Künye: Modernliğin Hikmetinden Sual, Bedri Gencer, Kadim Yayınları, 2016, İstanbul.
***
Sekülerleşmeyi de içeren modernleşme, en geniş mânâda fıtrattan, fıtratın tanımı olarak -ilahi hak- dinden uzaklaşma sürecidir. Ancak fıtratın boyutlarına göre din de hikmet ve sünnet gibi farklı adlar alır. Din ile hikmet, aynı şeyin farklı adlarıdır. (Sayfa 2)
Dar manada modernleşme, sekülerleşmeye vücut veren nitel bir içtimai değişim süreci olarak tanımlanır. (Sayfa 4)
Sekülerleşme, dar mânâda dinin ilmi boyutunu ifade eden hikmet ve sünnetten, modernleşme dar mânâda dinin ameli boyutunu ifade eden hikmet ve sünnetten, sekülerleşmeyi de kapsayan geniş mânâda ise, dinin ilim ve amel boyutlarını kapsayan geniş mânâda hikmet ve sünnetten uzaklaşma şeklinde bir nitel değişim sürecidir. (Sayfa 4)
Modern insanın hikmete yabancılaşmasının ana sebebi, ilim ile amel, kâl ile hâlin birbirinden ayrılmasıdır. (Sayfa 7)
Hikmet, dünyanın anahtarıdır; dolayısıyla Max Weber’in metaforuyla modernliğin insanı haps ettiği “demir kafes”i açacak anahtarda hikmettir. (Sayfa 25)
Sünnet umumi hikmetin çeşitli hikmetlere has türüdür; Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ümmetlerinin sünnetleri ortak hikmette buluşur.
Hikmet, mü’minin yitiği, sünnet ise miri hazinesidir. Müslümanlar için sünnet, ebedi saadet vesilesi olan fıtrı inanış ve yaşayış tarzı, hikmet ise sünneti daha iyi anlamaya ve yaşamaya, evrensel olarak temellendirmeye fıtratın felsefesidir. (Sayfa 31)
Kültür, ‘’kapitalizmin sünneti’’dir. Kapitalizm ise zulümden azade bir dünya, yeryüzü cenneti kurmak üzere ilahi kudrete özentiyle beşeri kudret arayışının sistemleşmesidir. (Sayfa 37)
Bilgelik olarak hikmete eriştikten sonra ilminin ve amelinin sınırlılığının idrakine ‘’haddini bilmek’’ denir. Bu manada ‘’hikmet, had’’ demektir. Zira iki kelimenin de Arapça ortak manası ‘’men’=önlemek’’ tir. Haddini bilmenin insana kazandırdığı ana haslet tevazu ise buradan ‘’hikmet tevazudur’’ sonucuna varabiliriz. (Sayfa 39)
İlimsiz fikir, şuursuz şiir olmaz.
Klasik şiir, ilim-temelli, aşkınlık-yönelişli iken, modern şiir, his-temelli, süblimite-yönelişlidir. Klasik şiir, belli bir ilmi ve ahlaki disiplin gerektirirken modern şiir, insanı ‘’zincirlerini kırmaya’’ zorlar. (Sayfa 41)
Giderek hızlanan sekülerleşmeyle birlikte hikmetin yerini medeniyet, sünnetin yerini kültür almıştır. ‘’Medeniyet/kültür’’ ayrımı, ‘’hikmet/sünnet’’ ayrımının seküler karşılığıdır. Anane=gelenek ise bunların muhtevası değil, aktarılış tarzıyla ilgilidir. (Sayfa 46)
Din köyde adet, şehirde sünnet olarak yaşanır. (Sayfa 47)
Sekülerleşme, amaç/araç, mahfuz/zarf gibi ilişkilerin ters yüz edilmesi, tedeyyün/medeniyetin dinleştirilmesidir. (Sayfa 50)
Moderniz ile postmodernizm, bir uçtan bir uca savrulma olarak görülebilir. Modernizm gerçekleri doğrular olarak sunuyordu, postmodernizm haddizatında doğrunun olmadığı iddiasına sürüklendi. Modernizm ‘’Her yeni lezizdir’’ anlayışını temsil ediyordu, postmodernizm ‘’aslında ne yeni vardır, ne de lezzet, yaşadığımız her şey yanılsama’’ noktasına sürüklendi. (Sayfa 68)
Sekülerleşme, doğrudan dinden uzaklaşmadan ziyade, dindarlığın dönüşmesi, dindeki amaç araç ilişkisinin tersine dönmesidir. (Sayfa 81)
Geçmiş Müslümanlar için İslam, “yaşanacak bir şey”di; bugün içinse İslam, “konuşulacak, ayarlanacak, tartışılacak” bir şey. (Sayfa 100)
