikkat çeker. İnsan her yerde aynı insandır. Hayat kendini herkese farklı bir görüntüyle sunar sadece. O nedenle isyanlar, diller farklı olsa da aynı yüz ifadeleriyle yapılır. Acılar ve sevinçler, herkeste aynı surette açığa çıkar. Onların insana gelişi her ne kadar farklı surette olsa da…
Aynı şekilde sığınaklar da ortaktır. İnsanoğlu içinde debelendiği çukurdan çıkmak için aynı ipin sarkıtılmasını bekler. İpe farklı bir ad takmış olmasının önemi yoktur. İp aynı iptir, işlevi aynıdır, ondan beklenilen aynıdır. Bu ip bazen insanın ölümüne neden olacak bir darağacı suretinde belirse de… İpin insandan yana beklentisini, bu keskin acımasızlık değiştirmez.
İşte müzik aynı şekilde bir sığınaktır. İnsanoğlu müzikle dinlenmiştir, müziği dinlerken aslında kendisini dinlemiştir, müzikle; kurtulmak istediği ruh halinin yankısı geçici süreliğine de olsa dinmiştir.
İşte tam burada Sagasti’ye kulak verelim. O da bize Miguel Angel Estrella’yı anlatsın.
“Tucuman’daki Tafi del Valle yakınlarında bulunan el Mollar adlı bölgede, fevkalade müzisyen Miguel Angel Estrella piyanosuyla ikinci kez geliyor sahneye ve bu sefer Bach çalmaya başlıyor. İnsanlar iyi diyor, ne güzelmiş ama geçen seferki, o ilk seferki tertemiz müziği çalsın istiyorlar.
Estrella bunun üzerine ilk geldiğinde çaldığı Mozart kanonunu çalıyor. Tekrar etsin istiyorlar. Yeniden. Ve bir kez daha. Kanonu arka arkaya yirmi iki defa çalıyor. Bütün tayfa cennette elmasla birlikte. Ama tam da bu nedenle insanları cennete götürdüğünden dolayı Estrella kısa bir süre sonra, 1977’de Uruguay hapishanesinde cehenneme gitti. Arjantin’den kıl payı kurtulmayı başarmıştı. Sorguyu yürüten albay ona hep şöyle dedi:
‘Sen gerilla değilsin, daha da beter bir şeysin. O piyanon ve yüzündeki gülümseyişinle bütün sefil pisliklere kendini sevdiriyor, onları Beethoven dinleyebileceklerine inandırıyorsun.’
Ardından işkenceler bu sefer de ellerine yöneltiliyor.”
Şimdi bir de kitabın başlangıç hikâyesine bakalım. “18. Yüzyılda Kont Keyserling, Johann Sebastian Bach’ı çağırır ve uykuya dalmasını sağlayacak bir müzik parçası bestelemesini ister. Bach, Goldberg Varyasyonları olarak bilinen otuz varyasyondan müteşekkil bir arya besteler ve ilk icranın onuruna, kont uyuyana kadar her parçayı çalmakla görevlendirilir.”
Müziği “tertemiz” kılan dinleyenin ihtiyacına hitap etmesidir. Dinleyici, kendini dinleyebildiğinde veya kendini görebildiğinde müziğin aynasında; o müzik otoriteler kabul etse de etmese de artık bir sanat eseri olmuştur. Sanat, insan içindir; yansıyabildiği insan sayısı tek bir kişi olsa bile… Kont’un uykuya dalmak için bir müziğe ihtiyacı vardır, insanların umudu hatırlayabilmesi için müziğe ihtiyaçları vardır ve albayın başarılı olabilmesi için müziğin sesinin kısılmasına ihtiyacı vardır.
Müzik etrafından beliren ve çaresine kavuşulabilen tüm ihtiyaçlar, duygular ve güdüler; müziğin ilahi veçhesine işaret eder. Müziğe refleks bedenle gösterilse de, müziğin etkisi bedenin içlerine sızmıştır; ruhu kımıldatmıştır, duyguları özlerine taşımıştır, kişinin kaçtığı veya mahrum kaldığı gerçeği aşikâr hale getirmiştir.
Evet, aşikâr. Her zaman değil ama. Bazen de ifşa. Müzik, bazen sanatçısını bazen de dinleyicisini ifşa eder. Kime? Tabii ki kendine.
Müzikal Bir Sungu, hassasiyet göstererek okunulmayı hak eden, hatta belki de fark edilmeyi bekleyen bir sungu.
Yasin Taçar
2 Yorum