“Cihad” Arapça’da güç ve gayret sarfetmek, meşakkat çekmek manasındaki “cehd” kökünden türemiş olup düşmanla savaş, nefisle mücadele ve dini tebliğ etmek anlamlarına gelen bir kavramdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) birçok hadisinde cihadın bu yönlerine dikkat çekmiştir. Mesela; “Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder”, “Mücahid nefsiyle cihad edendir”, “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir” gibi hadisler cihadın farklı yönlerini vurgulamaktadır.
Cihad malla ve bedenle gerçekleştirilen bir ibadettir. İnsanlara İslam’ı anlatmak, İslam’ın yayılması için çaba göstermek, iyiliğin artması ve kötülüğün azalması için gayret etmek cihattır. Aynı şekilde insanları her türlü sömürüden kurtarmak için mücadele etmek de yine cihat sayılır. Yine peygamber Efendimiz s.a.v “Ey insanlar! (savaş için) düşmanla karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin. Şayet düşmanla karşılaşacak olursanız sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” buyurarak savaş kaçınılmaz hale geldiğinde cihattan kaçınılmamasını anlatmış ve mükâfatın ise cennet olduğunu bildirmiştir. Bütün bunları anlatmamın sebebi konuyu Davut Bayraklı’nın yeni çıkan kitabı Mücahid Mürşidler’e getirmek. Konuşan Tarih kitabından sonra Mücahid Mürşidler kitabı ile Davut Bayraklı 18 ve 19. asırlarda şiddeti artan sömürgeci anlayışa karşı “sufi direnişi”ni, çoğumuzun adını bir şekilde işittiği ya da iyi bildiği zatlar üzerinden izah ediyor. Nefisle cihadın yanında gerektiğinde düşmanla cihat etmekten çekinmeyen mürşid-i kâmillerin hayatları ve mücadelelerinin anlatıldığı kitapta Şeyh Ahmed Bamba, El-Hac Ömer Tâl, Emir Abdülkadir el-Cezâirî, Şeyh Muhammed b. Ali es-Senûsî, Osman b. Fûdî, Şeyh Ömer el-Muhtâr, Seyyid Ahmed Şerif es-Senûsî, Şeyh Seyyid Hasan, Şeyh İzzeddin el-Kassâm, Şeyh Şâmil, Şeyh Mansur, Alvarlı Efe ve Muhammed Diyâüddin hazretleri olmak üzere 13 mücahid mürşid anlatılıyor.
18 ve 19. asırlar, Batı sömürgeciliğinin İslam beldelerine girdiği dönemlerdi. Başta Afrika kıtası olmak üzere sömürgeci Batı orduları Müslümanların yaşadığı toprakları talan etmeye başladılar. İşte bu sömürgeci hareketin önündeki en büyük engellerden biri tasavvuf ehlinin verdiği mücadeledir. Dergâhlarını ribata çeviren tasavvuf ehli, müritleriyle birlikte cihat etmekten çekinmemiş ve yeri geldiğinde canını vermesini bilmişlerdir. Tasavvufi hareketlerin cihad mücadelesine önayak olması, Müslüman halka bağımsızlık şuurunu ve ruhunu aşılamış hem Müslümanların kendisine olan güvenini arttırmış hem de düşmana karşı manevi bir güç oluşturmuştur.
Mesela Libya’da Ömer el-Muhtâr, İtalyan işgaline karşı destansı bir direniş gerçekleştirmiştir. Tam yirmi yıl İtalyan ordusuna karşı çöllerde mücadele eden Ömer el-Muhtâr, aynı zamanda bir Senûsî tarikatı şeyhidir. İtalyanlar tarafından yakalanıp mahkemeye çıkarıldığında söyledikleri her Müslüman için bir köşe taşı niteliğindedir. İşte İtalyan hâkimle Ömer el-Muhtâr’ın arasında geçen diyalog:
- İtalyanlara karşı niçin bu kadar şiddetle mukavemet ediyorsun?
- İmanım için!
- Bu kadar az kuvvetle ve bu kadar az mühimmat ile bizi Trablusgarp’tan atabileceğini ümit ediyor muydun?
- Hayır
- O halde ne elde etmeyi ümit ediyordun?
- Hiç! Ben imanım için dövüşüyordum ve bu bana yetiyordu. Geri kalanı Allah’ın iradesinde idi. Biz asla teslim olmayız. Ya kazanır ya da ölürüz. Sizler bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım.
Serdar Kocabaş