Din, ilim=şeriat ile amel=tarikat olarak iki ana kısımdan oluşur; bunlarda akide=millete dayanır. Dolayısıyla akideler hükümler, hükümler sünnetlerde tecessüm eder; sünnet, bir bedenin kan ve kemiklerinin büründüğü et, deri gibidir. Nasıl bir bedene dışarından bakıldığında kan ve kemikler deriye bürünmüş görünür. Bu ilişkiye göre sünnetlerin aşınması zincirleme olarak hükümler ve akidelerin, sonuçta bizzat dinin çözülmesine yol açacaktır. (Sayfa 110)
Rabbimiz, kâinat gibi insanı da ‘’hareket ile sükûn/sebat’’ arasında bir dengede yaratmıştır. Mutlak hareket de, sükûn ve sebatta insanın tabiatına aykırıdır; insan, sükûna dayalı hareket üzerine yaratılmıştır. Keza hareket halinde kalbin bir akideye bağlanması kaçınılmazdır. İnsan, kalbi bir akideye bağlanmadan, bir şeye inanmadan yaşayamaz. (Sayfa 123)
Lafzen ‘’çağ’’ mânâsına gelen Latince ‘saeculum’’ kelimesinden türeyen sekülerzmde yatan espri, ‘’tanrının çağı’’ na karşı ‘’insanın çağı’’ dır. Bu yüzden hümanizm, sekülerizm ana ideolojisine bağlı bir diğer meta-ideolojidir. (Sayfa 146)
İdeoloji, özünde kullananların iktidar ve muhalefet pozisyonlarına göre işlevi değişen entelektüel bir silah demektir. O, iktidardayken iktidarı korumaya, muhalefetteyken ise iktidara meydan okumaya yarar. Şu halde öz ifadesiyle ideoloji, var olan düzeni sürdürmeye yarayan, iktidar-yönelişli, ütopya ise yeni bir düzen kurmaya yarayan, muhalefet ve devrim- yönelişli fikriyattır. (Sayfa 150)
Muhafazakârlık, aslında Devrim ile gelen modernliğe, modern hayat tarzına tepkinin ürünüdür. Bu, bize muhafazakârlığın iki karakteristiğini gösterir. Türkçede tutuculuk denen muhafazakârlık, birincisi, diğer –izm’ler gibi programlı bir ideolojiden ziyade ’’devrim’’ denen radikal değişikliğe karşı ve ikincisi, bu itibarla bir tutumlar manzumesini ifade eden izafi bir terimdir. (Sayfa 212)
Tekke ve hikmete dayanmayan bir kültürel gelişimin kaçınılmaz sonucu, kibir ve iktidar eğilimiyle kendini gösteren bir yozlaşmadır. Zira ilim medresede alınır; tekkede hazm edilerek hikmete dönüştürülür. Ancak medrese/tekke işbirliğiyle hikmete dayalı bir dünya kuracak ‘’ilimde iddia, amelde tevazu’’ düsturu hayata geçer. (Sayfa 225)
Geleneksel ve modern ahlâkı edep (fazilet) ve değer ahlakı olarak ayırdık. Geleneksel edep ahlâkının çözülüşü, Hıristiyanlığın yozlaşmasıyla başladı. Dinin teorik ve pratik iki boyutu vardır; teorisine şeriat, pratiğine tarikat denir ki bu mânâda dini insanın maddi ve manevî tüm ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilmiş “ilahi bir ekonomi” olarak tanımlamıştık. Modernleşmeye bağlı sekülerleşme sürecinde bu anlayış tersine dönmüş, “ekonomi olarak din” anlayışının yerini “din olarak ekonomi” anlayışı almıştır. Sanıla gelenin aksine sekülerleşme, dinden uzaklaşmadan ziyade dini telakki (algılama ve uygulama) tarzının dönüşümüdür. (Sayfa 242)
Modern eğitim/öğretim kurumları, sanayi toplumunu sürdürecek insan tipini yetiştirmeyi hedef edinmiştir. Öğretimin hedefi, sanayi toplumunu işletecek, ona uygun profesyonel yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu vatandaş yetiştirmek olmuştur. (Sayfa 247)
Modern ahlâk, ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine “dünyagörüşü” kavramı, mecazen hayat görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki astrofiziksel görüş demektir. Bu mânâda Aristo, Newton, Einstein’i geleneksel, modern ve postmodern olarak üç ana çağın dünya görüşlerinin temsilcileri olarak alabiliriz. Burada Aristo ile Newton fiziği arasındaki temel fark, organizmik/mekanizmik arasındaki ayırımda yatıyor. (Sayfa 248)
1 Yorum